İskenderun’da fırında çalışan bir işçiyle, pandemiyle birlikte derinleşen sorunlara dair bir röportaj gerçekleştirdik.
YENİ DEMOKRASİ- Fırıncılık, emek-sermaye çelişkisi ve çalışma koşulları bakımından nasıl bir meslektir, biraz bahseder misin?
İŞÇİ- Çalışma koşulları ve çalışma disiplininden bahsedeyim. Fırıncılık yoğun bir emek ve ustalık gerektiren bir meslektir. Bizlerin çalışma disiplini emek üzerine dayalıdır. Tırnak vurmak, lahmacun yapmak, ocakçılık yapmak, hamurkarlık yapmak gibi işler, bir fırını oluşturan yapı taşlarıdır. Yani anlayacağınız, ağır ve yorucu çalışma koşulları ve verilen yoğun emek üzerinde yükselen bir çalışma disiplini vardır. Fırıncılıkta gece, gündüz, tatil gibi durumlar yoktur. Sabah saat 6’da ekmek çıkartmak için gece saat 3’te uyanıp, fırına gidip hamur kazanını çalıştırmak mecburiyeti içerisindeyiz. Emek-sermaye çelişkisi açısından, emeğinin asgari karşılığını bile içinde bulunduğumuz sistemde alamıyoruz diyebilirim. Fırıncılık sektörü kötü durumda. Neden kötü durumda? Ekmek ucuz, maliyet pahalı. Devlet, içerisinde bulunduğu ekonomik kriz ve siyasi durumdan kaynaklı, ekmekte maliyeti düşürebilecek bir fiyat artışını sağlayamıyor.
Bugün İskenderun’da un piyasasına hâkim olan Salık’lardır. Salık’lar öteden beri fırıncılık mesleğiyle meşgul bir ailedir. 13 Temmuz 2012 tarihinde Sarıseki’de çıkan bir çatışmaya askerlerle birlikte katılan korucu Ömer Salık vurularak öldü. Olaydan sonra devlet Ömer Salık’ın ailesine, akrabalarına bazı ekonomik imtiyazlar tanıdı. Bu imtiyazlar, Salık’ların fırıncılıkta daha da büyümesine yol açtı ve büyük işletme haline geldiler. Bu imtiyazlar nelerdi; hastaneler, okullar, cezaevleri ve devlete bağlı olan daha birçok kurumun ihaleler yoluyla yeme-içme işlerini almalarıydı. Adana merkezli Azim Un fabrikasının mallarının satışını İskenderun’da Salık’lar (Ömer Salık’ın oğlu ve damadı) gerçekleştirmektedir. Halihazırda da el emeği olmaksızın, makinelere bağlı seri üretimde bulunacak bir ekmek fabrikası kurma hazırlığı içerisinde oldukları bilgisi de gündemdedir.
YD- Fırıncılığın, fırın işçiliğinin zor ve ağır bir iş olduğundan bahsettin. Seni bu işi yapmaya zorunlu kılan koşullar neler oldu?
İŞÇİ- Beni bu işi yapmaya zorunlu kılan koşulların başını çevresel, sosyal ve ekonomik etkenler çekiyor. Bu işle meşgul olurken bir yandan da yüksek öğrenimimi tamamlamak zorundayım. Bilindiği üzere pandemi koşullarında eğitim, elektronik cihazlar aracılığıyla internet üzerindeki platformlara çekilmiş durumda. Eğitimin internete çekilmiş olması, bazı zorunlulukları doğurdu. Örneğin çok eski bir bilgisayarım vardı ve okuduğum bölümün ve de sistemin gereksinimlerini karşılamıyordu. Bu durum, beni yeni ve daha elverişli bir bilgisayar almaya mecbur etti. Bilgisayarların mevcut durumdaki piyasa değeri ortalama 10 bin lira kadardır diyebiliriz. Sonuç olarak eğitim-öğretim hayatımı sürdürebilmek için yeni bir bilgisayar almak zorunda kaldım. Aldığım bilgisayar 7400 lira değerinde. 7400 liram olmadığı için 6 ay taksit yaptırdım ve bilgisayar bana 8100 liraya mal oldu. Ailemin de bana bilgisayar alacak ekonomik durumu olmadığından çalışmak mecburiyetinde kaldım. Daha öncesinde aileme yük olmamak için kendi ihtiyaçlarım doğrultusunda (sigara, harçlık vs.) çalışıyordum. Daha sonrasında üniversiteyi kazandım, okullar açıldı ve çalışma hayatımın niteliği daha çok eğitim masrafları temelinde değişiklik gösterdi.
YD- Hem okuyorsun hem çalışıyorsun. Bu durumun artıları ve eksileri neler oluyor?
İŞÇİ- Bu durumun artısı, bir nebze de olsa evdeki ekonomik duruma katkıda bulunabiliyorsun. Evdeki masrafı ve yükü bir kişi üstlenmek zorunda kalmıyor. Ayrıca hem okuyup hem çalışırken aileye de ekonomik olarak yük olmamak bir artıdır. Eksilerine gelince, bu durumda olan bir insanın kendine ayırabileceği zaman yok denecek kadar az oluyor. Mesela sabah saat 6’da kalkarsın, işe gidersin. Akşam saat 8’e kadar işten çıkamazsın. İş çıkışı evine gidersin, kişisel temizliğini yaparsın, biraz dinleneyim derken saat zaten olur sana 9 buçuk. 9 buçuktan sonra o günkü derslerine bakıp not çıkarırken saat 11 buçuğa yaklaşmış oluyor. Düşün ki bir ders saati 45 dakikadır. O gün de en az iki ders işlendiğini varsayalım, 90 dakikalık dersle baş başayız. 1 buçuk saat zaten ders izleme süresi. Sonraki 1 saat de o derslerin etüdünü gerçekleştirdiğimizi varsayarsak sabah saat 5 buçuk-6 gibi uyanabilmek için uykuya geçmek gerekiyor. Yani kendine ayırabileceğin bir zamanın hemen hemen hiç olmuyor. Sosyal aktivitelerde son derece pasif, ekonomik kaygılara bağlı olan yoğun çalışma temposunun verdiği bedensel ve zihinsel yorgunluk aktif bir süreç izliyor.
YD- Peki fırında çalışan işçilerin pandemi koşullarında en sık karşılaştıkları sorunlar nelerdir?
İŞÇİ- Biz pandemi koşullarında en başından beri dört tane mahalleye paket servis yapmaktayız. Burada bizim en sık karşılaştığımız, pandeminin insanların psikolojik durumlarını olumsuz etkilemesinden kaynaklı karşılaştığımız sorunlardır. Fırın işçileri olarak verdiğimiz emek ve hizmet çoğu kez zorbalıkla karşı karşıya kalıyor. Sanki ürettiğimiz ürünleri değil de bizleri satın alıyormuş gibi davrananlarla sıkça karşılaşıyoruz. Bu durum fırın işçilerini yaptıkları işten soğutuyor, memnuniyetsizlik doğuruyor. Bununla birlikte aynı zamanda fırın işçisi, işine ekonomik olarak bağımlı olduğu için kendi iradesi ile işi bırakamaması durumu da büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Dünyayı çepeçevre saran bir pandemiden söz ediyoruz. Bir yandan sistemin çürük çarkı dönmek zorunda bir yandan işçiler-emekçiler kıt kanaat da olsa geçinmek zorundalar. Diğer yandan da halkın ekmek ve hamur işi ihtiyacı karşılanmak zorunda. Her ne kadar salgına karşı kendimizce önlemler almaya çalışsak da kriz ve zorunluluk güçlü bir şekilde kendini dayatıyor, riski gözümüzde küçültmek zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla hayata tutunabilmek için kendimizi sisteme feda etmeye zorlanıyoruz. Bugün ülkemizde büyük bir savaş çıksa dahi fırınlar açık kalacaktır. Çalışmanın devamı bakımından tam kapanmadan ya da başka herhangi bir felaketten mutlak suretle etkilenmeyecek mesleklerden biri fırıncılıktır.
YD- Fırıncılık, yaşadığınız bölgede yaygın bir meslek. Sektörel olarak da gelişmiş durumda. Unlu mamülleri alanında Gürlek, Şenöz, Doğuş vb. büyük işletmelerin varlığı da söz konusu. Bu gibi işletmelerle senin çalıştığın, küçük işletme diyebileceğimiz fırınlar arasında ne gibi çelişkiler oluyor?
İŞÇİ- Gürlek, Şenöz, Doğuş gibi büyük işletmeler, küçük işletme niteliğinde olan fırınları son derece olumsuz etkilemektedirler. Maliyet hesabına girdiğimiz zaman ekmeğin kârıyla birlikte -kurtarma maliyeti- 1 buçuk lira ile 1,75 TL arasında olmalıdır. Oysa küçük işletmelerde ekmek 1 liraya satılıyor. Bunun nedeni de burada Doğuş gibi markaların büyük işletme olmasından kaynaklı ekmeği daha ucuza, 1 liraya piyasaya sürmesidir. Hal böyleyken halk daha ucuza yöneliyor ve küçük işletmeler, büyük işletmelerin gölgesi altında boğuluyor, işler kesat gidiyor ve en nihayetinde iflasa kadar gidiyor. Dolayısıyla küçük işletmeler de ekmeği alış fiyatına satmak zorunda kalıyor. Enflasyonu referans alırsak mevcut gerçeklikte ekmeğin 1 liraya satılması zarardan başka bir şey getirmez. Bugün İskenderun’da gereğinden çok daha fazla fırın açılmış durumdadır. Sadece oturduğum mahallede on beşten fazla fırın bulunuyor. Bunlardan yalnızca üç tanesinin çalışma ruhsatı tamdır. Geri kalan fırıncılar ise yalnızca belediyeden aldıkları bir çalışma ruhsatı ile fırın işletiyorlar. Oysa fırın işinde normalde ekmek çıkartmak için ayrı bir ruhsat, pişirim için ayrı bir ruhsat, hamur yoğurabilmek için bile ayrı bir ruhsat edinmek gerekiyor. Çünkü gıda güvenliği ve insanların sağlığı söz konusudur. Ruhsatsız iş yeri açma durumu burada yaygındır. Bu durum işçiler için sigortasız ve güvencesiz çalışmanın da önünü açmaktadır. Ruhsatsız açılan çoğu iş yerinin sahibi polis ve zabıtayla, vergi dairesi ile sıkı ilişkiler içindedir. Dolayısıyla hem iş yerinin denetimi kolaylıkla es geçilmekte hem de binlerce işçi daha fazla sömürüye maruz kalmaktadır. Ruhsatsız iş yeri sahiplerinin elindeki bu imkanlar, kendileri arasında da bir rekabete yol açıyor.
YD- Bilindiği üzere pandemi koşullarını fırsat bilen işverenler, son zamanlarda gündemden düşmeyen Kod-29 uygulamasına sıkça başvurarak işçi kıyımı yapmaktadırlar. Bu konu hakkındaki düşüncelerini bizimle paylaşabilir misin?
İŞÇİ- Kod-29 uygulaması devletin tamamen paraya, özel mülkiyete tapınmasından ileri gelen uygulamalarından yalnızca bir tanesidir. Zengini daha da zenginleştirmeye yarayan, işçileri maddi-manevi yok oluşa sürükleyen bir uygulamadır. Devlet, kendisine maddi yararı dokunacak olan patronların, kodamanların yanındadır. Bu uygulama işverenlere, kodamanlara; onlar da devlete lazımdır. Bunları birbirinden bağımsız düşünemeyiz. Fırıncılık sektörü açısından bakarsak İskenderun’daki fırınların çoğunda sigortalı çalışan işçi yoktur. Kod-29 uygulaması sigortalı işçiler için geçerli bir uygulama. Buradaki fırıncılık sektöründe yevmiye usulü çalışma mevcut; sabah işe gelirsin, akşam işten çıkarken yevmiyeni alır gidersin. Bu konuya dair genel olarak şunları söyleyebilrim: üretimin olması için işçiye ihtiyaç vardır. İşçi yoksa üretim de yoktur. İşsizlik had safhaya ulaşmış durumda. Saatlik çalışma ücretleri düşük. Burada yaşayan bir üniversite öğrencisi herhangi bir kafeye çalışmaya gittiğinde, saatlik alacağı ücret yalnızca 6 TL’dir. 10 saat çalıştığını varsayarsak -ki bu gününün hemen hemen yarısı eder- günlük eline geçen para 60 TL’dir. Aylık olarak düşünürsek bu ücret yoksulluk sınırının oldukça altında bir ücrettir. Bu da ülkemizde aslında sigortasız ve güvencesiz çalışma koşullarının son derece ciddi bir sorun olduğunu gösterir. İnsanları yaşayabilecekleri en asgari hayat koşullarına mahkûm ediyorlar.
YD- Yaşadığımız bölgede genel olarak halk gençliğinin, özel olarak da işçi gençliğin sosyal ve ekonomik durumunu nasıl değerlendiriyorsun?
İŞÇİ- Genel olarak halk gençliği, özel olarak da işçi gençlik yoksullukla yüz yüze. Ekonomik olarak çöküntüye girmiş bir gençlik, KYK borcu altında ezilen bir öğrenci gençlik, geçim sıkıntısı altında ezilen bir işçi gençlik gerçekliği ortadadır. Halk gençliğinin ve işçi gençliğin elde edebileceği sosyal aktiviteler yok denecek kadar azdır. Nedeni ise hayat pahalılığı ve düşük gelirdir. Örneğin bugün iki genç kamp yapmak istese, bir kamp çadırının fiyatı 500 TL’nin altında değildir. Biraz önce de söylediğim gibi kafede çalışan bir genç için saatlik kazanç 6 TL’dir. Sadece bir kamp çadırı alabilmek için o gencin yemeden içmeden çalışması gerekir. Günde 60 liradan yaklaşık 10 gün boyunca bütün kazancını, temel ihtiyaçlarını dahi karşılamadan, kamp çadırı için vermesi gerekir. Halk gençliği ekonomik kriz içerisinde boğuluyor. İşçi gençlik ise tekdüze bir yaşantıya sahiptir. Evden işe, işten eve olarak tanımlayabiliriz işçi gençliğin durumunu. İşçi gençlik hiçbir şekilde, hiçbir sosyal aktiviteye katılım sağlayamıyor. İşçi gençlik için hem zaman hem imkân yani maddi koşullar bu aktiviteleri sağlamaya yeterli değil. İşçi gençlik, eğitim durumlarını gerçekleştirme konusunda da oldukça zor bir durum içerisindedir. Eğer bir şekilde aileden veya akrabalardan ek bir gelir yoksa, ülkenin sosyal ve ekonomik durumu da geri bir durumdayken, işçi gençliğin okula gitme şansları eriyip yok oluyor.
YD- Eklemek istediğin son bir şey var mı?
İŞÇİ- Bizim bu sömürü düzeninden kurtulmadan, şu anda içinde bulunduğumuz hayattan kurtulmamızın imkânı yoktur. Kapitalistler, daha fazla zenginleşmek için işçileri-emekçileri kullanarak onları iliklerine kadar sömürüyorlar. Bizler var oldukça, onlar yok olmaya mahkûm olacaklardır.