[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Rojava’da işgali genişletme hedefi faşist diktatörlüğü yeni arayışlara ve manevralara itiyor. Soçi’de Putin ile yapılan görüşmenin akabinde, rejim ile önkoşullar bağlamında görüşme, uzlaşma sağlanabileceğine dair ifadeler gerek Erdoğan’dan gerekse de Çavuşoğlu tarafından dillendiriliyor. “Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok” sözleriyle Erdoğan, olası diplomatik ilişkilere açık şekilde göz kırpıldığını gösterdi. Burjuva-feodal medyanın kalemşorları görüşmelerin taşlarını döşerken Rusya cephesinden söz konusu görüşmenin arabuluculuğuna dair emareler de öne çıkıyor. Tüm bu yaşananlar TC cephesinden Suriye ile görüşmenin ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz Erdoğan’ın bu hamlesini salt seçim kazanmaya dönük olarak ele almamak gerekir. Bu noktada Türk hâkim sınıflarının bir konsensüs içerisinde oldukları açıktır. Kılıçdaroğlu konuya dair “Suriye politikasında da bizim dediğimiz noktaya gelmeleri doğru. Umarım başarılı olurlar” ifadeleriyle söz konusu girişimleri olumlu gördüklerini beyan etti.
Kuşkusuz TC’nin bu isteminin arka planında Suriye politikasında yaşanan tıkanmanın ve Ortadoğu’daki Türk etkinliğinin azaltılması hamlesinin payı büyük. TC, Suriye özgülünde İdlib’e sıkışan bir politikayla zaten fiili olarak Esad’ın devrilemeyeceğini kabul etmişti. Diğer bir nokta ise TC’nin Kürt düşmanlığı ve kazanımlarını boğmaya dönük değişmeyen politikası. Bu bağlamda ezilen ulusun mücadelesinin ezen ulus devletlerince beka sorunu olarak ele alınıyor oluşu TC’yi rejim ile Kürtleri birlikte ezme teklifinde buluşturuyor. Bölgede konumlanan emperyalist güçlerin TC ve Suriye gibi devletlerle kurduğu ilişkiler son kertede Kürt kazanımlarının kurban edilmesine neden olabilir.
ÖNKOŞULLAR VE PARADOKSLAR
TC, rejim ile uzlaşı ve görüşmeler için temel koşulunu Rojava’nın fiili özerklik durumunun ortadan kaldırılması olarak koyuyor. Yani Rojava’daki işgaline rejimi de paydaş yapmak istiyor. Böylelikle “gayri resmi” olarak tanımlanan özerklik durumuna Suriye devletiyle meşru bir müdahalede bulunarak kendi pozisyonuna da meşruluk kazandırmanın hesabını yapıyor. Diğer yandan ise rejimin “terörist” dediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ve diğer irili ufaklı çeteleri Suriye’nin geleceğindeki ortak yönetime öneriyor. Suriye rejimi, TC’nin yönetime önerdiği ve diyalog kurma çağrısı yaptığı ÖSO, SMO gibi grupları “terörist” olarak tanımlıyor ve TC’nin bu gruplara desteğini sürdürdüğü müddetçe görüşmenin mümkün olmadığının altını çiziyor. Diğer yandan görüşme için Suriye topraklarında tek bir TC askerinin dahi kalmamasını ön şart koşuyor. Bazı kaynaklar söz konusu görüşmenin olması için Rusya’nın baskı uyguladığını ancak rejimin, şartları öne sürerek bunu reddettiğini söylüyor. Erdoğan’a Soçi’de operasyon için yeşil ışık yanmasa da rejim ile görüşmeye dair işaret aldığı böylelikle doğrulanıyor. Suriye’nin görüşmeler için önşartlarını Erdoğan yaptığı açıklamalarla kabul etmediğini gösterdi. Erdoğan işgal hevesini 25 Ağustos’ta Ahlat’ta yaptığı konuşma ile tekrarladı: “Güney sınırlarımızı bir uçtan diğer uca 30 kilometre derinliğinde bir koridorla güvence altına alana kadar mücadelemizin bitmeyeceğini tüm dünyaya bir kez daha ilan ediyorum… Bize ‘Sakın ha!’ diyerek parmak sallayanların riyakârlıklarının farkındayız… Kendi planlamamıza göre bu operasyonları sürdüreceğiz.”
Bu demeçler Suriye özgülünde bir uzlaşıdan oldukça uzak olunduğunu gösteriyor. Rejimin bu noktadaki ısrarını Rusya’ya rağmen sürdürmesi önkoşullara yaklaşımda esneme olmayacağı kanısını güçlendiriyor.
RUS FAKTÖRÜ KÜRT KAZANIMLARININ BOĞULMASINA YOL VEREBİLİR
MİT Başkanı Hakan Fidan ile Suriye Ulusal Güvenlik Büro Başkanı Tümgeneral Ali Memlük arasında Moskova, Lazkiye/Hmeymim ve Tahran’da gerçekleşen görüşmelerde de sonuç çıkmamış, önkoşullarda anlaşma sağlanamamıştı. Emperyalist bir güç olarak Suriye’de önemli bir pozisyon edinen Rusya bu noktada iki tarafı da uzlaştırmak ve görüşmeye ikna etmek adına çeşitli formüller arıyor. Rusya’nın bu çabasında kuşkusuz Ukrayna savaşı bağlamında TC ile kurduğu ilişkilerin de önemi vardır. Bunlardan en önemlisi de uşak iki tarafın da istemlerini törpülemek, ara formüller üzerinde yoğunlaşmak. Rusya’nın bu çabasında Kürtlerin geleceğine dair bir emare olmadığı açık. Rusya Rojava’ya dönük “kültürel özerklik” tanımını da bırakarak burayı “ayrılıkçı bölge”, “yasadışı özerklik girişimi” parantezine aldı. Efrin’den itibaren Kürt bölgelerinin işgaline ABD ile izin vererek TC’ye alan açtı, Kürt kazanımlarının boğulmasına su taşıdı.
Tahran ve Soçi’den operasyon izni çıkmasa da Rojava’ya dönük TC saldırganlığı sürüyor. Rojava’ya dönük ardı arkası kesilmeyen saldırılar ise savaştan farksız bir tablo üretiyor. Bu da emperyalistlerin Rojava işgali yerine yeni bir saldırı, yıpratma ve buna bağlı fiili insansızlaştırma noktasında TC’ye yol verdiklerini gösteriyor. Saldırılarda alan hâkimiyetine dönük bir kara harekâtı dışında halkın yaşam alanlarına ciddi zararlar veren operasyonlar sürdürülüyor. Sadece SİHA’larla düzenlenen 52 saldırıda 5’i silahsız halktan oluşan 53 kişi katledilirken en az 86 kişi yaralandı. Yine 18 Ağustos akşamı Haseke’ye bağlı Şimoke köyünde voleybol oynayan genç kadınlar hedef alındı; 4 kişi katledildi, 11 kişi yaralandı.
TC saldırganlığına karşı Suriye Demokratik Güçleri (QSD) güçleri meşru savunma bağlamında yanıt verdi. SDG Basın Merkezi, 8 Ağustos’ta Mardin sınırında üç saldırıda 23 Türk askerinin öldüğünü açıkladı. QSD’nin söz konusu misillemeyi yaparken emperyalistlerin dayattığı angajman kurallarını hiçe sayması önemli bir gelişme olarak kayda geçti.
Rojava ABD, Rusya gibi emperyalistlerin kirli hesapları ve köleleştirme, bağlı kılma politikalarıyla karşı karşıyayken diğer yandan ise Türk-Arap egemen uluslarının gerici, şoven kör bıçağının arasında kuşatmadadır. TC’nin ardı arkası kesilmeyen saldırı ve tehditleri bahse konu kuşatmayı derinleştirmektedir. QSD güçleri bu kuşatma içerisinde kimi taktiksel hamleler geliştirerek kazanımları korumanın hesaplarını yapıyor. Suriye ordusuyla çerçevesi “askeri iş birliği” olarak belirlenmiş ortak bir hareket söz konusu. Bu ortak hareket son kertede Rojava ve Kürt kazanımlarına dönük tehditleri ortadan kaldırmıyor.
AKP-MHP faşist bloku için “beka” seviyesinde ele alınan Kürt meselesinde esas alınan askeri saldırganlık ve işgallere karşı durmak, halkı buna karşı örgütlemek görevi güncelliğini korumaktadır. Bunun yanı sıra Rojava’ya dönük işgal ve saldırılarda Kürt Ulusal Hareketi’nin de tutumu belirleyicidir. Kürt Ulusal Hareketi’nin emperyalizmin ve yerli gerici uşaklarının siyasal gericiliğine ve buna bağlı şekillenen niteliklerine karşı “uzlaşı” ile kazanımların sürdürülmesi mümkün değildir. Halka ve halkın meşru gücüne dayalı bir çizginin geliştirildiği noktada hiçbir işgalin kalıcı olmadığını halkların mücadele tarihinden biliyoruz.