Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde bulunan tutsak Partizan İsmail Yılmaz’ın gazetemiz Yeni Demokrasi için farklı hapishanelerden tutsaklarla, “pandeminin hapishaneye etkileri” konulu röportaj dizisinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz.
İsmail Yılmaz: Bize kendinizi tanıtır mısınız; hangi davadan yargılandınız, yargılanıyorsunuz, kaç yıldır hapistesiniz, ne zaman çıkacaksınız?
Cezmi Kartal: Adım Cezmi Kartal, 29 yaşındayım, 10 yıldır cezaevindeyim. 2030’da çıkacağım.
Sinan İyit: Öncelikle şahsınızda Yeni Demokrasi çalışanlarını en içten devrimci duygularımla selamlıyor, sevgi ve saygılarımla birlikte teşekkürlerimi iletiyorum. Dersim’in Pulur (Ovacık) ilçesi Çirpazin (Aslandoğmuş) köyü nüfusuna kayıtlıyım. İlkokulun bir kısmını Pardi (Karayonca) bir kısmını da Ada köyünde okudum. Ortaokulu Zeranik (Yeşilyazı) nahiyesinde liseyi ise Eskişehir’de okudum. 8 kardeşin en küçüğüyüm. 1992 yılında Kürt Özgürlük Hareketi saflarına Dersim’den katıldım. 13 Temmuz 1993 yılında Bingöl şehir merkezinde esir düştüm. Kısa bir süre Bingöl Hapishanesi’nde tutulduktan sonra Diyarbakır E Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildim. Yargılama sonucu idam cezası verdiler. Belli bir süre sonra Çankırı Hapishanesi’ne sürgün edildim. Dosyam Yargıtay’da bozulunca tekrar Amed Hapishanesi’ne götürüldüm. Aynı cezayı verdiler. 1996 yılının başında bu kez Yozgat Hapishanesi’ne sürgün edildim. 2003 yılı aralık ayında da bir grup arkadaşlar Sincan 2 Nolu F Tipi’ne sürgün edildik. 2013 Temmuz’unda da kendi isteğimle şu an kaldığım Kandıra 1 Nolu F Tipi’ne getirildim. Hapishanede 29 yıla girmiş bulunmaktayım. İdam cezası kaldırılınca doğal olarak bana verilen ceza da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası dolayısıyla da 2005 yılından beridir tekli hücrede tutulmaktayım. Devlet yetkilileri vakti zamanında sayın Öcalan için “öyle bir ceza vereceğiz ki her gün öldürmüş olacağız” demişlerdi. Ki devrimcileri, muhalifleri ya fiziken ortadan kaldırmayı ya da hapishaneye alarak anlamsal olarak öldürmek tarih boyunca egemenlerin temel amacı olmuştur. Siyasi davadan esir düşüp de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş olan bir devrimci tutsaklara düzenlenen müddetnamede “ölünceye kadar hapishanede kalır” diye yazılmaktadır. Dolayısıyla bizlerin hapishaneden çıkması ya devrimle olacak ya da Kürt sorununun demokratik yollarla çözümüyle mümkün olacaktır. Egemenlerin anlamsal olarak da bize ölümü reva görmesi onlara yakışandır. Biz devrimcilere yakışan da onlara inat onurlu bir devrimci mücadele ve yaşamı esas almaktır. Demem şu ki herkes kendisine yakışanı yapar. Gönül rahatlığıyla şunu belirtmek isterim ki esir düşmeden önce devrimci duygum, düşüncem, coşkum ne idiyse onları korumakla birlikte, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ekseninde daha da geliştirmenin kendimi kişilik olarak da yeniden inşa etmenin arayışı, çabası içinde oldum, olmaya da devam edeceğim. Aslolan, anlamlı olan da budur diye düşünüyorum. Çünkü, önemli ve anlamlı olan nerede olduğundan çok nereden baktığın, nasıl bir duruşun, yaklaşımın sahibi olduğundur.
İsmail Yılmaz: Koronavirüs salgınının hapishane hayatınıza yansımaları nelerdir? Hücre yaşamınızı nasıl etkiledi, etkiliyor. Hastane, mahkeme, gidiş gelişleriniz sırasına ne gibi sorunlarla karşılaştınız, karşılaşıyorsunuz?
Cezmi Kartal: Kovid salgını toplumsal yaşamın bütün alanlarını etkilediği gibi hapishaneleri de etkiliyor. Bu etkilerin halen devam ettiğini belirtmek mümkün. Bilindiği gibi cezaevleri katı tecridin uygulandığı mekânların başında geliyor. Salgın tedbirleri kapsamında yürürlüğe konulan uygulamalarla bu daha da katılaştırıldı. Eskiden kullandığımız sınırlı haklarımız bile salgınla birlikte kullanamaz olduk. Aile görüşleri, sohbet, sportif faaliyetler, avukat ziyaretleri, kültürel-sanatsal kurs faaliyetleri çoğunlukla tümden ortadan kaldırıldı ya da çok sınırlandırıldı. Tecrit içinde tecrit gibi bir uygulama içinde bulunduğumuz söylenebilir. 45 yıldır bulunduğumuz hücre dışına haftalık telefon görüşü için koridora çıktığımızı saymazsak hiç çıkamadık. 24 saatimiz hücre içinde geçiyor. Sanırım “sosyal mesafe” kavramına gerçek anlamda hakkını veren koşullar sadece bizim içinde bulunduğumuz durumdur. Bütün sosyalleşme imkanın budur: Üç kişilik hücreler. Bunun dezavantajları saymakla bitmez. Yaratıcı tarzda zamanın kontrolü ele alınmazsa kısa süre içinde oluşacak tekrar dolayısıyla tecrit insanın içine nüfuz edecek. Yalnızlık duygularının gelişmesi özellikle hapishanede yıpratıcıdır. Sürekli yeniden yeniden inşa edilmeyen sosyalite ilişkileri de olumsuz etkiliyor. Bu minvalde normal koşullarda refleks ve davranışlar iç daralmanın getirdiği yeni durumla birlikte değişime uğruyor. Her yönüyle kuşatılmışlık hissi duygusal sınırlarda gezen bir yaşam üslubu yaratıyor. Buna benzer durumların yaşanmaması için ortak faaliyetleri daha da artırdık. Birlikte spor yapma satranç oynama, film seyretme gibi etkinliklere daha çok önem verdik. Yazınsal çalışmalar, okumaları farklı alanlarda derinleştirmeyi önümüze koyduk. Bu biçimde olumsuz etkilerini olabildiğince daraltmaya çalıştık. Ben bu sürede hiç hastaneye gitmedim. Ancak giden arkadaşlardan bildiğim kadarıyla epey problemli. İlk bir yıl ağır rahatsızlıkları olan arkadaşlarımız dahil kimse rahatsızlıklarından dolayı hastaneye gidip tedavi olamadı. Hastane sevkleri son zamanlarda yeniden başladı. Hastane gidiş gelişlerinde arkadaşlarımız 14 günlük karantinaya alınıyorlar. Bu bir yere kadar anlaşılabilir ancak bu karantina koşullarının sağlık açısından riskleri var. Çoğunlukla boş hücrelere götürülüyor arkadaşlarımız. Temizlik araç gereçleri verilmiyor. Eğer idare deposundan adına kayıtlı eşya yoksa mahrum kalıyorsun temizlikten.
Sinan İyit: Bu sorunuz bağlamında öncelikle şunu belirtmek yanlış olmaz: Hapishane demek tecrit politikasının esas alındığı, bunun için de kısıtlamaların, yoksun bırakmaların hakim kılınmaya çalışıldığı bir mekandır. Her hücre (ister tek kişilik ister üç kişilik olsun) bir anlamda ışıklandırılmış bir mezar olarak kurgulanmış ve inşa edilmiştir. Hapishanedeki en ufak veya en basit uygulamanın bununla bağını hep akılda tutmak gerekiyor.
Kısıtlama ve yoksun bırakma konusunda çok basit bir örnek vermek istiyorum. Kış mevsiminde kimimiz eldiven kullanma ihtiyacı duyuyoruz. Ancak idare kantinde satmadığı gibi dışarıdan ailemiz gönderse de almamaktadır. Çok basit ve insani bir ihtiyaç olan eldiveni alabilmemiz için hastaneye gidip doktordan rapor almamız gerekiyor. “Tamam! O zaman hastaneye sevkimi yapın” denildiğinde “pandemi dolayısıyla acil durumlar dışında hastane sevkleri yapılmamaktadır” cevabı verilmektedir. Kullandığımız saatin pilini değiştirmek veya kordon almak istediğimizde “Covid-19 dolayısıyla yapamıyoruz. Postayla ailenize gönderin halletsin size göndersin” diyorlar. Böyle örnekler çoğaltmak mümkündür.
Covid-19 salgınıyla birlikte başta ayda bir, sonra da ayda iki kez kapalı ziyaret dışında sohbet, spor, çeşitli sosyal aktivitelere çıkma, ayda bir olan açık ziyaret hakkı kaldırıldı. Bu politikadan vazgeçilmesi için çeşitli kerelerce bakanlığa dilekçe yazdık ancak her defasında pandemi gerekçe gösterilerek reddedildi. Mesele nedir? Gardiyanlarla temas dolayısıyla bulaş riskinin olması olarak açıklanıyor. Bunun zindan koşullarında bir karşılığı olmadığı açıktır. Şöyle ki, hangi gerekçeyle olursa olsun hücrenin dışına çıkarıldığımızda gardiyanlar üst aramamızı yapmaktadır. Koliye, telefona, revire, müdür görüşüne çıktığımızda bu yapılmaktadır. Sohbete, spora, çeşitli aktivitelere çıkarılıyor olsak aynısı yapılacak. Yani yakın temas bağlamında üst aramamız yapılmış olunacak. Dolayısıyla mesele pandemi değil, pandemi gerekçesiyle ağır tecrit uygulamaktır, amaçlanan bu oldu. İnsan sosyal bir varlıktır. Başka yüzler görmek, başka sesler duymak, sohbet etmek ister. Pandemi gerekçe yapılarak her bir hücredeki bizler diğer hücrelerdeki arkadaşlardan izole edilmiş olduk. Bu tecrit ve izolasyon devam etmektedir. Açıkça belirtmeliyim ki her birimiz kaldığımız hücrede izole etmeyle amaçlanan strese sokmak, iç dünyamızda sıkıntıların oluşmasını sağlamak vb.dir. Yer yer daralmalar, sıkılmalar bununla bağlantılı gelişebildi. Ancak, uygulanan politikayla amaçlananın ne olduğu bilindiğinden kısa sürede bu durumlarda aşıldı diyebilirim. Kişi devrimci ideallere bağlıysa eğer, bilme durumu kişide karşı savunmayı öz savunmayı derinlikli kılar.
İzninizle özgün bir hususu da belirteyim. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilenlerimiz açısından pandeminin yansıması çok sınırlı oldu. Çünkü Covid-19 salgını öncesinde de tabi tutulduğumuz politika arasında bir fark oluşmadı. Pandemi öncesinde zaten ayda bir kez spora çıkarılıyorduk. Sohbete çıkarılmıyorduk. Yani biz zaten süreklileşen bir tarzda pandemi sürecinde yaşıyorduk.
1 Temmuz itibariyle dışarıda gece 12’den sonra müzik kısıtlaması dışında genelde bir normalleşme başladı. Ancak bunun hapishaneye yansıması olmadı. Kısıtlamalar olduğu gibi devam ediyor. Kısıtlamaların kaldırılması için 12 Temmuz tarihli bir dilekçe yazdık bakanlığa. Bakalım bu kez cevap ne olacak?
Buradan bir hususun altını önemle! Çizmem gerekiyor. Bizi bizden çok düşündükleri için AKP-MHP faşizminin ve adalet bakanlığının hakkını yemeyelim! Biz devrimciler böylesi bir iktidara ve bakanlığa ne kadar güvensek de azdır! Bizim sağlığımızı bizden çok düşünen bu yaklaşım karşısında biz sevinç gözyaşı dökmeyelim de kim döksün!
İsmail Yılmaz: Koronavirüs salgını aileniz üzerinde ne gibi etki bıraktı, ilişkilerinize bu nasıl yansıdı, yansıyor?
Cezmi Kartal: Ailemle sınırlı telefon görüşmelerinden öğrendiğim kadarıyla herkes gibi onlar da bu sürecin zorluklarıyla karşılaşmış. Maddi ve manevi olarak salgının etkileri oldu. Her şeyden önce salgın tedbirleri geniş aile ilişkilerinde bir sınırlamayı getirmiş. Eskiye oranla daha az görüşülüyor. Zamanla bağlar kopuyor, sıcak karşılıklı ilişkilerin yerini araya mesafeler koyan bana göre soğuk sosyal medya ilişkileri alıyor. İçe kapanma, kaygı, belirsizlik zamanla dayanışma duygularının minimalize olmasına deyim yerindeyse herkesin kendi başının çaresine bakması gerekir düşüncesinin hakim olmasına yol açıyor. Tabi salgın kendisiyle can kayıplarını da getirdi. Geniş aile içinde yaşanan can kayıplarının getirdiği manevi zorluk var. Aynı etkilerin maddi olarak da yaşandığını belirtebilirim. Çok büyük etkileri olmasa da aile fertlerinin bir süre işsiz kalmasına yol açtığını biliyorum.
Sinan İyit: Aileye nasıl yansıdığını tam olarak bilecek durumda değilim. Ailemle tek ilişkim 15 günde bir telefon görüşmesidir. Açık ziyaret zaten yok. Kapalı ziyarete de ben gelmelerini istemedim. Pandemi dolayısıyla dışarıdaki herkes gibi onlar da açık hapishanede eve hapsedildiklerinden belli sıkıntıları yaşadıklarını biliyorum. Telefonda bana “şimdi hapishanede olan sizlerin hangi zorlukların üstesinden gelmeye çalıştığını daha iyi anlıyoruz” söylemleri aynı zamanda yaşadıkları sıkıntının ifadesi oluyordu. Ben de kendilerine bu eve hapsedilmeyi iyi değerlendirmelerini, ev içi yaşamlarını renklendirmeleri gerektiğini, kitap okumalarını söylüyordum. Her zamankinden daha çok birbirlerine güç vermelerini, sinirlerine hakim olmalarını, sabırlı olmalarını söylüyordum. Onlar bana güç vermeye çalıştığı gibi ben de onlara güç vermeye çalıştım, çalışıyorum.
İsmail Yılmaz: Egemen güçlerin koronavirüs salgını üzerinden izledikleri politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cezmi Kartal: Salgın hakkında bir takım komplo teorilerini dikkate almazsak salgının kapitalist modernitenin yapısal krizinin bir sonucu olduğu rahatlıkla belirtilebilinir. Azami kâr kanunun yarattığı doğa tahribatı, bozulan ekosistemin topluma bir yansıması ve bundan sermayedarlar, uluslararası şirket ve iktidarlar sorumlar. Bu üretim politikalarını destekleyen devletler de aynı oranda sorumlu. Buna ilaveten bu güçlerin hiçbir çözüm politikası yok. Ötesi çözme yeteneğini de kaybetmiş durumdadır. Yapısı gereği de bunu yapamaz. Zira yapısal değişiklikleri zorunlu kılıyor. Neoliberal ekonomik düzen büyük bir krizi yaşıyor. Son aşama olarak küresel piyasanın ötesi yok ve bu kriz kapitalizmin sonunun işaret ediyor. Ancak bu küresel salgın kapitalizme dinlenme ve yeni bir çıkış imkânı sunuyor. Krizler küresel çapta bir tepki hareketini uzun zamandır yaratıyordu. Bu noktada bir küresel salgın kontrolde tutularak uzun bir zaman dilimine yayılarak toplumu kontrol eden bir mekanizma olarak kullanma durumu var. Bir kez daha krizden beslenen iktidarını tahkim etme politikası uygulanıyor. Tabi oluşum ve hareket halinde olan bir süreç içindeyiz. Neler olacağını tam kestiremeyiz. Egemen güçlerin bu yönlü bir deneyimi var. Modern iktidar, burjuvazinin modern çağın başlangıcında veba salgınının kontrolü sırasında edindiği tecrübeler sonucunda yaratıldı. O zaman burjuvazinin nihai zaferi için kullanıldı, şimdi yenilgisini engellemek için kullanılıyor. Toplum sağlığı, krizler, doğa bu politikalar için hiçbir anlam ifade etmiyor.
Sinan İyit: Kovid-19 egemenlerin gerçek yüzünü bir kez daha görünür kıldı. Zenginler daha çok zenginleşti, yoksullar daha çok yoksullaştı. Egemenler açısından salgının kârlarına kâr atmak için bir araç olduğu bir kez daha görüldü. Kovid-19 dolayısıyla hayatını kaybedenlerin büyük çoğunluğunu yoksullar oluşturuyor. Kovid-19 yüceltilen kapitalist modernitenin, onun devlet anlayışının sorunların asıl kaynağı olduğunu açığa çıkardı, daha doğrusu daha fazla kesim tarafından görülmesini sağladı. Şu da açığa çıktı: devletler kendi açısından yük gördüğü bakıma muhtaç kesimlerden kurtulmanın bir aracı olarak bu virüsü de kullandı. İşsizlik arttı, intiharlar çoğaldı. Kadına şiddet arttı. AKP-MHP iktidarı bağlamında bunları çok net gördük.
Covid-19’un hapishaneler bağlamında yansıyan ayrımcılığı da çıkarılan infaz yasasında gösterdi. Pandemi gerekçesiyle hapishanelerdeki bazı tutsaklar serbest bırakılırken biz devrimciler bunun dışında tutulduk. Fakat bu konuda şunu öğrenmiş olduk, Covid-19 biz devrimcilerin dostuymuş! Covid-19 devrimci olmayanlara, belli suç kategorisinde olanları hedef aldığından devlet bu tutsakları virüsten korumak için yasa çıkartarak tahliyelerini esas aldı. Bu kanunla kendi anayasalarını bile ayaklar altına aldılar. Çıkarları gerekiyorsa kendi koydukları kanunu, yasayı yok saymak egemenlerin bir özelliğidir.
İsmail Yılmaz: Devrimci, demokratik güçler bu süreci nasıl karşıladı, karşılıyor? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Cezmi Kartal: Tabi krizler hiçbir zaman gerçek anlamda kapitalizmin nihai yenilgisi olmadı ve olmayacak gibi. Başka alternatifler, paradigmalar, bunları toplumun gündemine sokacak ve örgütleyecek güçler olmalı. Bu yönlü 150 yılı bulan bir demokratik, devrimci, sosyalist deneyim var. Sadece devrim yapmak bütün devrimci faaliyeti ele geçirecek iktidarlar üzerinden oluşturmak hem yetersiz hem imkânları oldukça daralmış. Demokratik, devrimci faaliyet eski manifesto ve eylemin gönderme yaptığı bir gelecek tasavvuru üzerinden olmamalı. Devrimci faaliyet şimdinin bir eylemi ve şimdinin sorunlarını çözmeyi amaç olarak benimseyen bir inşayı öncelemeli. Devrimci demokratik güçlerin bu noktada yaratıcı politikalar oluşturma, uygulama sorunu var gibi. Bu hepimizi sorunu. İnsanlar sorunlarını gündelik olarak hissediyor en basit sorundan en büyük sorunlara bu durum böyle. Bu sorunların çözümü için nasıl bir dayanışma ağı kurduk? Ekonomiden toplum sağlığına, kadın, aile sorunlarından ekolojik sorunlara kadar toplumu ne kadar bilinçlendirdik, öfkeyle sınırlı kalmayan kendi yaşamını düzenleyen yaratıcı bir etkinliği gerçekleştirdik. Devrimci demokratik güçlerin bu noktada en büyük sorunu yaşamı üretememektir. Bu yeterince gündeme gelmediği gibi bu noktada bir politika da çok yok gibi. Dolayısıyla süreci karşılaması oldukça zayıf oldu.
Sinan İyit: Aslında dünya genelinde asıl mesele devrimci-demokratik güçlerin durumudur. Marksist literatürle söyleyecek olursak dünyanın birçok yerinde devrimin objektif koşulları hazırdır. Covid-19 bu koşulun daha da derinleştiğini gözler önüne serdi. Ancak eksik olan devrimin sübjektif koşulu bağlamında öncü güçlerin doğru bir paradigmayla toplumun karşısına çıkmaması, öncülük yapamamasıdır. Temek çelişki artık yalnızca burjuvazi ile proletarya arasında değil, burjuvazi (onun en örgütlü gücü olan devletle) ile toplumun geneli arasındadır. Çelişkinin bu genelleşme durumunu göz önünde bulundurursak kapitalizmden zarar gören her kesime ulaşmak, onları örgütlemek birlikte bir eylemsellik içinde olmaktır. İşçi sınıfına giderken “eziliyorsun, sömürülüyorsun, hakkın yeniliyor” demek yetmiyor, hakkını ararken işten atıldığında, haksızlığa uğradığında sırtını dayayacağı, geçimini sürdüreceği örgütlenme, dayanışma ağlarını oluşturmak olmazsa olmazdır. Sosyalizm devletçi paradigmadan kendini arındırmak zorundadır. Devleti önce ele geçirme sonra sönümlendirme değil, daha baştan devletli paradigmayı reddedip devlet dışı örgütlenmeleri oluşturmadan topluma umut aşılanamayacağı ortadadır. Covid-19 biz devrimcilerle bunu yapmanın olanağını, ortamını aslında sundu ama bunun yeterince değerlendirildiğini düşünmüyorum. Sanal medyanın bile bu konuda yeterince kullanılmadığını düşünüyorum. Birçok kişi işten atıldı, herhangi bir ekonomik yardım yapılmadan insanlar eve hapsedildi, bu yaklaşım karşısında dayanışma ağlarını örmek, devleti ekonomik yardım yapmaya zorlamak için milyonları sokaklara çekmek devrimci bir talep ve eylemken, kimse bunu yapmadı.
İsmail Yılmaz: Koronavirüs salgınının en çok kadınlar üzerinde etkili olduğu görülüyor. Sizce bu etkiler nelerdir? Ne gibi sorunlara yol açtı, açıyor?
Cezmi Kartal: Kovid salgınından çok kadınlar etkilendi gibi bir tespit ne kadar yerinde olur bilmiyorum. Buradan çok takip etme imkânı da olmadı. Ancak kadının sistem içindeki durumunu göz önünde bulundurduğumuzda bu tespit oldukça doğru gibi. Normal şartlarda kadının ekonomik koşulları oldukça dezavantajlıydı. Bu süreçte daha çok etkilenmeleri doğaldır. İşten çıkarılma ilk gündeme geldiğinde bundan etkilenecek olan kadınlardır. Geçim sıkıntısı, zorlukları en çok kadınları etkiliyor. Evin ekonomisine bakan onlardır. Geçim sorunu en çok kadınları, maddi ve duygusal olarak etkiliyor. Normal şartlarda eve kapatılan kadının bu süreçte daha fazla tecridi yaşama gibi bir durumu da var. Eve kapanma aile içi şiddet vb. birçok sorunu da kendisiyle getiriyor. Geçimsizliğin artması, aile içi sorunların kördüğüm haline geldiği noktada ilk hedef alınan kadınlar oluyor. Bu pandemi sürecinde kadın cinayetlerinde bir artış olduğu da görülüyor. Bunları belirtebilirim.
Sinan İyit: Kanımca bu soru soruların en zorudur. Buna en doygun cevabı verebilecek durumda olan kendileridir. Fakat şunu söyleyebilirim: Pandemi dolayısıyla işten atılan ağırlıklı olarak kadınlar oldu. Şüphesiz ki erkekler de atıldı. Kadın açısından bunun eve yansıması olumsuz oldu. Görsel ve yazılı medyadan takip ettiğim kadarıyla kadın katliamı, kadına şiddet bu süreçte daha da arttı. Bu erkek egemen yaklaşımın bir sonucudur. Devlete karşı bir şey yapamayan, sesini çıkaramayan erkekler öfkesini kadına yöneltmiştir. Pandemi süreci erkeğin köleleşme düzeyini çok net ortaya koydu. Haksızlığa daha çok direnenler kadınlar oldu. Bu pandemi sürecinde sesini çıkaran en çok kadınlar oldu. Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz ile Jin, jiyan, azadi sloganlarının kadınların dilinde en çok yükselen sloganlar olması umut veriyor. Umut, kadın eksenli özgürlükçü paradigma ve mücadelededir.