[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Mao’nun diyalektik materyalist felsefeye katkılarından biri “Her büyük şeyin gelişme sürecinde, birçok çelişki”nin varlığına işaret etmesidir. “Katkılarından biri” kavramı üzerinde ayrıca durmak gerekir burada. Çünkü böyle ifade edildiğinde her bir katkının diğer katkılarla ilişkisi örtülmüş görünür. Oysa söz konusu katkılar iç içedir, biri diğerini getirir veya açıklar. “Her büyük şeyin gelişme sürecinde birçok çelişki”nin olduğunu ifade ettiğinde Mao “diyalektiğin özü olarak” kavradığı çelişkiyi gerçeklik içinde yeniden ve daha üst düzeyde tanımlamakta, dolayısıyla felsefeyi derinleştirmektedir. Her büyük şeyin gelişme sürecinde birçok çelişmenin olduğunu hemen tüm bilimsel toplum analizlerinde görürüz. Sadece toplum analizlerinde değil elbette, tüm karmaşık süreç analizlerinde de birçok çelişmenin varlığından söz edilir. Bilimsel analizlerin temel özelliklerinden biridir bu. Daha önce de vurguladığımız gibi felsefenin teorisi ne Marks ve Engels tarafından ne de Lenin ve Stalin tarafından tamamlanmıştır. Bu konuda Lenin’in “Felsefe Defterleri”nde, 1915 yılında kaleme alınmış olan ve “Diyalektik Sorunu Üzerine” başlığını taşıyan bölüm ve Stalin’in “Diyalektik Materyalizm” eseri anılmaya değerdir. Lenin’in kaleme aldığı “Diyalektik Sorunu Üzerine” adlı bölüm bir çalışmanın taslağı niteliğindedir. Burada Lenin materyalist diyalektiğin en özlü ve temel yanlarını, o güne değin aşılmamış bir derinlik ve zenginlikle sunmaktadır. Stalin’in eserinin bu çalışmanın tamamlanması için bir deneme olduğunu söylemek mümkündür. Ne var ki bu deneme de teorinin tamamlanması bakımından eksiktir. Mao’nun katkıları tam da bu teorinin tamamlanması seviyesindedir. “Her büyük şeyin gelişme sürecinde birçok çelişki” olduğunu belirterek Mao Marksizm’in dayandığı felsefenin bir temel özelliğini açıklamıştır. O bunu “çelişkinin evrenselliği”, “çelişkinin özgüllüğü”, “baş çelişki ve çelişkinin başat yönü”, “çelişkin yönlerin özdeşliği ve mücadelesi” kategorilerini açıklarken ileri sürer.
Bu tez tüm bilimsel analizlerde içerilidir. Kapitalist toplumu analiz ederken Marks’ın bu toplumun en yaygın, her yerde görünen ve her şeyde beliren unsuru olan “meta”yı bir çelişki olarak incelemeye başladıktan sonra adım adım “birçok çelişki”ye ulaştığını ve her birini diğerleriyle bağıntısı içinde incelediğini görürüz. Hakeza “Doğanın Diyalektiği”nde Engels benzer bir inceleme gerçekleştirir. “Türlerin Kökeni”nde Darwin de bu tarz bir inceleme gerçekleştirir. Lenin’in “Emperyalizm”, “Sosyalizm ve Savaş”, “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” gibi birçok eserinde “birçok çelişki”yi bir arada, birbiriyle ilişkisi içinde incelediğini, Stalin’in “Leninizm’in Sorunları” başta olmak üzere hemen tüm eserlerinde “birçok çelişme”yi konu ettiğini biliyoruz. Mao’nun burada özel olarak yaptığı şey diyalektik materyalist felsefenin teori haznesine “her büyük gerçekliğin” bu özelliğini katmasıdır.
Mao teorinin inşasına çelişki kavramının felsefenin biricik özü, en temel yasası, diğer kategorilerinden önce gelen temel unsuru olduğunu belirleyerek başlar. Bu görüş esas olarak Lenin tarafından ileri sürülür ve Lenin bunun geliştirilmesi gerektiğine dikkat çeker. Lenin “Bir’in ikileşmesi ve çelişkin parçaların bilgisi (…) diyalektiğin (biricik temel özü değilse bile, ‘özler’inden biri, temel özellik ya da belirtilerinden biri) asli özü’dür… Diyalektiğin içeriğindeki bu yanın doğruluğunun, bilim tarihi tarafından gerçeklenmesi gerekmektedir.” (Felsefe Defterleri, s. 303) der.
Lenin bu konunun çeşitli alanlarda “örnekler toplamı” olarak ele alındığını ama bilgi teorisi olarak konu edilmediğini belirtirken konunun bu bakımdan ele alınmasına işaret eder. Bölümün bu amaçla kaleme alındığını bu ifadelerden anlıyoruz. Mao’nun konuyu “bilgi teorisi”, “bilginin yasası” olarak ele alması bu bakımdan özel önemdedir.
Denebilir ki “Bu olmadan da diyalektiğin gerek gerçekliğin gerekse de bilginin analizinde kullanıldığını biliyoruz. Böyleyken ‘özel önem’in anlamı nedir?”
SIR PERDESİNİN DÜŞMESİ
Felsefe alanı en başından beri kitleler için sırlar içindeki bir alandı. İdealizm salt bilgi alanında, kavramlar aleminde konu etse de diyalektik, bir naturalist olan, “oluş”u, “akış”ı, dolayısıyla hareketi temel alan “Herakleitos” tarafından dile getirildikten itibaren, materyalizmin temel konusu olmadı. Hegel “evrensel zihnin” hakikat değeri taşıyan yegâne şey olduğunu savunurken bunun “doğa tarafından bize yerleştirilmiş bir iç” olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişti. O nedenle Lenin “Zeki idealizm, zeki maddeciliğe aptal maddecilikten çok daha yakındır.” sözüne şu eki yapar: “Zeki yerine diyalektik idealizm; aptal yerine de metafizik, gelişmemiş, ölü, kaba saba, hareketsiz.” Kavramları Lenin’in önerdiği gibi yerleştirelim: “Diyalektik idealizm, diyalektik maddeciliğe metafizik, gelişmemiş, ölü, kaba saba, hareketsiz maddecilikten daha yakındır.” En son Hegel felsefesinde bilginin yasası olarak derinleşti diyalektik yöntem. Ne var ki bu alabildiğine mistik bir kullanımdı. Lenin bu haliyle Hegel felsefesinin kullanılamaz olduğunu belirtir. Marks’ın ondan yüz çevirdiğini, önce Feurbach’a yakınlaştığını ve kısa bir sürede onu da “Feurbach Üzerine Tezler”i yazarak yadsıdığını biliyoruz.
Diyalektiğin materyalizmle buluşması Marks ve Engels’in büyük hamlesiyle gerçekleşti. Bundan itibaren materyalizm “zeki maddecilik” yani “diyalektik maddecilik” seviyesine gelir. Bu hamle felsefenin bilimsel bir nitelik kazandığı zamandır. Bilimsel inceleme yöntemi, bilimsel düşünme yöntemi, bilimsel bilgi teorisi insanın düşünme eyleminin aracı olmuştur. Bu, o zamana kadar belli bir seviye kazanmış, gelişmeye de devam eden ve hatta daha da hızlı gelişecek olan doğa bilimlerinin kaçınılmaz sonucudur da. Bu, aynı zamanda yeni toplumun, yani kapitalist toplumun da gelişim dinamiklerinin bir ürünüdür.
Mao “Önce sınıf mücadelesi gelir” derken sadece Marksizm’in felsefesini konu etmez aslında, bir bütün felsefenin gelişiminde de sınıf mücadelesinin ve doğa bilimlerinin rolüne değinir.
“… tarihin uzun bir döneminde, metafizik, idealist dünya görüşünün bir kısmını oluşturmuş ve insan düşüncesinde baskın bir yer işgal etmiştir. Avrupa’da, ilk günlerinde burjuvazinin materyalizmi bile metafizikti. Birçok Avrupa ülkesinde toplumsal ekonominin yüksek derecede gelişmiş kapitalizm aşamasına girmesi, üretici güçlerin, sınıf mücadelelerinin ve bilimlerin tarihte görülmemiş düzeylere yükselmesi ve sanayi proletaryasının tarihsel gelişimde en büyük itici güç haline gelmesiyle, materyalist diyalektiğin Marksist dünya görüşü doğdu. İşte o zaman, burjuvazi arasında materyalist diyalektiğe karşı koymak için açık ve çıplak gerici idealizme ek olarak, kaba evrimcilik ortaya çıktı.” Nihayetinde varlık düşünceyi belirlemekte: Üretici güçlerin, sınıf mücadelesinin ve bilimlerin gelişimi felsefeyi “sırlar dünyası” olmaktan çıkarıp tarihin ve aslında her şeyin bilgisine erişmenin yolu, yöntemi olan materyalist diyalektik seviyesine getirmiştir. Bu noktada Mao’nun “sanayi proletaryasının tarihsel gelişimde en büyük itici güç haline gelmesi” ifadesine dikkat çekmeliyiz. Bu, kuşkusuz bir rastlantı değildir. Sanayi proletaryasının mülksüz oluşu ve sınıflı yeni bir toplum yaratmaya elverişli olmaması onun diyalektik materyalizmin bilimsel yapısıyla uyumunun temelidir. Diyalektik materyalizmin sanayi proletaryasıyla ilişkisi tarihin sınıf mücadeleleri döneminin sonu bakımından önemlidir. Bu ilişki özellikle vurgulanmalıdır; incelenmeli, kavranmalı ve açıklanmalıdır… Mao’nun, felsefeye katkılarını konu ederken sıklıkla değindiğimiz “felsefeyi kitlelerin silahına dönüştürme”sinin bununla ilgili olduğuna dikkat edilmelidir.
Şöyle der Mao: “Bu diyalektik dünya görüşü, bize esas olarak, çeşitli şeylerdeki karşıtların hareketini nasıl gözlemleyip nasıl tahlil edeceğimizi ve bu tahlile dayanarak çelişkileri çözme yöntemlerini bulmayı öğretir. Bu yüzden, bizim için en önemlisi, şeylerdeki çelişki yasasını somut bir tarzda anlamaktır.” Mao’nun “biz”den kastı nihayet komünistlerdir, sanayi proletaryasının yürümekte olduğu tarihsel yolun kılavuzlarıdır, ondan beslenen, onun hareketine dayanan proleter öncülerdir… Diyalektiğin karşıtların hareketini tahlil etmeyi ve bu tahlille çelişkileri çözme yöntemlerini keşfetmeyi öğrettiğini belirttikten sonra Mao, çelişme yasasının somut bir tarzda anlaşılmasının en önemli nokta olduğunu söylüyor. Mao’nun katkılarının temeli budur. Önce “Pratik Üzerine” ve sonra da “Çelişme Üzerine” denemelerinde Mao’nun anlaşılmasını sağladığı budur ve bunu yapmakla o diyalektik dünya görüşünün teorisini tamamlamıştır.
Çelişki yasasının somut bir tarzda anlaşılmasını “çelişkinin evrenselliği”, “çelişkinin özgüllüğü” başlıkları altında ortaya koyduğu soyut-somut/genel-özel/ tümel-tikel ilişkisiyle açıklar. “Çelişme Üzerine” denemesindeki bu bölüm çelişkiyi “somut tarzda anlama”ya dair temel anlayışı içerir. Buna birçok kez değindik. Tarihteki tüm devrimlerin ilgili toplumsal yapıların somut incelemeleri sonucunda anlaşılabileceğine ve proleter devrimlerin de ancak “somut koşulların tahlili”nden hareketle ortaya konacak belirli, ilgili ülkeye dair stratejilerle gerçekleşebileceğine bir kez daha dikkat çekelim. Somut ele alındığında hiçbir devrim nitelik olarak aynı olsa da başka bir devrimin aynısı değildir. Proleter devrimlerin evrensel gerçekliği asla bu devrimlerin somut analizlere dayanmak zorunda olduğu doğrusunu ortadan kaldırmaz. Evrensellikte özgüllük ve özgüllükte evrensellik diyalektik dünya görüşünün olmazsa olmaz anlayışıdır. Bu olmadan hiçbir gerçeklik anlaşılamaz. Olsa olsa yarım yamalak anlaşılır ki bu da anlamamanın biçimlerinden biridir.
SOMUT OLANIN KARMAŞIKLIĞI
Mao bu bölümden itibaren somut analizin karşılaştığı ve ilk defa onun tarafından formüle edilen “yeni” bir aşamadan söz eder. Bu “yeni”lik “her büyük gelişme sürecinde birçok çelişki”nin varlığı tezidir. Gerçekten de eğer basit, yalıtılmış bir süreç konu edilmiyorsa tüm süreçlerde birçok çelişki vardır. Bilim insanları da herhangi bir olayı, maddi süreci, oluşumu incelerken birçok çelişkiyle ilgilenmek zorunda kalırlar. Bunların olabildiğince her birinin incelenmesinden hareketle olayı, maddi süreci, oluşumu anlamaya çalışırlar veya anlayabilirler. Bu toplumsal mücadele için yapılacak tüm incelemelerde de kaçınılmaz olarak geçerlidir.
Diyebiliriz ki Mao’nun felsefe alanındaki alamet-i farikası nihayet budur. Çelişki yasasını diyalektiğin “asli özü” olarak kavradıktan sonra o süreçlerde çelişkinin oynadığı somut rolü açıklamaya yönelir ve bu noktada “bir çelişki” kavramından uzaklaşır, “birçok çelişki” kavramına yoğunlaşır. Bundan itibaren onun yaptığı şey “birçok çelişki”nin ilgili süreçteki rolünü anlamak olur. “Temel Çelişki”, “Baş Çelişki”, “Başlıca Çelişmeler”, “çelişkide başat yön” gibi kavramlar bu rollere dair tanımlardır. “Bir büyük şeyin gelişme sürecinde çelişkilerin çokluğu” konusu devrimlerin programlarının, ilkelerinin, izleyecekleri yolun tespit edilmesinde belirleyici konulardan biridir. Bu tarz bir inceleme olmadan devrim süreçlerini anlamak, çözümlemek olanaksızdır. Çünkü devrimler birçok çelişkinin çözümünü içerir. Bir toplumsal yapıdaki birçok çelişki devrimlerle ya çözülür ya da çözüm yoluna sokulur. Mao’nun devrimlerle kurduğu ilişkinin temelinde bu olgu vardır. Onun toplum analizinde çelişkilerin tespiti ve analizi yer alır. Sınıf ilişkilerini çelişkiler üzerinden tartışır ve her bir sınıfın devrimle ilişkisini toplumsal çelişkiler üzerinden değerlendirir. Bu, bilindik sınıf analizidir. Bununla birlikte felsefeyle ya da belki daha uygun bir terimle söylersek bilgi teorisiyle sınıf analizi Mao’nun felsefeye yaptığı katkının özel bir biçimidir. “Çelişme Üzerine” adlı felsefi denemede bunu apaçık görürüz. Bir süreçteki birçok çelişmeden birinin diğerlerini belirleyen ya da etkileyen çelişki olduğunu belirttikten sonra Mao çelişmelerin bu ilişkisini tüm dünya analizini konu ederek şöyle örneklendirir: “Kapitalist toplumda çelişkideki iki kuvvet, proletarya ve burjuvazi baş çelişkiyi oluşturur. Feodal sınıfın kalıntısıyla burjuvazi arasındaki, köylü küçük burjuvazi ile burjuvazi arasındaki, proletarya ile köylü küçük burjuvazi arasındaki, tekelci olmayan kapitalistler ile tekelci kapitalistler arasındaki, burjuva demokrasisi ile burjuva faşizmi arasındaki, kapitalist ülkelerin kendi aralarındaki, emperyalizmle sömürgeler arasındaki gibi diğer çelişkilerin hepsi bu baş çelişki tarafından belirlenir ya da etkilenirler.” Kapitalist toplumda, yani çağımızın dünya toplumunda bütün diğer çelişkiler proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki tarafından belirlenir ya da bu çelişkiden etkilenirler. Bu demek değildir ki her şey ya da her çelişki bu çelişkiyle var olmuştur ya da bu çelişkinin sonucudur. Elbette bu çelişkinin ürünü, sonucu olan birçok çelişki vardır. Proletarya ile küçük burjuvazi, burjuvazi ile burjuva faşizmi, tekelci olan kapitalistlerle tekelci olmayanlar, emperyalizm ile sömürgeler arasındaki çelişkiler bu türdendir. Bununla birlikte feodal kalıntılarla burjuvazi arasındaki ya da feodal kalıntılarla proletarya arasındaki çelişki kapitalist toplumdan önceki dönemin devamı türünden çelişkilerdir. Böyle olmakla birlikte her çelişkinin çözümü ya da çözüm yoluna sokulması proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişkinin çözümüne bağlıdır. Bu nedenle Mao feodal kalıntıların varlığı koşullarında da proletaryanın devrimci rolünü temel alır. Proleter çözüm yolunda ilerlemeden feodal kalıntıların temizlenmesini olanaksız kabul eder. Bir toplumsal süreçteki birçok çelişkinin çözümünde baş çelişkinin bu rolü diyalektik materyalistlerin bir süreci tanımlarken ve çözümlerken ilke edindikleri temel roldür. Proleter Dünya Devrimi bakımından Mao’nun yukarıda aktardığımız pasajı temeldir örneğin. Mao’nun proletaryanın davasına bağlılığını, sosyalizmin zaferine tutkusunu tek başına bu pasaja bakarak da ortaya koymak mümkündür. Feodal kalıntıların temizlenmesinin proletaryanın önderliğine muhtaç olduğunu kavramayan, bir yolla bu temizliği burjuvaziye mal eden biri Maoist olmadığı gibi diyalektik materyalizmin “birçok çelişki içinde baş çelişkinin rolü”nü de kavramamış demektir.
Bunu ileri sürdüğümüzde bize çoklukla “Somut koşulları değerlendirmiyorsunuz, dogmatik davranıyorsunuz” denmektedir. Somut tartışmalar yapmak dışında, bunlara diyalektik materyalizmin gerçekliği çözümlemedeki bilimsel yol ve yöntem olduğunu da hatırlatmak gerekir. “Birçok çelişki içinde baş çelişkinin varlığı ve rolü” istisnai bir durum değildir, aksine her zaman geçerli bir yasadır ve bilimsel her analizde tam güvenle dayanak olacak bir ilkedir: “Ama ne olursa olsun, bir gelişme sürecinin her aşamasında baş rolü oynayan tek bir baş çelişki bulunduğunda kuşku yoktur. Bu yüzden, bir süreçte çok sayıda çelişki bulunuyorsa, bunlardan yalnızca bir tanesi baş ve belirleyici rolü oynar, geri kalanı ikincildir ve bağımlı bir yer tutar. Bundan dolayı, iki ya da daha fazla çelişkinin bulunduğu karmaşık bir süreci incelerken, baş çelişkisini saptamak için elimizden gelen çabayı esirgememeliyiz. Bu baş çelişki bir kere kavranılınca bütün sorunlar kolaylıkla çözülebilir. Kapitalist toplumu inceleyen Marx’ın bize öğrettiği yöntem budur.” (Mao Zedung, Çelişme Üzerine)
Mao’nun “Bir büyük sürecin gelişiminde birçok çelişki vardır ve bir gelişme sürecinin her aşamasında bir baş çelişki vardır” tezi onun felsefedeki temel katkılarındandır. Bununla kalmaz katkı. Mao’nun belirleyici önemdeki bir diğer katkısı da “kararsızlık, eşitsizlik” konusundaki kavrayışıdır. Kuşkusuz bu da Marks’tan önce de ileri sürülmüş ama en nihayetinde ondan itibaren diyalektik materyalizmin bir ilkesidir. Ancak Mao bu konuyu en ileri seviyeye taşıyandır. O dengenin esas olarak olmadığını, geçici ve göreceli olduğunu savunmakla kalmaz, denge arayışlarıyla arasına mesafe koyar. Bir Marksist’in asla denge arayışında olmayacağının tamamen farkındadır. Çelişkinin evrenselliğini sonsuz bir süreç olarak kavrar ve her çelişkinin bitimli oluşunu özgüllüğü içinde tanımlar. Dolayısıyla ne sosyalizmde ve daha ileri giderek ne de komünizmde bir denge olacağını söyler. Bu bakımdan o sürekli karmaşadan bahseden, karmaşalara yol veren, karmaşayı savunan bir devrimci olarak görünür. Oysa burada aslolan süreçlerin kendisindeki karmaşadır. Mao karmaşa yaratmaktan söz etmez, karmaşanın kaçınılmazlığından, sürekliliğinden bahseder. “Yaratmak” kavramı daha baştan materyalizme aykırıdır ayrıca. Materyalistin kavramları gerçekliği tanımlar.
Mao bir çelişkideki iki çelişik yönün kararsızlığından şöyle söz eder: “… (B) aş olsun, ikincil olsun, önümüzdeki bir çelişkinin iki çelişik yönünü eşit sayabilir miyiz? Yine hayır. Hiçbir çelişkide, çelişik yönlerin gelişmesi eşit değildir. Bazen bu iki yön bir dengedeymiş gibi gözükür, ama bu daima geçici ve göreceli bir durumdur. Asıl olan kararsızlık, eşitsizliktir.”
Mao bu kararsızlığı, eşitsizliği çelişkinin iki yönü arasındaki “kıyasıya” mücadele ile açıklar. Çelişkiyi belirlemek, sürdürmek iki yönden birinin rolünü ifade eder, diğer yön çelişkinin sonlanmasını, yeni bir aşamaya geçmesini sağlama rolünü taşır. Bütün çelişkilerde söz konusudur bu. Bu nedenle her şey kararsızlığa, kopmaya yazgılıdır. Bunu Mao çelişkin yönlerin özgünlüklerini açıklayarak ortaya koymuştur: “İki çelişik yönden birisi başat, öteki ikincildir. Başat yön, çelişkide önder rolü oynayan yöndür. Bir şeyin niteliği, esas olarak, bir çelişkinin başat yönü, egemen konumu kazanan yönü tarafından belirlenir.
“Ama bu durum da durağan değildir. Bir çelişkinin ana ve ikincil yönleri kendilerini birbirine dönüştürür ve o şeyin niteliği de buna bağlı olarak değişir. Bir çelişkinin gelişmesinin belirli bir sürecinde ya da belirli bir aşamasında başat yön A ve ikincil yön B iken, gelişmenin başka bir aşamasında ya da gelişmenin başka bir sürecinde bu roller değişebilir. Bu değişme, bir şeyin gelişmesi sırasında, birbiriyle karşı mücadele eden iki yönün güçlerindeki azalmaya ya da artmaya bağlı olarak gerçekleşir.”
Tüm bunlardan hareketle Mao şöyle der: “Sık sık, ‘yeninin eskinin yerine geçtiğinden’ söz ederiz. Eskinin yerini yeniye bırakması, evrenin genel, ebedi ve ihlal edilemez bir yasasıdır.”
KARGAŞA AĞASI
Evrenin genel, ebedi ve ihmal edilemez yasası Mao’nun karmaşayla kurduğu ilişkiyi de açıklar.
Zizek Mao’nun “Çelişme Üzerine” ve bir dizi başka felsefi denemesinin derlemesi için yazdığı sunuda Mao için “Marksist Kargaşa Ağası” tanımını kullanıyor: “Öz-yıkımcı karnavalı harekete geçirir ve gizlice iplerini oynatırken her şeye rağmen Mao’nun bu karnavalın kargaşasından bağışık kalabilmesinin nedeni budur: asla, bir an için bile olsun, Stalin’in (ya da Mao’nun) törensel bir şekilde iktidardan alaşağı edilmesine, ‘dün kralken bugün dilenci’ muamelesi görmesine yönelik ciddi bir tehdit olmamıştır – o, geleneksel Efendi değil, ancak ‘Kargaşa Ağası’ idi’.”
Mao’nun Stalin’in kendisinden sonraki Sovyet yönetiminden gördüğü muameleye esasen maruz kalmadığı kısmen doğrudur. Kısmen diyoruz, çünkü Stalin’in bir anda “kralken dilenci” muamelesi görmediğini hatırlatmak gerekir. Stalin’e saldırının utangaçça, çekinmeli, gizlice başladığı bilinir. 20. Kongre’nin onunla, onun dönemiyle ilgili meşum kararı uzun süre açıklanmadı. Kongredeki açık düşmanlığa rağmen Kruşçev de Brejnev de Stalin’i savunmaya devam ettiler. Ayrıca Mao’nun da kendisinden hemen sonraki yönetim tarafından esasen reddedildiğini, Büyük Proleter Kültür Devriminin tümden olumsuzlandığını, sosyalizm hamlelerinin sekterlik olarak mahkûm edildiğini unutmamak gerekir. “Dün kralken bugün dilenci muamelesi” bahse konu ülkelerin yönetimlerinde doğrudan değil ama bir biçimde söz konusudur. Bununla birlikte konumuz bu değil. Konumuz “kargaşa ağalığı” teriminin gerçek karşılığı…
Birçoğumuz için bu terim ilk elden aşağılama içerir. “Düzenin, geleneklerin terse işletilmesi sürecinde toplumda hakir görülen bir işle meşgul birinin büyük ailelerce kargaşa ağası seçilmesi ve karnaval bitiminde düzene, geleneklere dönülmesiyle kargaşa ağasının da kendi hakir işine dönmesi” üzerine kurulu bir karnavalda geçen bir statüymüş kargaşa ağalığı. Mao’nun “kötü bitimsizliği” üzerinden açıklanan bir statü… Mao için “kargaşa ağası” demek, tersine bir okumayla yerindedir aslında. O gerçekten de kargaşaya hükmeden, kargaşayı açıklayan bir Marksist’tir, tüm Marksistler gibi… Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi Mao kararsızlığın, eşitsizliğin esas olduğunu, gerçekliğin birçok çelişme içerdiğini ve çelişmelerin denge görünümünde olsa bile asla dengede kalamayacağını savunan biridir. Bu durum onun “istediği” bir durum değil, bu durum gerçekliğin kendisidir. Mao bir materyalisttir. “Pratik Üzerine” denemesi onun bu kimliğinin açıklamasıdır. Gerçeklik, yukarıda değindiğimiz kavramlarla açıklarsak “her büyük şeyin gelişim süreci”dir. “Her büyük gelişim süreci birçok çelişki içerir.” Çelişkilerin kararsızlığı ve eşitsizliği her büyük sürecin “kargaşa” olduğunu açıklar. Mao gerçekliği bir kargaşa olarak görür. Ancak bu kargaşa bilinebilir, çözümlenebilir ve bu sayede oluşturulacak bilinç yoluyla yönetilebilirdir. “Yönetmek” asla dengeyi sağlamak, kargaşaya son vermek biçiminde olmaz. Bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu gerçekliğin anlaşılmaması ya da sekter yorumundan kaynaklanan öznelci bir tanım olur. Mao gerçeklerden yanadır, “kargaşa ağalığı”nın kaynağı da bundan ibarettir. Demirdağ yoldaşın da belirttiği gibi “Gerçekler devrimcidir.” Mao Zedung’un felsefede oluşturduğu teori gerçekliğin kavranması ve devrimci yönde dönüştürülmesi, bu alanda insana, günümüzde özel olarak proletaryaya verdiği olanak muazzamdır.
Sonuç olarak Mao Zedung’un felsefeye katkısı Marksist felsefenin tamamlanması ve bir teoriye kavuşturulmasıdır. Bu teori kitlelerin bilincine aktarılmalıdır. Kargaşayı yönetme becerisi kitlelere taşınmalıdır. “Tarihin etkin ordusunun çağdaş bilimin vargılarını özünlemiş en iyi kafalardan oluşan ilerici bölüğünün etkisi altında bu bilinçle uyandığı vakit toplum A’dan Z’ye yeni baştan, (ama gene kargaşaya düşmek üzere BN) örgütlenecektir.” (Felsefe Defterleri, Çernişevski hakkında Plehanov’dan, s. 443)
Mao Zedung’un “çağdaş bilimin vargılarını özünlemiş en iyi kafalardan” sonuncusu olarak proleter devrimler döneminin “kargaşa ağası” olduğunu, en büyük devrimci olduğunu, devrimlerin elbette bambaşka biçimlerde komünist toplumda da süreceğini açıklayan eşsiz bir devrim teorisyeni olduğu su götürmez bir gerçekliktir…
(BİTTİ)
Proletaryanın İktidarı İçin Şiarımız: Maoizm -I
Proletaryanın İktidarı İçin Şiarımız: Maoizm -II
Proletaryanın İktidarı İçin Şiarımız: Maoizm -III