TC devletinin “güvenli bölge”, “barış koridoru” adı altında Rojava’ya yönelik operasyon hazırlıklarına, ABD’yle yürütülen görüşmeler eşliğinde biçim veriliyor. Bu yazı kaleme alınırken ABD ile karşılıklı görüşmeler gerçekleştirilmiş, henüz ortak bir yaklaşım belirlenememişti. Görüşmelerin devam edeceği belirtilse de TC’nin operasyon planları karşısında ABD’nin takınacağı tutum iyi kötü kendini belli etmiş oldu. ABD ile Türkiye arasında operasyona dair uzlaşı arayışının bir şekilde sonuçlanacağı ve Kürt ulusuna yeni dayatmaların gündeme geleceği görülüyor.
Basına yansıyan haberlere göre ABD’li yetkililere dayandırılan öneriler şu şekilde: Suriye-Türkiye sınırında yaklaşık 14.5 kilometre (dokuz mil) derinliğinde ve 140 kilometre (87 mil) uzunluğunda bir bölgede ortak operasyon düzenlemesi; ‘Kürt savaşçıların bu bölgeden çıkarılması’; bu bölgedeki Kürt mevzilerinin ortadan kaldırılması; sonrasında ABD ile Türkiye’nin bu bölgede ortak devriye düzenlemesi… Kuşkusuz TC devletinin istek ve beklentileri bundan daha fazlasını içeriyor. Sözü edilen koridorun kaç kilometre olacağı, burayı kimin kontrol edeceği ve yerel halkın yönetime katılımı anlaşmazlığın temel noktalarını oluşturuyor. Diğer yandan PYD’de de Türkiye’nin işgal planları karşısında kendi görüşlerini ve olası çatışma durumunda yapacaklarını ortaya koyuyor.
Xakurk’ta aylardır saldırı ve işgalin sürdüğü, bu konuda ABD’nin, IKBY’nin (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ve Irak devletinin sessiz kaldığı biliniyor. Görünen o ki TC devleti hem Irak hem de Suriye Kürdistanı’nda, özellikle sınır hattında daha kalıcı olacağı bir planlamayı harekete geçirmek istiyor.
EMPERYALİST VE FAŞİST KUŞATMA ALTINDAKİ ROJAVA
Suriye’deki temel hedefleri nedeniyle ABD’nin Kürtleri kaybetmek istemediği, aynı sebeple TC’nin Suriye Kürdistanı’na yönelik saldırı ve işgal planlarını dizginlediği, en azından buna belli bir düzeyde kapı araladığı biliniyor. Aynı durum Suriye’nin devlet çıkarları ve ABD’ye karşı politikalar bağlamında Rusya için de geçerliliğini koruyor. Türkiye, Suriye ve Irak gibi bölge gerici devletlerinin her dönem bir şekilde hedefi haline gelen PKK ve PYD’ye karşı, bu güçler kadar açık olmasa da IKBY’nin de gerici ve işbirlikçi bir tutum takındığı biliniyor. IŞİD’e ve bölgedeki birçok yerel gerici güce karşı verdiği savaş ve halkın yönetim ve örgütlenmesinde sağladığı başarılarla PYD’nin ve daha geniş ifadeyle Kürt Ulusal Hareketi’nin kayıpları olmakla birlikte kazanımlar elde ettiği biliniyor. Ne var ki bu başarı ve kazanımlar bölgedeki faşist devletler ve gerici güçlerin sürekli saldırısı altında bulunuyor. Aynı zamanda başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin “ittifak” ve “iş birliği” adı altında dolaylı kuşatması altında da tutuluyor. Bu anlamda görece güçlü olduğu günümüzde Rojava’nın iki farklı biçimde saldırı ve kuşatma altında bulunduğu; içinde bulunduğu güç denklemlerinin ona belli bir güç ve manevra kabiliyeti kazandırmakla beraber siyasi iradesini kontrol etme ve köreltme riski taşıdığı görülüyor. Emperyalist güçlerin tarihte Kürtlere yaşattığı “hayal kırıklıkları” bir yana yakın zamanda Afrin’in TC tarafından işgalinde ortaya çıkan tablo hem ABD hem Rusya nezdinde emperyalizmin Kürt ulusal mücadelesi karşısındaki gerçek durumunun aynası niteliğindedir.
SDG komutanları tarafından “eğer bölgede bir yere saldırı olursa savaş orayla sınırlı kalmayacaktır” şeklinde açıklamalar yapılsa da bölgede başta ABD olmak üzere ve uluslararası askeri güçlerin bölgedeki varlığı nedeniyle büyük çaplı bir çatışmanın beklenmediği dillendiriliyor. Fakat emperyalist güçlerin kendi çıkarları için ciddi bir tehlike oluşturmadığı müddetçe TC’nin işgalci yönelimlerine açık kapı bıraktığı biliniyor. Bu nedenle planlanan operasyon ve söz konusu “koridor”un şekillendirilmesinde TC’nin ve tersinden PYD’nin oluşturacağı ağırlığın etkili olacağı söylenebilir. SDG adına konuşan Newroz Ehmed, “Sınır güvenlik güçlerini oluşturabilir ve bizim tarafımızdan saldırı gerçekleşmeyeceğinin garantisini verebiliriz. Ancak Türk devleti bölge halkının kendi savunmasını istemiyor. Biz de dışardan bir gücün savunmasını kabul etmiyoruz” şeklindeki açıklamasıyla gerçek durumu ortaya koyuyordu. Ehmed, “Gerçekleşen saldırılar Suriye rejimi için de tehlikelidir. Sonuçta Suriye topraklarının bir parçası işgal ediliyor” diyerek bir yandan da Suriye devletine çağrı yapıyordu.
Suriye Kürdistanı’nın TC tarafından her ciddi hedef alınışında, Rusya ve Suriye’nin, Kürt bölgelerinde Suriye’nin devlet egemenliğini tesis etmek için pazarlıklara girdiği; PYD’nin iradesini bu yolla kırmaya ve onu ABD’den uzaklaştırmaya çalıştığı deneyimlerle sabittir. PYD yer yer Suriye devletini “kendi devlet toprağı” için göreve çağırsa da bu konuda bugüne kadar ciddi bir sonuç alabilmiş değil. Nitekim Suriye’nin, ifade edilen kimi sınırlı haklar dışında Suriye Kürdistanı’nda federe veya özerk bir Kürt yönetimine sıcak bakmadığı, özünde TC devletiyle aynı faşist ve şovenist kodları taşıdığı biliniyor.
KÜRT ULUSAL SORUNU TC’NİN BEKA SORUNUDUR
Tayyip Erdoğan’ın ağzından çok kere açıkça ifade edildiği gibi PYD’nin hakimiyeti altındaki Suriye sınırında oluşturulmak istenen ve adına “güvenli bölge”, “tampon bölge” denen işgal planı Türk hâkim sınıfları ve onların devletinin bir “beka” sorunudur. Bu konuda “barışçı yaklaşım ve diyalog” vurgusu yapan CHP’nin de farklı düşünmediği; “Fırat’ın doğusu konusu Türkiye’nin güvenliği meselesidir, bunu elbette kabul ediyoruz.” açıklamasıyla ortaya kondu. CHP’nin “barışçı yaklaşım ve diyalog”tan kastının Rojava veya PYD olmadığı; ABD, Rusya ve özelde Suriye devletiyle diyaloğu önerdiği biliniyor. CHP, ambargo tartışması ve ekonomik etkileri nedeniyle ABD ile ters düşmemeyi savunurken Suriye Kürdistanı’ndaki “tehlikenin” ise Suriye devletinin hakimiyeti sağlanarak giderilmesi gerektiğini savunuyor. Erdoğan ise ‘sahada aktif olmayanın masada da sözü’ olamayacağı yönündeki açıklamalarıyla Türk hâkim sınıfları ve TC devletinin çıkarlarını en iyi kendisinin koruyacağını ortaya koyuyor. Açık olan şey AKP, CHP ve tüm hâkim sınıf temsilcisi faşist düzen partilerinin Kürt ulusuna düşmanlıkta ortak oldukları, aralarındaki farkların nüans farkları olduğu gerçeğidir.
İlhak altındaki Kürt ulusunun kendi devletine sahip olması veya federasyon, özerklik gibi statüler elde etmesi tarihinden bugüne TC’nin korkulu rüyası olmuştur. Bu amaçla diğer parçalardaki Kürtlerin dahi belli haklar, statüler elde etmesine tahammül edememiş, saldırı ve işgal girişimlerini süreklileştirmiştir. İşbirlikçi Barzani ve KDP’ye karşı ehven-i şer bir politika benimseyen TC egemenleri, Irak Kürdistanı üzerindeki dolaylı ve doğrudan baskılarını hiçbir zaman eksik etmemiştir..
KÜRT ULUSAL MÜCADELESİ DEVRİMCİ ÇİZGİYLE BAŞARIYA ULAŞABİLİR
Türk hâkim sınıflarının Kürtlerin Rojava’da elde ettiği kazanımların süreklileşmemesi ve resmi statüye kavuşmaması için yürüttüğü saldırganlık politikası anlaşılmaz değildir. Bu nedenle mesele esas olarak bu politika karşısında Kürt Ulusal Hareketi’nin benimseyeceği politikada, bu politikaya yön veren çizgide düğümlenmektedir. Afrin özgülünde kötü bir sınav veren KUH, bölgedeki gerici devlet ve güçler ile emperyalistlerin iki biçimli (askeri saldırganlık-iş birliği/ittifak) kuşatması altında, her geçen gün iki farklı çizginin dayatmasıyla karşılaşmaktadır. Bu çizgilerden birisi ve bugün hâkim olanı; bölgedeki güç dengelerinden faydalanmaya çalışan, bunun için emperyalist güçlerle ilişki ve uzlaşmayı korumak isteyen fakat her geçen gün tavizler vermek zorunda kalan ulusal reformist çizgidir. Diğeri ise halka ve kendi öz gücüne güvene dayanan, bölgedeki gerici devlet ve güçlere olduğu gibi emperyalist güçlere de karşı koymayı, bunun için direnmeyi ve savaşmayı esas alan ulusal devrimci çizgidir. Bu devrimci çizgi, her bir emperyalist ve gerici gücün cirit attığı Suriye gerçeğinde askeri ve siyasi açıdan eşitsiz bir güç sorunu olarak görülse de tüm dünya ulusal kurtuluş ve devrim deneyimleri bize göstermektedir ki tek kurtuluş yolu bu devrimci çizgiden geçmektedir. Bu konuda Kürt ulusal mücadelesi bölge ve dünya halkına güvenmeli, dünya proleter ve devrimci hareketiyle ittifakı esas almalıdır.
Komünistler özgürce ayrılma hakkı başta olmak üzere her yerde ezilen Kürt ulusunun haklı ve demokratik taleplerini savunmalı; her türlü ulusal ilhak ve işgale karşı aktif propaganda çalışması yapmalı ve şovenizme karşı devrimci mücadeleyi yükseltmelidir. Bugün Kürt ulusal mücadelesiyle dayanışmayı büyütmek ve ortak direniş hattını geliştirmek daha önem kazanmıştır. Önümüzde iki yol, iki çizgi ve iki zıt kutup bulunmaktadır. Bunlardan biri proletaryanın ve tüm ezilenlerin mücadelesini bastırmak, kendi potasında eritmek ve nihayetinde yok etmek isteyen her renkten dünya gericiliğinin çizgisi ve yoludur. Diğeri ise proletarya ve tüm dünya ezilenlerinin her türlü sömürü ve eşitsizliğe karşı savaşı esas alan devrimci çizgisi ve devrimci yoludur. Esas almamız gereken bu devrimci çizgi, saf tutmamız gereken ise proletarya ve ezilenlerin devrimci kutbudur.
*Bu yazı Yeni Demokrasi gazetesinin 8 Ağustos 2019 tarihli 41. sayısından alınmıştır.