Reformizmin Boykotla İmtihanı

CHP milletvekilleri Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner’in CHP içerisindeki tartışmalarda meclisin ve seçimlerin boykotunun düşünülmesi gerektiğine dair çıkışının ardından başlayan “boykot” tartışması son dönemde reformist güçler içerisinde yoğun bir tartışmaya sebep oldu. Özellikle hükümetin mühürsüz oylar ve blok oy gibi anti-demokratik ve usulsüz uygulamayı yasalaştırmasıyla seçim güvenliği daha bir tartışılır oldu. Odak noktası seçimler yoluyla AKP’nin zayıflatılması ve iktidardan düşürülmesi olan reformist güçler nezdinde bu durum korkuları tekrar depreştirmişe benziyor. Zira birçok reformist bir yandan boykotu dayatan koşulları sıralarken bir yandan ise “kesinkes” bir biçimde de boykot yapılmaması gerektiğini anlatıyor. K. Kılıçdaroğlu’nun “kazanacağımız bir seçimi boykot etmeyiz” çıkışına benzer bir biçimde “reformistlerimiz”de daha gelişmeden “boykot” tartışmasının kitlelerin gündemine girmemesi için telaşla kalem oynatıyorlar. Henüz olası seçimlere dönük net tutum beyanı için erken olsa da sürmekte olan boykot tartışması reformizmin geldiği noktayı göstermesi bakımından ele almayı gerekli kılıyor.

Metin Çulhaoğlu her zamanki yöntemiyle önce “anlayan” ardından ise yadsıyan bir pozisyondan sesleniyor boykot tartışmasına: “Uzatmadan söylersek, Türkiye’nin bugünkü ortamında, herhangi bir boykot çağrısının ciddi karşılık bulma ihtimali zayıftır. Sıkışma ya da açmaz dediğimiz durum da buradadır. Rejimin yaptığı her düzenleme, attığı her adım aslında boykot seçeneğine işaret ederken bu yönde bir çağrının karşılık bulma ihtimali şimdilik pek yüksek görünmemektedir.”

“(…)2002 yılından bu yana Türkiye’de yapılan beş genel seçimde ortalama katılım oranı %84’tür.”

Daha ayrıntılı bir tartışma ve “yaratıcı” önerilerle Deniz Yıldırım benzer bir argüman ortaya atıyor. “Fakat boykot edenlerin, seçmenleri çoğunluğu olduğunu garanti altına alınmak zorundayız. Etkili bir boykot için; iktidar ittifakının çoğunluk kozunu elinden düşürmek için” diyen Deniz Yıldırım da boykotu reddederek, “Öyleyse konu, sandık güvenliği ve OHAL’in kaldırılmasıdır. Sadece boykot açısından değil; seçime katılacaksak da böyle” diye buyuruyor. Uzun uzun seçim güvenliğine dair talepler ve yapılabilecekleri sıralayan Yıldırım, “Halk Egemenliği Komisyonu”na dayalı ütopik önerilerini ortaya dökmekten de kendini alamıyor. Yıldırım “komisyon etrafından genişleyen fiili koalisyon, kendisini dikta sonrası demokrasiye geçiş sürecinin kurucu meclisi gibi bugünden örgütlesin. Seçim güvenliği üstünden başlayacak ilkesel yan yana gelişin sağlayacağı enerjiyle birlikte, toplum bu yenilenmiş siyasi çıkış rotasına çekilsin. OHAL’i kaldıracak, ülkeyi yeniden meclisten yönetecek, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak ve halkın ekmeğini büyütürken başta şeker fabrikaları olmak üzere kamu varlıklarının satışını durduracak bir siyasal ilkeler programında buluşmaktan ve yeni bir yönetim seçeceğini bugünden yaratmaktan söz ediyoruz” ifadeleriyle seçimlerden öte politik iktidar sorununa nasıl baktığını da ortaya koyuyor. Boykotun tek tek insanların fişlenmesine yol açacağını ve bu nedenle boykota katılımı kıracağını iddia eden Yıldırım, daha da ileri giderek ‘boykota başvurup insanların ekmeğiyle oynamayalım’ şeklinde popülizm yapmaktan da geri kalmıyor. Aslında bu kafa yapısının insanlar dediğinin kendisi ve “devlet memuru” kafa yapısı olduğunu anlamak zor değil.

Güven Gürkan Öztan ise “sandık boykotu ancak geniş kitleleri bir kurucu amaç etrafında politikleştirildiğinde, muhalefet için anlamlı bir sonuç doğuracağı düşünüldüğünde başvurulacak bir yöntemdir.  Masada değil çekmecede durmalıdır” diyor ve ekliyor : “Seçime kadar yapılacaklar hiç de az değildir; boykotun başka biçimleri de buna dahildir. Bilimsel, laik eğitim boykotu örneğinde olduğu gibi iktidarın saldırılarına güçlü bir biçimde itiraz edecek aktif ve kitlesel yöntemler düşünmek elzemdir.” Öztan’ın boykotun basıncını hissederek “seçimlerde yapmayalım ama eğitimde yapabiliriz” kurnazlığı ise takdire şayan.

EHP; “muhalefetin büyük bileşenleri meclisten çekilmiyor, boykot seçeneğine toplumun geneline uzak bakıyor” diyerek aslında muhalefetten anladığının CHP olduğu ortaya koyuyor. Bu da yetmiyor “toplumun geneli” diyerek kendi düşüncesini genelleştiriyor. “İktidar hileli, adaletsiz, zorba bir seçime hazırlanıyor(…) EHP “referandumda çaldılar ama” diyerek kenara çekilmek ise hiç olmaz. Öyle hazırlanmalıyız ki, ya açıkça hırsızlık yapmak zorunda kalmalılar, ya da sandıktan meşru çıkamamalılar” ifadeleriyle de “doğru taktiği” açıklıyor.

Buraya aktardığımız ve aktaramadığımız reformist argümanları belli başlıklarda toparlayabiliriz:

a) Boykotun halkta karşılığı yoktur, önceki seçimler de bunun göstergesidir

b) Boykot iktidarın ekmeğine yağ sürmektedir

c) OHAL’in kaldırılmasına ve seçim güvenliğine odaklanılmalıdır

d) Muhalefetin büyük bileşenleri boykot etmeyecektir. Öyleyse biz de etmemeliyiz.

AKP iktidarına karşı duran tüm halkta özellikle son genel seçimler ve Başkanlık Referandumu’yla hakim olan düşünce “iktidarın seçimler yoluyla gitmeyeceği” dir. İktidarın zor, usulsüzlük ve hırsızlık yoluyla seçimleri garantileyeceği, sonuç istediği gibi çıkmazsa tanımayacağı düşüncesi en geniş kesimlerde hakim düşüncedir. Her ne kadar içinde bir çaresizlik ve yakınma taşısa da halk nezdinde bu somut, pratik bir bilinçtir ve boykotun halkta karşılığı olmadığını değil tam tersini işaret etmektedir.

Boykotun iktidarın ekmeğine yağ süreceği iddiası CHP’nin HDP’ye ve devrimci güçlere karşı geliştirdiği söylemin aynısıdır. Tam tersine bütün anti-demokratik uygulamalara, zor ve hileye rağmen seçimlerin ve seçim sonuçlarının kabullenilmesi iktidarın ekmeğine yağ sürmektedir. AKP bu yolla her bir adımını ve yöntemini düzen içi ve düzen dışı muhaliflerine kanıksatmakta, ardından daha kapsamlı bir biçimde bu güçleri kumpasa almaktadır. Diğer yandan bu koşullarda başarı şansı çok düşük bir seçim üzerinden kitleleri umutlandırmak, propaganda edilen sonucun ortaya çıkmamasıyla birlikte kitlelerin daha da umutsuzlaşmasına hizmet etmektedir.

OHAL’in kaldırılmasına dair bir politik yönelim gerekliyse-ki gereklidir- ve buna dair gerçekten bir güç varsa bunun seçimler dışında şimdiye kadar tartışılması gerekmez miydi? Açık ki OHAL’in kaldırılması da seçim güvenliği söylemi de reformizmin hem hayali hem de bu koşullarda seçime gitmesinin bahanesidir. Dahası OHAL ‘ismen’ kaldırılsa dahi aynı baskı koşullarının devam edeceğini öngörmek çok da zor değildir. Sormak gerekir devletin tüm şiddet ve manüpülasyon araçlarıyla saldırdığı, en ufak bir itirazın hapsedilen koşullarda, özellikle de T. Kürdistanı’nda hangi seçim güvenliğinden bahsedilmektedir? Dahası anti-demokratik seçim uygulamaları daha da keyfileştirilerek usulsüzlük ve hırsızlığın yasa haline geldiği koşullarda “seçim güvenliği” ne kadar işe yarayacaktır?

CHP’ye biçilen ilerici misyon aslında reformizmin açıkça söylemese de temel gerekçelerinden biridir. Tüm hayıflanma ve şikayetlerine karşın reformizm CHP’ye yedeklenmekten kendini alamamaktadır. Çünkü reformizm kendi gücüne güvenen bir politikayı değil kendiliğindenciliğe, kitle kuyrukçuluğunu kutsayan bunun yokluğunda ise politik özneliği egemen sınıf kliklerinden birinden bekleyen bir muhteva taşımaktadır.

Reformizmin, boykotun kitlede hakim hale gelebilmesine dair argümanları ise ilginçtir. Reformizm kendiliğindenciliğe öyle abartmaktadır ki politik yapılar boykotu gündemine almasa ve bunun için çalışmasa dahi kitlelerin büyük çoğunluğunun seçimleri boykot etmesini beklemektedirler. Aslında bunu istememektedirler çünkü bu durumda kitlelere sunacakları ne bir devrimci stratejileri ne de buna dair bir alternatifleri vardır. Dolayısıyla kitlelerin arkasına sığınarak ortaya koydukları düşünceler kendi korkularından ve geri düşüncelerinden başkası değildir. Reformizm ılımlı politik koşullar arayışındadır. Bunun için AKP’nin dizginlenmesi ve iktidardan düşürülmesi temel amaç olmuş durumdadır. CHP’den politik beklentileri gerçekleşmediği noktada belirleyebildikleri en ileri politika yine CHP tabanına ve AKP karşıtlığına dayanan düzen içi ütopik önerilerden oluşmaktadır.