(…) Sınıf mücadelesini ilerletmek için halkımızın geçmişte ve günümüzde düşünsel, söylem, anlatımlarını (bu Türkçe’de “muamma” olarak, Kürtçe’de ise “dengbej” olarak adlandırılır) dilden dile günümüze taşınan ve toplumsal olaylarla tarihsel bağlantı kuran mirasını sahiplenmeliyiz. Geçmişte yaşanan her bir toplumsal altüst oluş görsellik içerisinde dramatik ağıtlarla anlatılmaya çalışılmış, günümüze kadar gelmiştir. Geçtiğimiz yüzyıllarda yaşanan sınıfsal, toplumsal altüst oluşlar daha çok yazınsal hale getirilmiştir. Sınıf mücadelesi tarihi yazınsal, tarih, edebiyat, kültürel çalışmalar üzerinden günümüze taşınmış insanlığa ışık olmuştur. Proletarya sınıfsız topluma yürüyecek biricik öncü sınıf olarak, halkların kültürel, edebi, sanatsal değerleri içinde ilerici olanı sahiplenmeli ve yaşatmalıdır.
Doğada olsun toplumda olsun nasıl ki her şey sürekli hareket halinde ve sürekli bir altüst oluş içindeyse belli bir toplumun siyaset ve ekonomisinin ideolojik yansıması olan kültür de insanlık tarihinin birbirini takip eden toplumsal değişim ve gelişim süreci içinde basitten karmaşığa doğru bir yol rotası izlemiştir. Bu anlamda kültür sorunu kendini gerçek anlamda sınıflar mücadelesinde bulur. Bilim, sanatın doğabilmesi için sınıfların ortaya çıkmasını, “basit” meta üretiminin ortaya çıkmasını, kafa kol emeğinin ayrıştırılmasını, toplumun sınıflara bölünmesini ortaya çıkardı.. Buradan yola çıkarak, nasıl ki toplumun sınıflara bölünmesiyle biri diğerinin emeğini gasp ederek günümüze geldiyse; aynı zamanda bu sorun sınıfların bir bütün olarak ortadan kalkmasıyla nihayet bulacaktır. “Komünist toplumda ressam yoktur. Başka işlerin yanı sıra, resim yapan insanlar vardır.”(Marks)
Marksist bilim teorisinden önce bütün bilimsel araştırmalar eksikti, iki ayağı üzerine oturtulamamıştı. Bu sınıfların ortaya çıkışı, onu ele alış ve sınıf mücadelesini ele alış biçiminde de topluma yansıyordu. Bu anlamıyla; kendinden önceki bilimlerin aksine sınıflar arasındaki mücadeleyi, bu sınıf mücadelesine yol açan toplumsal olayları ilk defa doğru şekilde ele almış, çözüm getiren önermelerde bulunmuştur. İnsanlığın gerçek anlamda kurtuluş yolunu göstermiştir. Marksizm insanlığı gerçek anlamda sömürü sisteminden kurtaracak ve sınıfsız bir topluma geçişi sağlayacak bilimsel bir teorinin pratiğimize yansıyor olması sebebiyle, kültürel alanda, sanat ve edebiyat alanında da bize doğru çözümler sunmuştur.
Ancak biz bu doğru bilimsel sunumu ne kadar özümsedik, kavradık ve doğru anlamda sınıf mücadelesinde değerlendirebildik? Bu sorulara hala çözüm bulduğumuzu söyleyemeyiz. Sınıf mücadelesinde düşmanımızı yenmemizin en önemli cephesinden biri de kültür cephesidir. Kültür bir sınıfın toplum hayatına tümden sirayet eder. İdeolojik, siyasi ve toplumsal mücadelede kültürel bir cephen yoksa bir ayağın sakattır ve zafere ulaşmak mümkün de değildir.
Toplumsal mücadelede her sınıfın çeşitli cephesi vardır, her sınıfın birbiriyle yürüttüğü egemenlik savaşında “kurtuluş mücadelesinde çeşitli cepheler vardır; kalem ve silah cephesi, yani kültürel ve askeri cepheler de bunlar arasındadır. Düşmanı yenmek için özellikle silahlı orduya dayanmak zorundayız. Ama bu ordu tek başına yeterli değildir. “Saflarımızı birleştirmek ve düşmanlarımızı yenmek için mutlaka bir kültür ordusuna da sahip olmalıyız” diyor, Mao Zedung yoldaş. İçinde bulunduğumuz durum ve yaşanılan olumsuz süreç ülkemizde böylesi bir kültür ordusu yaratmamıza şu an için uzak. Ancak yenilgiden zaferler yaratmayı bilen ve bu bilimsel ideolojinin bize aşıladığı bir kültürün devamcıları olarak, devrim cephesinin kültür ordusunu yaratmayı hedeflemeliyiz.
Sınıf mücadelesi tek düze bir yol izlemiyor, büyük iniş çıkışlar yaşıyoruz. Öyle zamanlar oluyor ki objektif şartların bize sunduğu imkanların çok çok gerisinde kalıyor, döneme müdahil olamıyoruz, öznesi olmaktan uzak kalıyoruz. Ama hiçbir şey geçmiş değil, geç de kalınmış değil. Bu anlamda, kültür ve edebiyat cephesini yaratmak için, ufkumuzu açarak, geleceği kazanmayı hedefleyerek, kor ateşlerde yanmayı göze alırsak eğer, diğer alanlarda ve cephelerde olduğu gibi kültür cephesinde de savaşı ilerletebilir ve geleceğin yeni insanlık kültürünün granit taşlarının temelini atmış oluruz. Yeter ki eksikliğimizin bilincinde olalım, hatalarımızı görme erdemini kendimizde yakalayabilelim. Kültür cephesinin yaratılması için adımlar atalım. Başaramayacağımız, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir engel kalmayacaktır. Biz mücadelesini verdiğimiz sınıf bilinçli proletaryanın ve emekçi yığınların duygu ve düşüncelerini kültürel araçlarla topluma yansıtmalıyız. Bize güvenen, bizimle yola çıkan sınıf ve sınıfları proleter kültürle harmanlayarak onların “devrimin dişlisi ve çarkı” olmasını sağlayabiliriz
Anlaşılması gerekli olan asıl sorun şu; diğer sorunlarda olduğu gibi, kültür, sanat ve edebiyat alanında önder olunmak veya önderlik yapılmak isteniyorsa, önce kitlelerin öğrencisi olmalıyız, kitlelere gitmeliyiz, onlardan öğrenmeliyiz. Halkımızın yaşamı, bizim için “hammaddedir”, bu hammadde olmadan, onu nakış nakış işlemeden hiçbir şeyi başarıya götüremeyiz. Halkımızın yaşamı sanatın ham maddesidir, bu hammadde bitmez tükenmez bir kaynaktır. Bize bu kaynak ilham veriyor, sınıf mücadelesinde zaferler kazanmamızın önünü açıyor. Biz bu gerçeği kavramak, kavratmak zorundayız. Aksi halde hiçbir başarıya imza atamayız. Bu anlamda; doğru düşünceler yalnız ve yalnız insanlığın toplumsal pratik mücadelesinde ortaya çıkmıştır, çıkmaktadır. Öyleyse kültür, sanat ve edebiyat alanında da başarılı olmak istiyorsak, öğrenmekten, öğrendiğimizi yaşam mücadelemize uygulamaktan korkmamalıyız. Sınıf mücadelesinin denizine korkmadan kendimizi atmalıyız. Başarmak için, insanlığın kurtuluşu için bunu yapmalıyız.
Yapılması gerekli bu fedakârlık gelecekte insan sevgisinin tüm evreni kapsamasını amaçlamaktadır. Bu anlamıyla insanlığın ayrıştırıldığı, sınıflara bölündüğü, renk, dil, ırk, din ve mezheplere bölündüğü, düşmanlıkların oluşturulduğu, savaşların çıkarıldığı, insanlığın öldürüldüğü, tüm canlıların yok edildiği bir toplumda gerçek sevgiden bahsedilemez. Bizim de sömürü çarkını çeviren zalimleri ve onların kâr üzerine kurulu yalan sevgilerini hoş görmemiz istenemez. Bu anlamda biz düşmanlarımızı, insanlığa kötülük edenleri sevmeyiz. Onların yok edilmesini, ortadan kaldırılmasını isteriz. Gerçek insan sevgisi tüm sınıflar ortadan kaldırıldığı zaman doğacak, insanlık için özgürlük pınarları gürül gürül akacak, tüm insanlık özgürlük pınarlarından kana kana içerek faydalanacaktır.
Siyaset sanattan, sanat da siyasetten kopuk ele alınamaz. Siyasette gelişmek, olgunlaşmak ve pratikte başarılara imza atmak, temsil ettiğimiz sınıfın sanat ve edebiyata bakışıyla bağlantılı ve iç içedir. Emperyalist yoz-burjuva kültürü, feodal, yarı feodal ve komprador burjuva faşist kültürü insanlığın yaşamından tamamen silmek istiyorsak eğer, kültürel değişimi-dönüşümü önce kendimizden başlatmalıyız. Yirmi birinci yüz yılda ideolojik, siyasi, kültürel devrimleri bünyemizde sürekli hale getirmeliyiz. Biz eleştirilmekten korkmamalıyız, eleştiriyi kendimizi ilerletme, geliştirme, düzeltme ve hatalarımızdan arınmada silah olarak kullanmalıyız. Zira toplumsal gelişmelere gözlerimizi yumamayız, toplumdan kendimizi soyutlayamayız. Biz toplumsal sorunların öznesi olursak, sınıfla iç içe suda balık misali birleşirsek niteliksel dönüşümler gerçekleştirebiliriz. Bilmeliyiz ki, doğrular ancak yanlış şeylere karşı mücadele edildiğinde ortaya çıkar. Eğer biz sınıf mücadelesinde kendimizi ve kitleleri eğitmek, değişip dönüştürmek istiyorsak, üstümüzde müzminleşmiş kabuğu kırmak istiyorsak ki istiyoruz, o zaman önümüze çıkan bütün feodal gerici dogmalardan, burjuva dejenerasyondan kurtularak, gelişim ve nitel tarihsel dönüşümün önündeki engelleri yıkmalıyız. Kirliyi atıp temizi giymeliyiz. Bu kültürel sermaye çemberini yıkmamız için tarihsel bir zorunluluktur.
Sınıf mücadelesinde kültür ve sanat alanı gibi bir cephede müdahil olmamak, onu küçümsemek, amaçla sonuç arasındaki diyalektik bağı- bağlantıyı koparmak, iddiasında bulunduğumuz ve mücadelesini yürüttüğümüz sınıfın yenilgisini şimdiden kabul ettiğimiz anlamına gelir. Biz bunu kökten reddediyor ve diyoruz ki yalnızca söylemlerde bulunmak, hâlihazır reçeteler yazmak kaba mekanik materyalizmdir. Sanat ve edebiyat, kültür cephesinde üç kategori eleştirel olarak ele alınmalıdır; birincisi siyasi, ikincisi sanatsal, üçüncü ise estetiktir. Bu sınıf bakış açısından biri gözden kaçırılırsa eğer, işte o zaman burjuva düzenin sınırları içine kendimizi mahkum etmiş oluruz.