1-4 Ekim tarihleri arasında Dersim Ovacık’ta yaşanan bombardımanda, Halk Savaşçısı Gökçe Kurban (Asmin) ile birlikte ölümsüzleşen Halk Ordusu Dersim Bölge Komutanı Ali Kemal Yılmaz (Özgür)’ın babası Hüseyin Yılmaz, Ali Kemal Yılmaz’ı anlattı. Dersim’de bir ay içerisinde ölümsüzleşen 4 Halk Savaşçısı’nın cenazesinin hala teslim edilmemesini, psikolojik işkence olarak niteleyen Hüseyin Yılmaz, “Cenazelerimizi alacağız, ne gerekiyorsa yapacağız” dedi.
YENİ DEMOKRASİ- Bize biraz Ali Kemal Yılmaz (Özgür)’ın çocukluğundan, gençliğinden bahsedebilir misiniz?
HÜSEYİN YILMAZ- Kemal 17 Nisan 1985 doğumludur, her ne kadar kimliğinde 9. ay gözükse de kendisi 17 Nisan doğumludur. Sivas Divriği Çakmakdüzü köyünde doğdu Kemal. 1988’in sonunda İstanbul’a geldik. O dönem Avcılar’da oturuyorduk. İlköğrenim ve ortaöğrenimini Bağcılar Yıldıztepe ilköğretim Okulu’nda okudu. Liseyi Unkapanı Cibari Lisesi’nde okudu. Muhtemelen de Cibari lisesinde okurken devrimci düşüncelerle tanıştı. Daha sonra liseyi bitirdikten sonra dershane dönemi başladı. Dershaneye bir yıl gitti. O yıl üniversite sınavlarına girmesine rağmen herhangi bir yeri tercih edip gitmedi. İkinci sınavına girişinde de Dicle Üniversitesi Biyoloji bölümünü yazıp gitmişti. 2007 yılı son sınıfta okulu bırakarak mücadeleye katıldığını biliyoruz. Hakkında açılmış davalar vardı üniversitede. Biz de dekanlığın bildirimiyle öğrendik bunu. Daha sonra davalardan ceza aldığını duyduk. Kendisinin bu süreçten sonra bizim yurtdışı diye bildiğimiz bir süreci başladı. Fakat yurt dışında olmadığını daha sonra öğrendik.
Çocukluğu gerçekten bir anne babanın herhalde isteyebileceği en güzel bir çocukluk örneğidir. Ve örnek olarak gösterilecekse her yönüyle her zaman her işe elini atabilen, bir sorun olduğunda veya çocukken evde bir iş paylaşımında veya bir iş yapılacaksa hemen bir ucundan tutan, onu yapmaya çalışan annesine, bana yardımcı olmaya çalışan bir çocukluk süreci vardı. Güler yüzlü sevecen bir çocuktu ve de çok zeki bir çocuktu. Zaman zaman solak olmasıyla ilgili mesela böyle şakalaşmalarımız olurdu ama bunu hiçbir zaman sorun etmezdi tabi biz de sorun etmedik. Solak yazı yazmasından dolayı ben takılırdım kendisine. Biz Kemal diye hitap ederdik hep kendisine zaten. Okulda, kendi arkadaşları arasında Ali diye söylenir. Lise öğreniminde tabi daha farklı bir Kemal ortaya çıktı, daha sosyal konulara ilgili, alakalı, daha çok klasikleri romanları okuyan bir yönüyle ön plana çıkmaya başladı. Ve biraz daha konuları böyle irdeleyici, sorgulayıcı bir tavır gelişmeye başladı. Biz bunu gözlemliyorduk kendisinde. Bir defasında çocuk şubeden beni arayarak bir gösteriye katıldığı ve karakola alındığı ile ilgili beni çağırmışlardı. Gittiğimde, kendisi ile orda karşılaştığımda gülerek “bir şey yok baba, beni boşuna getirdiler buraya” diye oradakilerin yanında tiye alır bir şekilde bir tavır sergilemişti.
İnsani değerleri, insani yönü çok ön plandaydı. Yardımsever yönü, herkesin işine koşmak yardım etmek gibi bir özelliği vardı. Bu yönüyle Kemal’in gerçekten mükemmellik derecesinde denilebilecek bir çocukluk sürecinin olduğunu söyleyebilirim. Ne ailesine ne bir başkasına hiçbir sıkıntı yaratmadan her türlü zorluğu kolaylığa çevirecek, çevirme yönünde çabalar sarf eden, bazı sıkıntılar ekonomik sıkıntılar olsun bazı yoklukları hiç önemsemeyen ve onu aşmaya çalışan bir yapısı vardı. Sorun yapmayan bir yapısı vardı. Bu yönüyle de tabi ki hem aileyi hem çevresini rahatlatan bir yapısı vardı.
Gençlik yıllarını çok uzak olduğu için birlikte yaşayamadık. Üniversite hayatını İstanbul-Diyarbakır arası uzun bir mesafe, bizim kendi işimizden kaynaklı zorlukların olması, imalat sektöründe çalışmamdan kaynaklı gidip-gelmem sorun oluyordu. Yani işin başından ayrılmak zor oluyordu. Kendisi gider gelirdi zaman zaman. Ben aylık, haftalık harçlık yatırırdım, zaman zaman annesine sordururdum yetiyor mu diye bir sor bakalım derdim, “ya anne yetiyor, fazla bile geliyor biz dört kişi idare ediyoruz bu parayla” diyecek kadar mütevazı bir yapısı vardı. Yani hiçbir zorluk çıkarmadan o süreci de o şekilde geçirdiğini biliyorum. Tabi ki sonraki yıllarını da birlikte çok yaşayamadık…
YENİ DEMOKRASİ- Cenazeler 20 günü aşkın bir süredir Adli Tıp Kurumu’nda bekletiliyor. Bu süreç nasıl gelişti, ATK’da nasıl dayatmalara maruz kaldınız?
HÜSEYİN YILMAZ– Ekim ayının 4’ünde akşam Sivas İl Jandarma’dan aradılar ve adli tıpa gitmem gerektiğini ne zaman gidebilirsiniz tarzı bir soruyla söylediler. Tabi ben nedenini sorduğumda Ali Kemal’in teşhisi için adli tıpa gitmem gerektiği söylendi. Biz daha önce de böyle bir durum yaşadığımız için bir gün bekledik önce. Ertesi gün haberlerde çıkınca gitmeye karar verdik ve öğleden sonra Malatya’ya yola çıktık. Malatya’ya gittiğimizde orda tabi diğer aile ile birlikte savcılığa gittik, savcılıkta öncelikle ifadelerimiz alındı. İfadelerimiz alınırken biz cenazeyi görmek istediğimizi söyledik. Çünkü 2018 yılında daha önce göstermişlerdi. O zaman teşhis edemediğimiz için de oğlumun burada olmadığını söyleyerek DNA testi için kan vermiştim. DNA örneği istediler. Daha öncesinde DNA örneği verdiğim için ben de ısrarla cenazeyi görmek istediğimizi üstüne basa basa söyledim. Benden önce de Gökçe’nin annesi de aynı şekilde ısrar ettiği için bir fotoğraf göstermişler annesine. Bana bu fotoğrafı da göstermediler. Ben ısrar edince bu defa avukat ile birlikte “neyi göstereceğiz, teşhis edebileceğiniz bir şey yok, baş yok, başka yerden de teşhis edemezsiniz!” gibi savcı çıkıştı. Tabi buna rağmen biz yine de “varolan ne varsa onu görelim” dedik. “Böyle bir prosedürümüz yok, gösteremeyiz, gösteremem” diyerek kesip attı. Olay yeri Tunceli olduğu için bizi Tunceli’ye kan örneği vermemiz göndermek istedi. Tabi ben 2018 yılında kan örneği verdiğimi ve bu kan örneğimin Malatya Adli Tıp’ta olduğunu söyledim. Bunun üzerine diğer aileyi de göndermekten vazgeçtiler. Tabi avukatın da diretmesi oldu. Çünkü bir gün önce otopsi çıkışında Gökçe’nin ablasıyla birlikte gittiklerinde bir kısmını Gökçe’nin ablasına göstermişler. Gösterince tabi oradan teşhis etmiş kardeşini ve diğer bir cenazenin varlığını da gördüğünü söyledi bizlere. “Açıp bakabildin mi?” dedim, “yok ama uzun boylu bir cenaze torbası vardı” diye söyledi bana. 15 gün içerisinde bize sonucun geleceğini söylediler. Tunceli Savcılığı’na gideceğini, Tunceli Savcılığı’nın arayarak bize bu sonucu bildireceğini, gelip cenazenizi alabilirsiniz o zaman diye söyledi. Fakat ben 15. gün dolduğunda Tunceli Savcılığı’nı aradım, Tunceli Savcılığı bana henüz kendilerine öyle bir sonuç gelmediğini, gelince bildireceklerini söylediler. Ben 20. günde yine aradım. Tekrar aynı şeyi söylediler bana. Yani böyle bir sonuç gelmediğini ve gelince bilgilendireceklerini söylediler. Fakat ben cenazemi almak istediğimi net bir şekilde ifade ettiğimde “veremeyiz, adli tıp sonucunun gelmesi gerekiyor” diyerek böyle bir görüş bildirdiler. Yani durum bundan ibaret. Çıkışı olmayan muhatabı olmayan, kimsenin muhatap alınmadığı bir durum var ortada. Sonuç olarak bizim cenazelerimizin verilmesi gerekiyor. Bir bütün olarak verilmesi gerekiyor. Yani bu cenaze ile bir intikam mı alınmak isteniyor cenazeden bunu da anlayabilmiş değilim. Yani buradaki mantığı gerçekten anlamıyorum. Niçin tutarlar? Tespit edilmiş, açıklanmış, kabul edilmiş ortada bir cenaze var. DNA testiyse DNA testi, 24 saat içerisinde çıkan bir şey. 20 gün içerisinde DNA testi raporu hazırlanamıyor mu yani? Kasıtlı ve bilinçli olarak cenazelerin verilmediğini düşünüyorum. Şimdi biz burada ciddi bir travma içerisindeyiz. Cenazemizi almış olsak, görevimizi yerine getirmiş olsak daha bir rahatlayacağız. Çünkü sonuç olarak ortada, bir gerçek var, bu gerçeği de kabullendik. Süreci takip edeceğiz, ısrarla isteyeceğiz. Gerekirse tekrar adli tıpa gideceğiz ki gerektiğini düşünüyorum ben. Yapmam gereken neyse onu yapacağım. Beklemek gerekiyorsa bekleyeceğiz ama sonuçta bu cenazemizi alacağız onlara bırakmayacağız. Bunun için de ne yapılması gerekiyorsa yapacağız.