Suriye Kürdistanı, ulusal hakların ve ulusal davanın boğularak teslim alınmasına yönelik bir saldırı ile karşı karşıyadır. 8 yıllık savaş süresince ağır bedeller ödenerek elde edilen kazanımlar söz konusudur. Bugün emperyalizmin onayı ile bu kazanımları gerileterek yok etmeyi hedefleyen yeni bir işgal ve işgali tamamlayarak meşrulaştıran diplomasi saldırıları söz konusudur.
Kürt ulusal önderliğinde vücut bulan, Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetlerin direnişi ve kararlılığı ile elde edilen kazanımları koruma kararlılığı göstererek emperyalizmin ve iş birlikçileri uşak devletlerinin saldırılarının neden olduğu olumsuz sonuçları en aza indirerek tersine çevirme arayışı tam da bugün eleştirilmesi gereken bir gerçekliktir. Kürt hareketi, Lenin yoldaşın söylemine atıfta bulunacak olursak; kayıplara neden olan anormal ve moral bozucu yöntemlerde ısrar etmekte, bu ısrarından vazgeçmemektedir. Olanaklı olan tek mücadelenin şu an tercih edilen “hem biri hem diğeri” şeklinde ifadelendirebileceğimiz pragmatizmin şekillendirdiği politikada ısrardır. Bu tutumun, hareketi ve kazanımlarını zayıflatarak geriye çektiği artık gizlenemeyecek kadar açıktır. Gün gün emperyalist güçlerin ve başta faşist Türk devletinin ve Suriye egemen sınıflarının bu kazanımları işgal ve uzlaştırma saldırılarıyla erittiği görülmektedir. Bu tablo halkın ilerici devrimci dinamiklerini körleştirerek zayıflatmakta, direnişin boyutlandırılması gerektiği noktada uzlaşma metinlerinin ve anlaşmalarının ortaya çıkmasını yaratan bir durum oluşturmaktadır. Bu tablonun Afrin işgalinden bugüne Türk devletinin saldırılarına karşı caydırıcı bir durum yaratmadığı yarınsa olası Şam yönetiminden gelecek askeri müdahalelerin gelişmesine cesaretlendirici etki yarattığı görülmemektedir.
“Düşmanlarımız kimlerdir? Dostlarımız kimlerdir? Bu, devrimin en önemli sorunlarından biridir.” Mao Zedung
Ve devamla, emperyalizmin ve diğer faşist devletlerin bölgede pastanın küçük ortağı olmamak için geçmişten bugüne halk hareketlerini –ki bu tehdit Kürt ulusal hareketi içinde söz konusudur- çıkarları doğrultusunda temel politikalarının kullanışlı parçası haline getirme çabaları da görülmek istenmeyen bir diğer olumsuzluktur.
Mao yoldaşın önemle vurguladığı gibi “Müttefiklerimiz ya da düşmanlarımızla olan ilişkilerimizde tavizler verirken, geriye çekilirken ve ilerlememizi durdururken” bunlar daima tüm devrimci siyasetimizin bir parçası, genel devrimci çizgimizin kaçınılmaz bir halkasıdır. Kuşkusuz yenilgiler; geçici gerilemeler; geri çekilmeler sınıf mücadelesinin doğallığında vardır, olacaktır. Esas sorun yetersizlikleri, zayıflıkları acımasızca eleştirebilmek, olumsuz durumun nasıl ve neden kaynaklandığını bilerek çözümler üretebilmek, en başta da dost düşman ayrımında netleşmek, düşmanı dost gören yaklaşımları reddeden devrimci anlayışlara sahip olabilmektir.
Bu geriye çekiliş tavizler, bu tavizlere eşlik eden devrimci siyasetimizin bir parçası, genel devrimci çizginin kaçınılmaz bir halkası durumundaki anlaşmalar, düşman saldırılarını dizginliyor, daha ileri atılmak için olanaklar sağlıyor, kazanımları tehlikeye sokmuyor olmalıdır. Değilse eğer, bu uzlaşı ve anlaşmalar güç kaybına, saflarda karışıklığa, iç çelişkilerin büyüyüp derinleşmesine neden oluyorsa kesinlikle reddedilmelidir.
Düşmanıyla dost olanın söylem tercih, yönelim ve eylemleri haklı bir amacın gerekçesi olamaz. Kapitalist dünyanın dışında, aydınlık bir dünyaya haksız amacın araçlarıyla ulaşılamaz. Ulusal çıkarların esas, öncelikli olması kaçınılmaz olarak ABD çıkarları ve planlarıyla da örtüştüğü için ezilen halklara, uluslara ‘demokratik’ bir barış yaşatamaz. ‘’Dağın tepesine kurulup kaplanların dövüşünü seyrederek’’ işgale, devamında katliamlara, yoksul emekçileri göç yollarına düşürülmesine onay veren, ezilen ulusun kazanımlarını ezen ulus egemenleriyle kanlı sofralarında meze yapan emperyalist devletlerden medet uman yaklaşımlar, mücadeleyi emperyalist-kapitalist dünyanın bir parçası olacak ulusal köleliğin biçim değiştirmiş bir politik gerçekliği olarak kavrayamaz. Bunlarla kurulan geçici ilişkiler, politik paydaşlık, kazanımlarını sağlama almaya yönelik taktik ilişkilenmeler bu gerici kuşatmanın direnişi kırmaya, kendine mahkûm kılmaya, planına dâhil etmeyle sonuçlanacak şeytani durumları kaçınılmaz kılar. Bugün Rojava’da bu tehlike emperyalist güçler, faşist Türk devleti ve diğer gerici bölge devletleri tarafından pişirilmekte, olgunlaştırılmakta ve Kürtlere yedirilmeye çalışılmaktadır.
Emperyalistler dünyanın her yerinde olduğu gibi bugün Suriye’de de sadece askeri-siyasi-ekonomik hedef ve çıkarlarının peşinde koşmaktadırlar. Bölgede ABD’nin kimi askeri üstlerini önce boşaltıp sonrası geri dönerek yeniden askerini konuşlandırması, emperyalistlerin savaşın seyri içerisinde kimi taktiksel hedeflerden vazgeçerek yeni taktiksel hedefler geliştirdiklerindendir. Mümkündür ki bu vazgeçişler sırasında egemen sınıfların sözcü ya da temsilcileri arasında yaşanan çatışma ve tartışmalar stratejik hedeflere ulaşmanın temel stratejik yönelimleri üzerine değil bunların hangi taktiklerle hayata geçirileceği konusundadır. Emperyalistlerin hedefleri doğrultusunda dün ittifak yaptığı güçlerle bugün düşman ya da bugün zayıflatmaya çalıştıklarıyla yarın iş birliği yaptıklarıyla dost oluşları, hedeflenen temel stratejik siyasal ve ekonomik çıkarlarına ulaşmak içindir. Tam da bu nedenledir ki ABD’nin, Suriye’deki askeri ve politik hedefleri değişmemiştir. Bu temelde kendine bağımlı olan ezen ulus egemenleri stratejik ittifakları, ezilen uluslar ise bağımlı kılınması gereken, mahkûm hale getirilmesi gereken daha tali ittifaklar olarak görülmektedir. ABD’nin Afrin’de başlayan ve Rojava’nın diğer parçalarına doğru yayılan siyaseti Kürtleri kendine daha fazla bağımlı kılacak şekilde, Türk hâkim sınıflarıyla daha güçlü iş tutma koşullarını ve zeminini yaratma üzerinedir.
Hedefleri değişmeyen bir başka güçse; özellikle son yaşanılan işgal sonrası ‘Bir yanlışı haklı çıkarmaya çalışmak, onu iki kat büyütür’ diyen Fransız atasözünü doğrulayan, tarihsel haksızlığa uğrayan ulusların haksızlığa neden olanlarca ortadan kaldırılacağını iddia eden, emperyalizmin özellikle ABD emperyalizminin saflarında kendisine dost arayanlardır. ABD’siz bir YPG’nin kaybedeceğini yüksek sesle dillendiren bu iş birlikçi güçler, ABD ile ilişkilerin devam ettiği koşullarda Kürt ulusunun bugüne kadar kaybettiğinden daha fazlasını kaybedeceğini pek çok nedenden dolayı söyleyememektedirler. Söyleyememelerine en büyük nedenlerden ilki; Kürt ulusunun kendi gücü ve diğer bölge halklarıyla birlikte karşılaştıkları, tarif edilemeyecek acılara, güçlüklere eş; büyük bedeller sonucu yarattıkları değerlerin, reddedilemeyecek kadar büyüklük ve güçte olması. İkincisi ise söz konusu bu değerleri yaratan iç dinamiklerin karşılaşılan can sıkıcı yeni sorunlar, yeni zorluklar, yönelimdeki tercihler ne kadar büyük ve tartışılır olursa olsun; ulusal hareketin her türlü eşitsizliğe baskıya ve sömürüye karşı mücadelesinde kararsızlığa, bocalamaya düşmeden, tereddüt etmeden düşmana canla başla inançla direnişi yapılan/yaşanılan yanlışları düzeltebileceğidir.
Gre Sîpi ve Serekaniyê’nin işgali sonrası DSG’nin de kabul etmek zorunda kaldığı protokol kapsamında Kobane’nin doğusunda, sınırın 10 kilometre içerisinde Rusya askerleri ile birlikte ortak devriye yapan TC askerlerini taşlarla molotoflarla karşılayan halkın ‘’haklı ve şerefli’’ direnişi buna son örnektir. Kürt ulusunun özgürlük ve haklarını koruma noktasında direniş geleneği, bu direnişi her türlü araçla yaşama geçirme iradesi vardır. Türk ve Rus devriyelerine dair kurşunlara göğsünü siper eden direniş hattı, hiçbir gerici güçten umut beklemeyen bir silahlı devrimci kuşanmışlığın ruhunu kuşatan biçimidir.
Arin Mirkan, Revana Kobane ve Diyar Bagokların ölümsüzleşerek özgürleştirdiği Kobane topraklarının dünü bugünü ‘’… işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin, silahlı burjuvaziyi ve toprak ağalarını ancak silah gücüyle yenebileceklerini… bütün dünyanın ancak silahla değiştirilebileceğini’’ (Mao Zedung) bir kez daha göstermektedir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 28 Kasım 2019 tarihli 49. sayısından alınmıştır.