“Doğayı, insanlık tarihini ya da zihin faaliyetimizi düşünsel gözlem altına aldığımızda, ilk anda önümüze hiçbir şeyin olduğu gibi ve olduğu yerde kalmadığı, her şeyin devindiği, değiştiği, oluştuğu ve yittiği sonsuz bir bağlantılar ve karşılıklı etkileşimler yumağı çıkar.” (Engels)
Doğa ve toplumdaki değişimleri, gelişmeleri anlamak için insan iradesinden, düşüncesinden bağımsız yasalar olduğu gerçekliğinden hareket etmek zorundayız. Her olay ve olgunun bir nedeni vardır; başka bir deyişle nedensiz hiçbir şey yoktur. Şeyleri oluşturan yani onları olur kılan, şeylerde içerili olan içsel ilişkiler, çelişkilerdir. İçsel ilişkiler, çelişkiler bir süreci yani kesintisiz bir tarihselliği ifade eder. Bu, doğa için de toplumlar için de geçerlidir. Engels’in evreni “bir süreç, kesintisiz tarihsel gelişme yolunda bir madde…” olarak kavranması uyarısı hatırlanabilir.
PEKİ ZORUNLULUK NEDİR?
Zorunluluk herhangi bir olay ya da olgunun iç çelişkiler sonucunda oluşmasıdır. İlgili şeyin oluşma nedenleri kendi içinde “gizli”dir. Yağmurun yağması için gerekli atmosferik koşulların oluşması gerekir. Gerekli koşullar yoksa yağmur yağmayacaktır. Atmosferdeki su buharının yoğunlaşması yağmurun yağması için zorunludur. Belirli koşullarda hidrojen, klorla etkileşime girince hidrojen klorür oluşur; oksijenle etkileşime girince su oluşur. Gerekli ısı miktarı mevcutsa yumurtadan civciv çıkar; ama aynı koşullarda bir taştan civciv çıkmaz. Çünkü taş, yumurtanın içsel ilişkilerine sahip değildir. Hidrojenle etkileşime giren klor da oksijenle aynı içsel ilişkilere sahip olmadığı için etkileşimin sonucunda su değil, hidrojen klorür oluşur. Kısacası belirler koşullar varsa tohum filizlenecek, su buharlaşacak, buz eriyecektir. Kuşkusuz örnekler çoğaltılabilir. Gözden kaçırmamamız gereken nokta belirli koşullarda ilgili şeyin oluşmasını olur kılan onun içsel çelişkileridir. Buradan hareketle nedenlerini kavradığımız şeyi zorunluluk olarak nitelendiririz, bununla beraber nedenlerini kavrayamadığımız şeylere de rastlantı deriz. Bir şeyin bizim açımızdan rastlantı olarak tanımlanması onu zorunluluk içeren bir olay veya olgu olmaktan çıkarmaz. Onun nedenselliğini kavramadığımız için onun karşısında acizleşiriz. İnsanı doğa karşısındaki konumunun başlangıçta acizlik içermesi tam da zorunluluğun henüz kavranamamasının ifadesidir.
İlkel insanın toplumsallaşması insan için bilinçli bir tercih değil, bir zorunluluktu; çünkü insan, doğa karşısında aciz, onu çevreleyen koşulların esiriydi. Bu da kaçınılmaz olarak insana toplumsallaşmayı dayatıyordu. İnsan, doğa ve toplum yasalarını kavrayıp, kontrol altına alabildiği, bunların etkilerini sınırladığı, ihtiyaçlarını gidermek için bu yasalardan faydalandığı ölçüde doğa karşısındaki acziyet ve esirlikten kurtuldu. Zorunluluğu kavramak insanın özgürleşmesine doğru atılan bir adımdır ama yeterli değildir; zorunluluklar aleminden özgürlükler alemine sıçramak için onun üzerinde etkinlik üretmeli, onu değiştirmelidir. İnsan doğa ve toplumdaki yasaları kavradığı ölçüde özgürleşme sürecini başlatır. Kuşkusuz anlamak/kavramak özgürleşme için yeterli değildir. İlgili şeyleri kontrol edebilmeli, onlar üzerindeki etkinliğini arttırarak etkilerini sınırlandırmalı, kendi ihtiyaçları doğrultusunda ondan faydalanabilmeli yani doğanın bilinçli efendisi olmalıdır. Başkan Mao’nun, “özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır” esprisini doğru ama yetersiz bulup “dönüştürülmesidir” vurgusunu şart koşması zorunluluklar aleminden özgürlükler alemine sıçramanın kilit ifadesidir. Bu vurgu ihmal edildiğinde şeylerin karşısındaki konumunuz değişmeyecektir.
RASLANTI “GİZLİ” ZORUNLULUKTUR…
Olay ve olgular açıklanırken şans, kader, rastlantı gibi kavramlara başvurulur. Çoğu kez de şans, kader gibi kavramlar rastlantı dediğimiz şeyler birebirleştirilir. Peki, rastlantı nedir, neye rastlantı denir? En yalın ifadeyle rastlantı, nedenlerini bilmediğimiz, içsel ilişkilerini kavramadığımız zorunluluklardır. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyecek olursak, rastlantı zorunluluktan başka bir şey değildir. Rastlantı olan şeyi kavrayıp doğru tanımlarsak, şeylerin içsel ilişkilerine yani onların oluşumuna ve onları oluşturan belirli koşullara da vakıf oluruz.
Rastlantıdan bahsettiğimiz yerde dış bir etkenden bahsederiz. İlgili şeyin dış etken olması, başka bir şeyle yani etkilediği şeyle ilişkisi bağlamındadır. Bununla birlikte ilgili şeyin kendisi içsel ilişkilerin, çelişkilerin sonucudur. İlgili şey, yani başka bir şey için rastlantı olanın kendisi de bir nedenselliğin sonucudur. Buradan hareketle zorunluluk olay ve olguların içsel çelişkilerini ifade eder; rastlantı da kendi oluşum sürecinde aynı şeyi ifade etmekle birlikte başka bir şeyle ilişkisinde bu temel özelliğini “gizler.” İlgili şeyin başka bir şeyle ilişkisi, bizim nesnel süreçleri kavrama düzeyimizle ilişkili olarak bize farklı görünür. Kuşkusuz gözden kaçırılmaması gereken nokta her rastlantının mutlaka içsel ilişkilerin, çelişkilerin bir ifadesi olduğu yani bir nedenselliğin sonucu olduğu, kısacası “zorunluluğun bir beliriş biçimi olduğudur.” Belirleyici olan da budur.
Atmosferik koşullar uygunsa yağmurun yağması bir zorunluluktur; çünkü atmosferdeki su buharı yoğunlaşmıştır. Su buharı yoğunlaşarak sıvı durumuna geçmiştir; yoğunlaşmaya yol açan şey onun içsel ilişkileridir. Bununla birlikte bir rüzgar yağmur yüklü bulutları dağıtabilir. Kuşkusuz rüzgarın oluşması için de belirli koşullar gereklidir. Rüzgar, yağmuru engellediğinde bulutlar için bir dış etkendir, bir rastlantıdır; fakat rüzgar kendi oluşum sürecine sahiptir, kendi nedenselliği vardır. Yani özünde zorunluluktan başka bir şey değildir. Onun bilgisine, içsel ilişkilerine hakim olmadığımız için bize başka bir şeymiş gibi görünür. Onun kendi nedenselliği olduğunu anladığımız, kavradığımız andan itibaren onun aslında zorunluluktan başka bir şey olmadığını fark ederiz. Engels, “yüzeydeki rastlantıların hüküm sürdüğü her yerde bu rastlantıları belirleyen iç ve gizli yasalar vardır” derken, tam da onların birer zorunluluk olduğundan bahsetmektedir. “İç ve gizli yasalar” ilgili şeye içkindir, onu olur kılan içsel ilişkilerin ifadesidir. Onun nedenselliğini göz ardı ettiğimizde, “iç ve gizli yasalar”ını kavramadığımızda rüzgar bir rastlantı olarak tanımlanacak, onun, yağmur bulutları için dışsal etken olma özelliği kendi nedenselliğinin önüne geçecektir.
Engels, “Doğanın Diyalektiği”nde şöyle yazıyordu: “İnsan bir tüfekler barutu, patlayıcı maddeyi ver mermiyi bir araya getirebilir, onu ateşleyebilir ve deneyiyle önceden bildiği etkiyi hesaplayabilir. Bütün bunlar da gelecek olanın önceki olanlardan çıkarıldığı söylenemez, çünkü olacak olan şey, olmuş olan şeyle aynı değildir. Ateşleme ya da barut iş görmeyebilir, namlu parçalanabilir vb. Bütün bunlar nedenselliği çürütmez, tersine tanıtlar. Çünkü bu durumda kuraldan sapmanın nedenleri de ortaya çıkartılabilir; barutun ıslaklığı, namlunun kuruluğu vb.” Benzer olaylardan aynı sonucun, birbirini tekrar eden sonuçların beklenmemesi gerektiği vurgusu göz ardı edilmemelidir. Çünkü Engels’in de dikkat çektiği gibi yeni süreçler kendi koşullarının sonuçlarını doğurur. Her sonucun kendi nedenselliği vardır. “Sapma”ya yol açan şey kendi nedenselliğini ifade eder. Silahın tutukluluk yapması şans, kader, gerçeğe daha yakın bir ifadeyle rastlantı olarak açıklanmaya çalışılır; ama sonucu ortaya çıkaran nedenleri kavrarsak, ihmal edilen noktaların, yukarıdaki sonucun -silahın ateş almaması- zorunluluk olduğunu da kavrarız.
Nedenlerini kavramadığımız sürece her olay ve olgu bizim için olduğundan başka bir şeymiş gibi görünecek, akabinde biz ilgili şeyi/şeyleri nesnel gerçeklikten kopuk kavramlarla açıklamaya çalışacağız. Özgürlükler dünyası bizler için her zaman ulaşılmaz bir yerde, Kaf Dağı’nın ardında kalacaktır.
Hatırlanacağı gibi Çorlu’da bir tren “kaza”sı gerçekleşmişti. Bu tren “kaza”sı kader olarak propaganda edildi. Trenin raydan çıkması ilk bakışta bir rastlantıdır. Bilinir ki, raylar döşenirken esneme, genleşme, ağırlık, arazinin eğimi gibi birçok etken göz önünde bulundurularak olası kazalar önlenmeye çalışılır. Çorlu’daki olayda trenin raydan çıkmasına yol açan şey yağmur nedeniyle rayların altının boşalmasıdır. Hemen hatırlatalım, rayların kontrolünden sorumlu işçilerin görev tanımlarını ortadan kaldıran politikalar kazalara davetiye çıkarmıştır. Yağmurun yağması için atmosferdeki su buharının yoğunlaşması gerçekleşmiş akabinde yağmur yağmış, taşkın suları toprağın göçmeye uygun olduğu yerde rayların altını boşaltmıştır. Tüm koşullar trenin raydan çıkması için uygundur; havada asılı kalmış rayların, üstünden geçip giden trenin ağırlığına dayanmasını beklemek fizik kurallarına aykırıdır. Söz konusu olan bir zorunluluktur. İlgimizi yağmur faktörüne yönelttiğimizde de aynı sonuçlar karşılaşırız; oluşması için gerekli koşullar vardır; kendi nedenselliği onun var oluşunu da açıklar, belirleyici olan “iç ve gizli yasalar”ının belirli koşullarda oluşmasına muktedir olmasıdır. Trenin raydan çıkmasına neden olan yağmur, zorunluluktan başka bir şey değildir. Onun nedenselliğini kavradığımız ölçüde nesnel gerçekliğin ayırdına varırız. Aksi durumda kader, şans, zorunluluktan azade bir rastlantıdan bahseder; rastlantıyı zorunluluğu içermeyen bir şeymiş gibi algılar, kavrarız.
Devrim için devrimci durumun olması gerektiğini belirtiriz; ama her devrimci durumun devrimle sonuçlanmayacağını da biliriz. Aksini söylemek mekanik bir yorum olacaktır. Devrimci durum mevcut olmakla birlikte subjektif şartlara dikkat çekeriz. Tam da burada görevlerimiz bir zorunluluk olarak kendini dayatacaktır. Lenin yoldaş, “… Sosyalist devrim sadece büyük bir grev ya da bir sokak gösterisi ya da bir açlık isyanı, bir askeri ayaklanma ya da sömürgelerde bir isyandan değil, Dreyfus Davası ya da Jakoben Olayı gibi herhangi bir bir politik krizden ya da ezilen ulusların ayrılma sorunundaki bir referandumdan ya da benzeri bir şeyden de alev alabilir” dedikten sonra komünistlerin bütün olası çatışmalardan yararlanma görevinin bir zorunluluk olarak kavranması gerektiğine dikkat çeker. Kuşkusuz yukarıda sıralanan her bir olayın ne gibi sonuçlara yol açacağını önceden kestiremeyebiliriz. İlgili olayın bilgisine sahip değilizdir, yani onun oluşmasına yol açan nesnel süreci kavramamışızdır. Her bir olay bizim için rastlantı olarak görünür; bu da ilgili olayın “an”daki rolünü, önemini kavramamızı engelleyebileceği gibi onun yetmezliklerini, potansiyelini hatalı, abartılı kavramamıza da yol açabilir. İlgili olayın doğasını, nesnel gerçekliğini yani onun nedenselliğini kavrarsak onu kontrol edebilir, ondan faydalanabilir, onu bir güce dönüştürebiliriz. Görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek için olay ve olguların kendi doğasına eğilmeli, onların içsel ilişkilerini, çelişkilerini kavramalı, onlara hükmederek değiştirmeliyiz. Marks’ın 11. Tez’de dile getirdiği gibi, “filozoflar dünyayı türlü biçimlerde yorumlamakla yetindiler sorun onu değiştirmektir.”
*Bu yazı 8 Kasım tarihli Yeni Demokrasi gazetesinin 22. sayısında yayımlanmıştır.