İçinden geçtiğimiz süreçte cinayetler, hak gaspları, işçilere yönelik saldırılar sıkça gündeme geliyor. Narin Güran’ın katledilmesi, 2 yaşındaki bebeğin cinsel istismara uğraması, Reşit Kibar’ın doğasını savunurken can vermesi, direnişteki Polonez işçilerine yönelik vahşi polis saldırısı… Bu örnekleri elbette çoğaltabiliriz. Zira hemen her gün ülkenin dört bir yanında benzer örnekler yaşanmaktadır. Rastladığımız bu sakil olaylar, yaşadığımız sistemin niteliğini daha net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Gerçeklik, karşı koyuşun gerekliliğini her gün daha fazla hatırlatmaktadır bize. Öyle ki Reşit Kibar da doğaya göz diken şirkete karşı koyarken “Bir ağacı ben ölürsem keserler” diyebilme cesaretini göstermişti. Ve günün sonunda sadece bir ağaç kesilmişti…
Reşit Kibar, 3 Eylül’de Artvin’in Hopa ilçesine bağlı Cankurtaran mevkiinde yapılmak istenen “mesire alanı” projesi kapsamında ağaç kesimini durdurmak istediği için katledildi. Reşit Kibar, yaşam hakkını savunurken kendi yaşamı ellerinden alındı. Doğayı, ağacı, toprağı savunmanın bedeliydi bu. Yaşam alanını savunan, ranta peşkeş çekilen toprağına göz dikenlere karşı koyan, hakkını arayanların karşılaştığı devlet-şirket şiddeti, polis jobu ya da hapishane oluyor. Artan hak gasplarına karşı aynı orantıda yükselmeyen karşı koyuştan ve devletin korumasından cesaret alan iş birlikçiler pervasızca halka saldırmaktan geri durmuyor. Hatta işin şiddeti öyle arttı ki bir kişiyi öldürmekten bile çekinmiyorlar. Pervasızlıklarını yaralıların ifadelerinden de anlayabiliriz. Saldırıdan yaralı kurtulan Ersan Koyuncu silahın sahibi olup serbest bırakılan Fikret Merttürk hakkında şöyle ifade verdi: “Arbede sırasında Fikret Merttürk telefonla birini arayarak ‘Buralar karıştı, ne yapmamızı istiyorsunuz?’ dedi. Daha sonra Muhammet Ustabaş araba içinden silahı aldı. ‘Ne oldu, bizi mi vuracaksınız?’ dediğimizde Fikret Merttürk’ün ‘Silah benim, ben kime istersem ona sıkar’ dediğini duydum.” Görüldüğü üzere silahın sahibi de Reşit Kibar’ın öldürülmesinde aktif rol almıştır. Hatta telefonla birilerinden emir aldığı da görülmektedir. Ancak daha yaralıların ifadesi dahi tamamlanmamışken serbest bırakılmıştır. Sadece silahla ateş eden Muhammet Ustabaş tutuklanmıştır. Bu kısa örnekten bile azmettiricilerin korunduğunu görebiliriz. Organize bir cinayetin suçlusu bir kez daha bir kişinin üzerine atılıp diğer suçlular korunmuştur. İlerleyen günlerde haklı öfkeyle gerçek adaleti arayanlar ise devletin gerçek “adaleti” ile karşılaşmıştır. Reşit Kibar için yapılan eylemlerde konuşan Halkevleri Hopa Temsilcisi Dursun Ali Koyuncu ev baskınıyla gözaltına alındıktan sonra “kamu görevlisine hakaret” ve “kamu görevlisine mukavemet” iddiasıyla tutuklandı. Koyuncu’ya savcılıkta Reşit Kibar’ın öldürüldüğü saldırıda yaptığı konuşma sırasında AKP vekili Faruk Çelik’i, Cankurtaran’a mesire alanı yapmak isteyen Yapısoy Beton’un sahibi Yunus Mertürk’ü, Artvin Valiliği ve Borçka Kaymakamlığı’nı neden suçladığı ile ilgili sorular yöneltildiği öğrenildi. Reşit Kibar’ın katilleri ve sorumlularını ifşa etmek asıl suçtu Türk devleti için. Suç, doğasını savunanların ve hesap soranlarındı. Doğayı talan edip ranta açmak Türk devletinin geleneğiydi dolayısıyla bunu ifşa edenler susturulmaya çalışıldı. Ayrıca Dursun Ali Koyuncu’nun serbest bırakılmasını isteyen Gökhan Genç ifadeye çağrıldı. Silahın sahibi dışarıda rahatça gezerken bunu ifşa edenin tutuklanmasına tepki göstermek bile “rahatsız edici” olmalı.
Daha sonra Reşit Kibar için yapılan eylemler gerekçe gösterilerek 2 kişi daha tutuklandı. 7 Eylül sabahı gözaltına alınan ve aynı gün çıkarıldıkları mahkeme tarafından adli kontrol ile serbest bırakılan Yıllar Kibar ve Mutlu Akyüz için verilen karara savcı itiraz etti. Savcılığın tutuklama yönünde yaptığı itirazın kabul edilmesi üzerine Kibar ve Akyüz “kundaklama” iddiasıyla tutuklandı. Kibar ve Akyüz, Reşit Kibar’ın katili Muhammet Ustabaş’ın abisine ait kereste atölyesini “Reşit Kibar Ölümsüzdür!” sloganlarıyla ateşe vermişti. Hopalı gençler halkın adaletini eylemleriyle gösterdikleri için tutuklandı. Görüldüğü üzere azmettiriciler korunurken faillerden hesap soranlar cezalandırılmak istendi.
TURİZMDEN MADENE: ŞİRKETİN TALAN DÖNGÜSÜ
Cankurtaran Tüneli’nin açılması ile 17 hektar ormanlık alan Orman İşletme Müdürlüğü tarafından ihaleye açılmış ve Yunus Merttürk’ün sahibi olduğu Yapısoy Beton şirketine “Turizm Alanı Kompleksi” yapımı için kiralanmıştı. Bu yılın temmuz ayından beri projeye tepki gösteren köylüler, bölgede mesire alanı değil maden işletilmek istendiğini, mesire alanı adı altında ağaçların kesilerek maden işletmesinin bölgeye gireceğini söyleyerek projeye karşı çıktı. Köylüler, şirket ve şirket çalışanları hakkında çokça kez suç duyurusunda bulundu. Artvin Orman Müdürlüğü’nün de şirketle olan yakın ilişkileri nedeniyle köylüler tarafından şikâyet edildiği de ortaya çıktı.
Ayrıca Yunus Merttürk’ün kardeşi Reşit Merttürk’ün mesire alanı yapılmak istenen alanda daha önce taş ocağı açmak istediği ortaya çıktı. 16 Haziran 2017 ve 23 Ocak 2020’de aynı bölgede açılmak istenen taş ocağı için verilen “ÇED gerekli değil” kararı köylülerin itirazı sonucu iptal edildi. Seneler sonra aynı bölge için köylülerin karşısına mesire alanı projesi çıktı. Köylüler de doğal olarak asıl amacın turizm değil maden arama olduğunu söylüyor. İstatistiki verilere baktığımızda 2021 yılı TEMA raporunda Artvin’in yüzde 71’inin maden şirketlerine ruhsatlı olduğu belirtiliyor. Artvin Valiliği’nin 2023 Çevre Raporu’nda ise son bir yıl içerisinde ÇED kararı olmadan 10 maden açıldığı açıklanıyor.
Şirketin sahibi Yunus Merttürk’ün iktidar bloku ile yakınlığı dikkat çeken noktalardan biri. Yunus Merttürk’ün Kocaeli’nde birlikte iş yaptığı kişilerden biri savunma eski bakanı ve AKP eski vekili Fikri Işık’ın kardeşi. AKP’li Gölcük Belediyesi’nden ihaleler alan Yunus Merttürk, Ilıca Kaplıcaları ile Gölcük Sanayi Sitesi’ni yapan kişi. İnşaat ve hafriyat işleri yapan Yunus Merttürk daha sonra Körfez Belediyesi’ne ait taş ocağı ve mıcır tesisi kiralayarak şirketi büyüttü. Ayrıca İzmit Sanayi Mahallesi’nde bulunan Yapısoy Beton, 2018 yılından mühürlendiği 14 Ocak 2023 tarihine kadar ruhsatsız bir şekilde çalıştı. 12 Aralık 2022’de Adil Altınkaya isimli işçinin iş cinayetinde hayatını kaybetmesinin ardından işletme mühürlendi. Senelerce ruhsatsız çalışan işletmenin mühürlenmesi için illa birinin can vermesi gerekiyordu.
Günümüze geldiğimizde Yapısoy Beton, Reşit Kibar’ın katledilmesinin ardından projeden çekildiğini açıkladı. Ancak önümüzdeki günlerde bölge için ne planlar yapıldığını göreceğiz. Daha fazla kâr uğrunda insan yaşamı ve doğa hiçe sayılırken şirket yaptığı açıklamada “derin üzüntü” duyduklarını iddia etmiştir. Bu ifadelerin gerçekçi olmadığını hepimiz iyi biliyoruz. Reşit Kibar, doğasını savunurken katledilen ilk kişi değildi. 2005 yılında Rize’de Avukat Cihan Eren, Antalya’da Ali Ulvi-Ayşin Büyüknohutçu, Hopa’da Metin Koyuncu katledildi. Hepsinin ortak noktası yaşamı savunmaktı. Gözünü kâr hırsı bürümüş şirketler talan ve sömürüden haz alırken bir yandan buna karşı koyanlar canları uğruna mücadeleye girişiyordu.
Sonuca gelirsek; Dünya genelinde de (daha çok bizimki gibi ülkelerde) doğasını savunan halka karşı benzer şiddet olayları mevcuttur. Örneğin “Şiddetin Tedarik Zinciri” adlı makaleye göre “2002 ile 2017 yılları arasında 50 ülkeden bin 558 kişi doğayı ve kendi topraklarını savunduğu için öldürüldü.” Vahşi sömürü düzeni devam ettikçe de bu düzene karşı koyuşlar elbette olacaktır. Sonu ölüm de olsa mücadele bayrağı elden ele dolaşacaktır.