Efrin’e yönelik faşist diktatörlüğün askeri saldırısı ve işgal hareketi büyük bir şovenizm dalgası eşliğinde gerçekleşiyor. Türk şovenizminin yarattığı ideolojik-politik dalga aynı zamanda bu işgale karşı herhangi bir itirazı, devletin şiddet ve baskı politikasıyla cezalandırılacağı tehdidiyle birlikte abluka altına alınmaya çalışılıyor. Egemen sınıfların tüm gerici kliklerinin, medyasının ve siyasi partilerinin istisna tanımaksızın bu saldırı ve işgal ile “millî ve yerli” çizgisine çekildiği, saldırganlığa karşı muhalefet edecek kesimlerin üzerinde acımasız bir psikolojik savaş unsuruna dönüşmektedir. Tayyip Erdoğan Efrin’e yönelik işgale karşı yapılacak protestoları “acımasız” bir şekilde cezalandıracaklarını açık şekilde ilan etti. Bunun yanında özellikle internet ortamında savaş karşıtı paylaşım ve tutuma girenlere karşı da gözaltı ve tutuklama furyası başlatılmış durumda. Yani faşist diktatörlük gerici işgal hareketine psikolojik savaşla ve devletin baskı aygıtlarıyla birlikte güçlü bir zemin yaratmaya çalışmaktadır.
SÜRECİ KUŞATAN ŞOVENİZM DALGASI VE KAMPANYASI
Bu iklimde kuşkusuz saldırganlığın ve işgalin karşısında kuru “savaş karşıtı” söylemler dahi zayıf kalmakta, korku ve sinmişlik hali egemen duruma gelmektedir. Öyle bir baskı söz konusu ki Ermeni ve Yahudilerin dini kurumları dahi bu saldırganlığa destek veren açıklamalar yapmak zorunda kalmıştır. Kuşkusuz bu hedef haline gelmek istemeyen, kendini korumaya çalışan bir reflekstir. Bu tablo içinde saldırının gerçek mahiyetini, niteliğini ve tam tanımını geniş kitlelere anlatacak ve bu saldırganlığa karşı mücadele edecek güçler olarak komünistler, devrimciler, yurtseverler ve ilerici demokratik güçler kalmaktadır.
Özellikle ilerici, demokratik güçlerin önemli bir kısmının da sosyal-şovenizmle kuşatıldığını belirtmekte fayda var. Devrimci ve komünistlerin bu ortamda en önemli görevlerinden biriside bu sosyal-şovenizmle mücadele etmek, ezilen halk yığınlarının bu sosyal şovenizmin kuşatması altında bilincinin bulanıklaşmasına, hareketsiz kalmasına ve faşist saldırganlığa objektif olarak destek verir duruma gelmesine karşı da mücadelesi zorunludur.
Efrin’e yönelik işgal ve saldırganlıkta bu kesimlerin aldığı tutumlar yine sosyal-şovenizmin en iğrenç doğum lekeleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. Özellikle reformist cenahta TKP ve ÖDP’nin sorun karşısında aldığı konumlanış utanç vericidir. İki anlayışta, AKP ve Tayyip Erdoğan karşıtlığına oturan bir yüzeysellikle, saldırganlığı “çekin elinizi Suriye’den” ve “Suriye halkları Suriye’nin geleceğini belirlemeli” gibi muğlak ve “savaş karşıtı” bir konumlanış almışlardır. Ancak bu yaklaşım “Kürtlerde ABD emperyalizmi ile iş birliği yapıyor. Onun Suriye’de askeri konumundadır. Bundan vazgeçmelidir” gibi açıklamalarla şovenizm dalgasının etkisinde, egemen olan Kürt düşmanlığına yaltaklanan tutumlardan geri kalmamaktadır. Bu anlayışları temsil eden yayınlar, gazete ve dergiler, köşe yazıları da saldırganlığı sunuş biçimleri, analizleri ile hem nalına hem mıhına vuran, yer yer “tarafsız” habercilik ile devletin açıklamaları ile saldırganlığı sunan bir yaklaşım sergilemektedir.
Bunun yanında devrimci cenahta P-C’de Suriye’de uzun süredir yaptığı analizlerle Kürtleri emperyalizmin işbirlikçisi olarak tanımlamakta, ABD emperyalizmine indirgediği “anti-emperyalist” mücadele tanımı ile Esat-Rusya gerici ittifakına hayır-hah bir tutumla sunduğu örtülü destek söz konusudur. Efrin’e yönelik başlatılan işgal ve saldırganlığa karşı günler geçmesine rağmen henüz tavır almamış olması onun yaşadığı bu kafa karışıklığından ve sosyal-şoven yaklaşımından ileri gelmektedir.
SOSYAL-ŞOVENİZMİ BESLEYEN ÖZGÜN KAYNAKLAR
Bu cenahın sorununa ve nedenlerine kısa kısa değinmekte fayda vardır.
Birincisi, bu kesimler esasta Kemalizm’in etkisi altındadır. Kemalizm’e biçilen ilerici ve anti-emperyalist rol onun ideolojik-felsefi kuramlarıyla bir uzlaşmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bu bağlamda Kemalizm’in Kürt ulusal sorununa yaklaşımındaki inkarcı, katliamcı, egemen Türk şovenizmine dayanan faşist karakterine karşı kesin, kararlı ve net bir tutum alamamayı getirmektedir. Zira Kürt meselesinin tarihsel karakterini, bir ulusal sorun olduğunu ve buna uygun bir şekilde toplumsal-tarihsel gerçekliğe uyan tam ve kesin çözümde muğlaklık yaşamaktadır. Kemalist ideolojinin yönlendiriciliği ve Marksizm-Leninizm’den etkilenmiş siyasi çizgileri bu kesimleri Kürtlerin varlığını kabul etmeye ancak “halkların kardeşliği” gibi kuru söylemlerle ve her iki ulusun halkının ortak bir devrimle sorunu halletmesi gerektiğine odaklanan belirsiz bir siyasi çizgiye demirlemektedir. Bu durum Türk egemenliğine dayanan ulusal baskıyı, Kürt ulusunun haklarının bu egemenlik biçimiyle gasp edildiğini yok saymaya götürmektedir. Sorunu Türk ve Kürt ulusu arasındaki çelişki olarak tanımlamaktan imtina eden yaklaşım Kürt ulusal sorununu da emperyalizmle olan çelişki esasına oturtmaktadır. Tamda bu noktada sosyal-şovenizm zuhur etmekte, bünyeyi sarmakta ve Kürt meselesi bağlamlı her gelişmede politik tutumda yansımasını kaçınılmaz olarak göstermektedir.
İkincisi, anti-emperyalizm tanımına dair yaklaşımlardır. Emperyalist güçler arasında baş düşman tanımı bu yaklaşımları sakatlayan bir yandır. Üç dünyacılıktan devralınan bu yaklaşım bugün ABD emperyalizmini ve onun ittifak güçlerini baş düşman olarak tanımlamaktadır. Bu o blok dışında kalan Rusya ve Çin gibi emperyalist ülkeleri ve gerici devletleri hedef olarak görmekten uzaklaşmaya neden olmaktadır. Suriye bağlamında da bu anlayış kendisini göstermektedir. ABD’yi baş düşman, Rus emperyalizmini ve bağlaşıklarını ise ona göre daha kabul edilebilir ve haklı konuma taşımaktadır. Bunun yanında emperyalizme bağımlı egemen ulus devletine karşı yürütülen savaşımı anti-emperyalist potaya sokmamaktadır. Emperyalizmin bu çelişkiden faydalanma siyaseti (böl-parçala-yönet) bu kesimleri her durumda öncelikle ve doğrudan emperyalizme karşı bir savaşım argümanına kilitlemektedir. Bu kuşkusuz belirsiz ve şekilsiz bir şeydir. Emperyalizme bağımlı zincirin halkalarındaki ulusal temelde çıkan sorunlar karşısında bu yaklaşım tam bir kilitlenme hali yaşamakta, egemen ulus şovenizminin kitlelerde ki etkisi karşısında bunalım geçirmekte ve üretebildiği siyaset hedefi ve önceliği muğlaklaştıran bir anti-emperyalist mücadele argümanı olmaktadır. Bu anti-emperyalizm vurgusu emperyalizmin yarı-sömürge siyasetini, egemen ulus devletinin emperyalizme bağımlılığının karakterini, emperyalist sermayenin yarattığı sistemin bütünlüğünü anlamaktan uzak olmaktadır.
Üçüncüsü, bu bağlamda Kürt ulusal mücadelesi ve savaşımına bakış açısı netleşmektedir. Kürt ulusunun ulusal hak ve özgürlükleri mücadelesini her parçada egemen uluslara göre tanımlamasının karşısına, “anti-emperyalizm” tanımlarını çıkarmakta ve o çerçevenin dışına çıkılması durumun da ya mesafeli bir duruş sergilenmekte bu mücadeleye karşı, ya da işbirlikçilik tanımı geliştirilmektedir. Kürt ulusal hareketinin emperyalist güçlerle geliştirdiği taktik ilişkileri ya da ABD emperyalizminin hedef haline getirdiği devletlere karşı Kürt mücadelesini yadsımaktadır. Suriye’de Kürt ulusal hakları için geliştirilen meşru ve haklı mücadele “Suriye’nin bütünlüğü” ve “Suriye halkının” emperyalizme karşı mücadelesi söylemiyle boğulmaya çalışılmaktadır. Kürt ulusal mücadelesi emperyalist güçlerle kuşkusuz tehlikeli taktik ilişkiler geliştirmektedir. Ancak bu çizgi emperyalizmle stratejik temele oturmuş işbirliği çizgisi değildir, ilişki esasta taktik ilişkidir. Bir hareketin demokratik muhtevası ve mücadelesi çağımızda onun anti-emperyalist niteliğini belirlemektedir. Kürt ulusal hareketinin de açık reddedilemez bir demokratik çizgisi vardır. Bu emperyalistlerle taktik ilişkiler geliştirmiş olsa da karartılmaz, bu tabloda kararlı ve güçlü bir anti-emperyalist güç tanımı yapılamasa dahi net bir anti-emperyalist karakterin varlığı tanımlanmak zorundadır. Aksi takdirde emperyalizm çağının özelliklerini, mücadeleci örgütlerin siyasal karakterini anlaşılmaz kılacaktır. Ki ezen egemen ulus devletlerinin ezilen ulusa yönelik haksız savaşımı, emperyalizm nasıl ve ne biçimde tavır alırsa alsın okun sivri ucunun haksız olan ezen egemen ulusuna yönlendirilmeli ve mücadele muğlaklığa yer verilmeyecek şekilde ona hedeflemelidir.
Bu sosyal-şoven anlayışların dört parça Kürdistan’da Kürt ulusal mücadelelerine yönelik bir alerjisi söz konusudur. Ezen ulus egemenliğine karşı haklı ve meşru savaşımlar sakatlanmış anti-emperyalist mücadele vurgusuyla yadsınmaktadır. Efrin’e yönelik faşist işgal ve saldırganlıkta da bu açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Efrin saldırısı ve işgali haksızdır, gayri meşrudur ve ezilenlerin topyekûn “amasız” “fakatsız” “şartsız şurtsuz” karşı durması gereken bir özelliği vardır. Bu saldırıyı kınarken Kürtlerin “emperyalizmle işbirliğine” işaret etmek (ki bu gerçek olsa dahi) gerici saldırının üstüne bir örtü atmaktan başka bir işlev göremez. Hiç kuşkusuz bu savaş ve saldırganlık karşısında ezilenler cephesinde bir ihanet çizgisidir. Bir faşist saldırı ve işgal hareketini geçelim, ezilenler ve ezenler savaşında Lenin’in hiç tartışmaya mahal vermeyecek şekilde ezilen, bağımlı, eşit olmayanların zaferini her sosyalistin istemesi gerektiği, desteklemesini görev olarak koyduğu unutulmamalıdır.
Egemen klikler arası çatışmada dahi özellikle TKP ve ÖDP’nin “Saray sultası, tek adam diktatörlüğü, demokrasiyi savunma, faşizme geçit vermeme” söylemleriyle Tayyip ve AKP kliğinin karşısındaki kliğin (özellikle CHP) yanında dizilen, kuyruğuna takılan çizgileri söz konusu Kürt meselesi olunca “amalı”, “fakatlı”, “şerhli” bir biçime bürünerek tutarsızlaşırken, genel çizgisinin her iki durumda da aynı kaynaktan beslenen gericilik şekline bürünerek iç tutarlılık kazandığını bize gösteriyor.