[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Mao’nun felsefesi Marksizm-Leninizm’in gelişiminin kaçınılmaz neticesidir. Diyalektik Materyalizmin Mao tarafından tamamlanan teorisi bugün her şeyi açıklamakta kullanılan bir bilimsel yöntem değil sadece, devrimci olanı saptayıp onu gerçekleştirmekte de biricik bilimsel yöntemdir. Marks ve Engels’ten itibaren diyalektiğin kavranışında yeni bir aşamaya geçildiğini, Hegel’de en ileri seviyeye gelmiş olmakla birlikte diyalektiğin idealizmden koparılıp bilimsel incelemelerin aracı olarak kavrandığını, elbette Engels’in yadsınamaz katkı ve desteğiyle Marks’ın adında somutlaştırılan yorumla, Marksizmle gerçekleştiğini biliyoruz. Marks’ın ünlü Feurbach Üzerine Tezler’de ortaya koyduğu bakış açısı ve dolayısıyla Mantık toplumun gelişiminin bilimsel olarak açıklanabilirliğini içerir. Tezleri yazdıktan sonra Marks ve Engels, çalışmalarını tamamen toplumsal pratiğin bilimsel açıklanmasına yoğunlaştırırlar. Kuşkusuz bu, felsefenin o güne değin yaptığından tamamen farklı bir şeydi. Marks ve Engels felsefeyi toplumu doğru bir şekilde anlamak için kullanmıyordu sadece, aynı zamanda ve esas olarak onu değiştirmek için kullanıyorlardı. Felsefenin bu yeni biçimi onu tüm geçmişinden de koparan bir özellikle açıklanır. Marksizm’in bu temel özelliğinin sürekli hatırlatılması gerekiyor, çünkü bilimsellik tam da bu noktada, Marksizm’in felsefede gerçekleştirdiği bu dönüşümde tanımlıdır.
DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İÇİN FELSEFE
Marks felsefede, Feurbach’ın Hegel idealizmine karşı attığı büyük ama son derecede eksik adımı diyalektiği maddeciliğin tartışmasız ve çok sıkı bir parçası, hatta denebilir ki belirleyici bir parçası kılarak attı. Böylece tarih maddeci bir temelle ele alınıp açıklanabilir olmakla kalmadı bir bilim dalı haline de geldi. Feurbach Üzerine Tezler’de bu yöndeki gelişimin ilk genel taslağı ortaya konmuştur. Hem o zamana kadarki idealizm ve materyalizmin çıkmazı sergilenip eleştirilmiş hem de devrimci eylemin gereğine, kaçınılmazlığına dolayısıyla devrimci teorinin rolüne dikkat çekilmiştir. Ünlü 11. tez tam da bu role dairdir: “Die Philosophen haben die Welt nur verschieden interpretirt, es kommt drauf an sie zu verändern” (“Filozoflar dünyayı yalnızca yorumlamışlardır, oysa sorun onu değiştirmektir.”
Bugün Maoizm’in felsefedeki başarısını ya da Mao Zedung’un Marksist-Leninist felsefeye katkısını anlamak için Feurbach Üzerine Tezler’in temel vurgusunu, özellikle de “pratik eleştiri”ye, toplumsal pratikten ileri gelen devrimci eyleme ulaşmada sunduğu açılımı hatırlamak gerekir. Gerçekten de Mao Zedung Marksist felsefeyi donanımlı bir seviyeye getirmekle birlikte onu kitlelerin silahı olmak üzere hazırlamış oluyordu. Bunun, Lenin tarafından vasiyet edilen bir görev olmasının da ayrı bir önemi vardır. Felsefe Defterleri’nde Lenin bu görevin içeriğini ve izleyeceği rotayı da açıklamıştır. “Diyalektik Sorunu” kısmında yazdıkları Mao’nun çalışmalarının kaynağı olarak kabul edilebilir. Gene de net bir şekilde belirtelim ki Mao’nun çalışması bir vasiyetin yerine getirilmesi ya da kendi başına bir felsefe teorisi yaratma çabasının ürünü değildir. Onun bu ünlü çalışmaları komünist partisindeki sınıf mücadelesinin ürünleridir. Denebilir ki Mao parti gerçekliğindeki diyalektiği yönetmek, partide devam eden sınıf mücadelesini proletarya lehine geliştirmek üzere “Pratik Üzerine” ve “Çelişme Üzerine”yi yazdı. Ardı sıra yazılan bu iki yazı da parti içi sınıf mücadelesinin birer ürünüydüler. İlgili yazılara yönelik düşülen dipnotlarda şunlar yazılıdır:
“Eskiden Partimizde, ‘Marksizmin bir dogma değil bir eylem kılavuzu olduğu’ gerçeğini inkâr ederek ve insanları Marksist eserlerden bağlamından kopararak aktardıkları sözler ve ifadelerle bezdirerek Çin Devriminin tecrübesini reddeden birçok dogmacı yoldaş vardı. Aynı şekilde, körü körüne de olsa var güçleriyle çalışmakla beraber, uzun bir zaman kendilerini kendi bölük pörçük tecrübeleriyle sınırlayan, teorinin devrimci pratik için ne kadar önemli olduğunu kavramayan ya da devrimi bir bütün olarak göremeyen bazı görgücü (dardeneyci: bilginin kaynağını olgular ve görülebilir verilerle sınırlayan anlayış) yoldaşlar da bulunuyordu. Bu iki türden yoldaşların, özellikle de dogmacıların yanlış düşünceleri 1931-1934 yıllarında Çin Devrimine ağır zararlar verdi. Buna rağmen, Marksist kisvesine bürünen dogmacılar pek çok yoldaşın kafasını karıştırmaya devam etti. ‘Pratik Üzerine’, Parti içindeki dogmacılığın ve görgücülüğün öznelci hatalarını, özellikle de dogmacılık hatasını Marksist bilgi teorisinin bakış açısından teşhir etmek amacıyla yazıldı. Bu yazıya ‘Pratik Üzerine’ adının verilmesinin nedeni, yazıda pratiği küçümseyen öznelciliğin dogmacı türünün açığa çıkarılmasına ağırlık tanınmasıdır. Bu yazıdaki düşünceler, Yenan’daki Japonya’ya Karşı Askerî ve Siyasî Okulda Yoldaş Mao Zedung’un verdiği bir derste ortaya konulmuştu.” ve “Bu felsefî deneme, o sırada partide mevcut olan ciddî dogmacı hatalarla savaşmak amacıyla, ‘Pratik Üzerine’ denemesini tamamlamak üzere yazılmıştır. İlk kez, Yenan’daki Anti-Japon Askerî ve Siyasal Kolejinde konferans olarak verilmiş. Seçme Yapıtlarına alınırken yazarı tarafından gözden geçirilmiştir.”
Bu alıntıların önemi felsefenin sınıf mücadelesinin parçası olarak kavrandığına dair açık bir anlayış içermeleridir. Bu daha en başta, Feurbach Üzerine Tezler’de ortaya konan bakış açısının kendisidir. Mao Zedung felsefeyi sınıf mücadelesinin bir parçası olarak kavramış ve proletaryanın burjuvazi ile savaşımının en ileri alanı olan komünist partisi içerisinde ve sonra da sosyalizm sürecinde diyalektiği proleter dünya görüşünün bir silahı olarak geliştirerek doğru fikirlerin zaferi için kullanmıştır. Onun diyalektiği kavrayışındaki derinlik Lenin’in Felsefe Defterleri’nde ortaya koyduğu ilk açılımın ya da ortaya koyduğu taslak metnin devamı niteliğindedir. Elbette Lenin de Marks gibi bir felsefe teorisi hazırlamadı. Bununla birlikte bu teorinin üzerine bina olacağı temeli Felsefe Defterleri’nin Diyalektik Sorunu kısmında açıklandı.
“Bir’in ikileşmesi ve çelişkin parçalarının bilgisi (…) diyalektiğin (biricik temel özü değilse bile, ‘özler’inden biri, temel özellik ya da belirtilerinden biri) asli özü’dür. Nitekim Hegel de böyle koyuyor sorunu (…).”
Hegel de diyalektiğin özünü tikel ve genel karşıtlığında, her tikel’de genel’in bulunduğunu açıklayarak anlatır. Mao’nun yaptığı şey bu özü “tek temel yasa” olarak formüle etmesidir. Bu anlamda “üstün” bir şey yapmıyor gibidir. Hegel’de olanı, Lenin’in işaret ettiğini formüle ediyor. Ne var ki bunun materyalist bir temelde gerçekleşmesi, toplumsal pratikten hareketle açıklanması her şeyin farklı gelişmesinin de yolunu açıyor. Mao bunu yapmakla proletaryanın eline “sürekli karmaşa”yı yöneteceği bir silah vermiştir.
Mao’nun söz konusu katkısını hatırlayalım. Felsefe Meseleleri Üzerine Konuşma’da (Mao Zedung Seçme Eserler, cilt 6, s: 310-33) Engels’in üç kategoride, Stalin’in dört kategoride tanımladığı yasaları bir temel yasaya, en temel yasa olarak indirir. “Engels üç kategoriden söz etmişti; ama bana sorarsanız ben bu kategorilerden ikisine inanmıyorum. Zıtların birliği en temel yasadır; nicelik ve niteliğin birbirine dönüşmesi, nicelik ve nitelik zıtların birliğinden ibarettir ve yadsımanın yadsınması ise hiç yoktur.”
Mao bunu açıkladığında ve “yadsımanın yadsınması ise hiç yoktur” dediğinde her şeyin açıkça, her yaşam biçiminin mutlaka ortadan kalkacağını anlatır ve bunu sadece sınıflı toplumlar için değil, onun yadsınması olan sınıfsız toplum için de söyler. Bunun başlangıca doğru olamayacağı açık olmalıdır. Komünizmin de aşamaları olacaktır, orada da yeni fikirler, yeni ilişkiler gündeme gelecektir. Çelişkisiz bir toplum olacağını varsaymak diyalektiği, dolayısıyla gerçekliği anlamamaktır. Tüm madde dünyasının özü budur ve maddenin düşüncede aldığı biçimler de ondan bu özle var olur, gelişir. Burada belirleyici unsurlardan biri “yadsımanın yadsınması ise hiç yoktur” demekle “daha üstün, pratik edilmiş, denenmiş olmakla daha üstün haldeki başlangıca dönüş”ün olamayacağının açıkça ifade edilmesidir. Bu nokta Marksist-Leninist diyalektiğin kaynağı olan Hegel diyalektiğinden idealizmin son kez, nihayet tamamen atılmasıdır. Mao bunu hangi bakış açısından gerçekleştirdi? Şimdi sorumuz bu…
SINIF MÜCADELESİ TEMELDİR
Mao söz konusu konuşmalarının girişinde felsefenin kitaplardan çıkamayacağından söz eder. Yanlış anlama olmasın, kitaplardan öğrenilmez değil, kitaplardan çıkmaz, diyor… “Marksizm’in üç esas unsuru bilimsel sosyalizm, felsefe ve ekonomi politiktir. Temeli sosyal bilimdir, sınıf mücadelesidir. Proletarya ile burjuvazi arasında bir mücadele vardır. Marks ve diğerleri bunu gördüler. Ütopik sosyalistler daima burjuvaziyi iyiliksever olmaya ikna etmeye çalışırlar. Bu sökmez, proletaryanın sınıf mücadelesine dayanmak gerekir. Daha o sırada birçok grev olmuştu. Bir İngiliz parlamento soruşturması 12 saatlik iş gününün kapitalistlerin çıkarları açısından 8 saatlik iş gününden daha elverişsiz olduğunu tespit ediyordu. Marksizm, ancak bu bakış açısından başlayarak gelişti. Temel, sınıf mücadelesidir. Felsefenin incelenmesi ancak bundan sonra gelir.”
Bu bakış açısı Mao’nun da bakış açısıdır. O da felsefeyi sınıf mücadelesinden çıkardı. Bu, materyalizmin uygulanmasıdır, kuşkusuz diyalektik bakış açısıyla. Toplumsal pratik Marksizm’in kaynağıdır. Bilimsel sosyalizm, felsefe ve ekonomi politik toplumsal pratiğin ürünleri olarak kavranabilir. Bunlardan herhangi birine salt akım, fikir, idea olarak bakmak, dolayısıyla bunların “herkes için” aynı anlamlarda olacaklarına inanmak Marksizm’in daha baştan reddettiği bir bakış açısıdır. Ütopik sosyalistler ileri sürdükleri “toplum fikri”nin “doğru”, “insanlık için en uygun” olduğuna inanarak burjuvaziyi ikna etmek çabasındalardı. Burjuvazi bilgili, kültürlü, yönetici, özel mülkiyete sahip sınıftı, onların ikna edilmesiyle süreç sosyalizme doğru evriltilebilirdi. Oysa Marks kapitalizmin henüz üretim aşamasında uzlaşmaz bir mücadeleye sahip olduğunu gördü. Politika alanındaki izlenimleriyle ve yazılarıyla bu gerçekliği defalarca açıkladı, gösterdi. Ütopik sosyalistlerin reformist bakış açısıyla alay etti, mülkiyetin hırsızlık olduğunu söyleyen Proudhon’la mülkiyetin toplumsal üretim ilişkilerinin bir parçası olduğundan hareketle “Hırsızlık için mülkiyetin varlığının kabullenilmesi gerekir” diyerek dalga geçti. Açıktı ki her şey sınıflar mücadelesi çerçevesinde gerçekleşiyor ve hiçbir şey salt hukukla, iyilikle açıklanamazdı. Felsefenin de “kim” için yapıldığı önemliydi. Marks ve diğerlerinin gördüğü buydu. Bu bakış açısından hareketle proletaryanın sınıf mücadelesine dayanan bir felsefeye yöneldiler. Hegel felsefesini materyalist bir bakış açısıyla eleştiren Feurbach’ın felsefesini de bu bakış açısıyla eskiler dolabına attılar. Yeni materyalizmin doğuş koşullarının proletaryanın sınıf mücadelesi olması belirleyici derecede önemlidir. Çünkü proletaryanın sınıf mücadelesi proletaryanın kendisinin de yok olacağı son sınıf mücadelesi olarak gerçekleşmekteydi. Marksizm’i bilimsel kılan özellik tam da bu “son sınıf mücadelesi” gerçekliğidir. Toplumsal pratik proletaryanın mücadelesi olarak gerçekleşmeseydi, kapitalizm üretimin toplumsallaşması pratiğini içermeseydi toplumsallaşmış insan da sosyalizm ve komünizm de dolayısıyla bu yöndeki gelişimin teorisi ve tabii ki bilimi olan Marksizm de ortaya çıkmazdı.
Mao’nun anlattığı şey budur. Bu bize, onun felsefesinin özü hakkında da aynı bilgiyi verir. Mao proletaryanın çıkarlarını temel alan bir mücadelenin içinden felsefe yapıyordu. Bu temel bir özelliktir. Bunu şöyle açıklıyor Mao:
“Kimin felsefesi? Burjuva felsefesi mi, yoksa proletarya felsefesi mi? Proletarya felsefesi Marksist felsefedir. Bir de klasik ekonomiyi değiştirmiş olan proletarya ekonomisi var. Felsefeyle uğraşanlar, felsefenin önde gelmesi gerektiğine inanıyorlar. Ezenler, ezilenleri eziyorlar; ezilenler ise, felsefeden önce buna karşı koymak ve bir çıkış yolu bulmak ihtiyacındadırlar. İnsanlar, ancak bunu başlangıç noktası olarak aldıkları zaman Marksizm-Leninizm ortaya çıktı ve felsefeyi keşfettiler. Hepimiz bunu gördük geçirdik. Beni öldürmek isteyenler vardı; Çan Kay Şek beni öldürmek istiyordu. Böyle böyle, sınıf mücadelesiyle uğraşmaya, felsefe yapmaya başladık.”
Burada söz konusu bir “tutum” değildir sadece. Kaçınılmazlıktan söz edildiğini, objektif bir gerçeklikten hareket edildiğini bilmek gerekir. Tıpkı çelişkiden söz eder gibi, içine doğduğumuz toplumun bir parçası olmanın kaçınılmazlığından söz eder gibi felsefenin de bir sınıfın felsefesi olarak yapılmasından söz eder Mao. “İnsanlar ancak bunu başlangıç noktası olarak aldıkları zaman felsefeyi keşfettiler.”, “Hepimiz bunu gördük geçirdik.” cümleleri kaçınılmazlığa, zorunluluğa işaret eder. Mao felsefeyi pratik içinden gerçekleştirmektedir. Hiç kuşkusuz proletaryanın bakış açısından bakmak bir politik tercihtir. Burada vurgulanan sonuçta bir sınıfın çıkarları açısından bakmak zorunluluğudur. “Ezilenler ise felsefeden önce buna karşı koymak ve bir çıkış yolu bulmak ihtiyacındadırlar.” Proletaryanın varlığının, kapitalizm koşullarının ürettiği bir ihtiyaçtır Marksizm-Leninizm ve onun felsefesi.
Mao burada Marksist-Leninist felsefenin koşullarından ve proletaryada somutlaşan öznesinden söz eder. Bu noktada herhangi bir biçimde kurgu yoktur. Proletarya zorunlu olarak sınıfsız ve sömürüsüz dünyanın yaratıcısıdır. Çünkü o mülkiyetsizdir ve mülkiyetsizleştirecek olandır. Özel mülkiyete dayanan sistemlerin sonuncusu olarak kapitalizm kendi sonunu hazırlayan proletaryaya dayanmak zorunda olduğu için onun yok oluşu kapitalizmin yok oluşudur. Kendini imha edecek bir sistemden de söz edilebilir. Marks’ın “yaptığım şey” olarak ifade ettiği şey buydu: “Benim yeni olarak yaptığım, (…) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne yol açtığını; bu diktatörlüğün kendisinin ise, tüm sınıfların ortadan kaldırılması ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını kanıtlamak olmuştur.” Burada Mao’nun belli bir felsefi anlayışı daha anlaşılır, basit bir biçimde tekrar ettiğini söylemek mümkün.
BİRİ İKİYE BÖLÜN
O halde Mao’nun bu alandaki yeni söylemi nedir? Mao öncelikle “diyalektik sentez” kavramının Hegelci kavranışını, “ikinin daha yüksek bir birlikte birleşmesi” anlamında sentezi reddetti. Sentezi sonsuza doğru ilerleyen maddi hareketin nitel dönüşümleri olarak açıkladı. Bu sentez anlayışında birinin diğerini yok etmesi, yemesi vurgulanır. Burada karşıtların mücadelesinin mutlaklığından söz edilir fakat her karşıtların mücadelesi aynı zamanda sonludur. Genel olan tikelde somutlaşır dediğimizde “Karşıtların mücadelesi her şeyin varlığında söz konusudur” demiş oluruz. Her şey sonludur, yok oluşa yazgılıdır, değişime zorunludur… Mao bu yorumuyla diyalektiği en ileri seviyeye taşır ve felsefede yeni bir seviyenin kapısını ardına kadar açar. Bu yeni seviyede kitlelere söylenen şey çok net ve kesindir: Her şey ikiye bölünür… “Mao sosyalizmdeki çelişkilerin ve antagonist sınıfların varlığının kitleler tarafından kavranması için onlara sık sık ‘biri ikiye bölmeyi’ öğrenmeleri çağrısında bulundu. Sosyalist toplum çelişkisiz bir bütünden oluşmaz. Bir ara toplum olarak sosyalizm kapitalizme gerilemek ve komünizme ilerlemek şeklinde iki yolla, iki olasılıkla karşı karşıyadır. Sınıflar düzleminde bu iki yolun temsilcileri olan burjuvazi ve proletarya her alanda karşı karşıya gelirler. İşte Mao bu her alandaki karşı karşıya gelişte burjuvazinin alt edilmesi için kitlelerin burjuvaziye karşı mücadelesinin tayin edici olduğu bilinciyle kitlelere doruklara tırmanma çağrılarında bulundu. Kitlelerin yüzeyin altında yatan nazik ve geçici durumu somut olarak kavramaları, göze ille de görünmesi gerekmeyen (ya da göze görünmeyecek) tehlike ve meydan okumaların kitlelerce kavranmasına özel önem verdi. Bunun için de ‘toplumdaki çelişkilerin kavranması meselelerin tahlil edilmesinde biri ikiye bölmesini öğrenin’ diyordu.” (Çakıroğlu, Yeni Demokrat Gençlik, sayı 11, 1993)
Maoizm’in tanımlanması ve kavranması bakımından bu dizimize dayanak aldığımız yazıda ortaya konan bu görüşlerde birin ikiye bölünmesi felsefesinin kapitalist yolculara karşı sosyalizmde kitlelerin bir silahına dönüşmesi konu ediliyor. Daha önce de vurguladığımız gibi bu hareket başarısız değildir, başarılıdır. Büyük Proleter Kültür Devriminde kitleler kapitalist yolcuları kapı dışarı etmeyi başardılar. Bunu kitleler başarmıştır. Devrimin asla kitlelere rağmen gerçekleşemeyeceğini bilen Maoistler için bu tartışmasız bir gerçekliktir.
Söz konusu yazının eksik bıraktığı nokta birin ikiye bölünmesini “Yadsımanın yadsınması ise hiç yoktur” ilişkisidir. Mao böyle bir şeyin olmadığını söylerken sosyalizmde kapitalizmi olanaklı gören, sosyalizmle kapitalizmi “sentezleyen” tüm anlayışları hedef tahtasına oturtmuştur. Bunun özellikle vurgulanması gerekir. Bu yaklaşım Marks’tan itibaren tüm Marksistlerin yaklaşımıdır. Reformizme, revizyonizme karşı gelişmiştir Marksizm, ancak bu kökten mücadelelerin sonucudur ki Leninizm’e ve Maoizm’e ulaşılabilmiştir. Halihazırda devam eden mücadele, Enternasyonal Komünist Birlik’in mücadelesi de bu içeriktedir veya bu içerikte olmak zorundadır. Bu mücadele proletaryanın bakış açısını, onun önderlik görevini, sosyalizm ve komünizm perspektifini, kapitalizmi sosyalizmin zaferi doğrultusunda kavrayıp sonuç olarak yok etmeyi asla elden bırakmama mücadelesidir. Mao’nun “biri ikiye bölmeyi öğrenin” talimatı ve “Yadsımanın yadsınması ise hiç yoktur” sözü kitleleri felsefe alanında tamamen silahlandırmıştır. Bu silah kullanılmadığında Büyük Proleter Kültür Devriminin dersleri ve başarıları inkâr edilir, Marksizm eskimiş bir türkü haline gelir… Bu da kapitalizmin emperyalizm seviyesindeki çürümüşlüğünün ezilen halklar üzerindeki baskısının o patlayıncaya kadar sürmesi anlamına gelir. Bugün Çin’de Marksizm-Leninizm-Maoizm’in terk edilmesiyle birlikte kitleler üzerinde bir zorbalığa dönüşen Ç“K”P yönetiminin başta işçi sınıfı olmak üzere bir tür burjuva diktatörlüğü olduğu tartışmasızdır. Hatta bugün Çin Afrika’da, Orta Doğu’da ezilen halkların yeni bir kâbusu olarak boy göstermektedir. Çin’i değerlendirip burada komünizmin kapitalizmle bir sentez oluşturduğunu ileri sürenler Mao’nun kazandırdığı silahla hedeflenmelidir: Yadsımanın yadsınması ise hiç yoktur ve bir ikiye bölünür… Çin’de sınıf mücadelesi kesintisiz sürmektedir. Bu mücadelenin “kötü bitimsiz” (Slovaj Zizek böyle diyor: “Mao’nun ‘yadsımanın yadsınmasını’ reddetmekle yaptığı kuramsal yanlışın, ‘yadsımanın yadsınmasının’ bir konum ile o konumun pek radikal yadsınması arasında bir uzlaşma değil de tersine tek hakiki yadsıma olduğunu kavramaktaki başarısızlığının nihai bedeli budur. Ve Mao, biçimin kendisinin bu kendinden ilişkili yadsınmasını kuramsal olarak formüle etmeyi başaramadığındandır ki sonsuz yadsımanın, ikiye ayırmanın, alt bölümlemenin ‘kötü bitimsizliğine’ yakalanmıştır…”) olduğu iddiası somut bağlamda tamamen yanlıştır. Çünkü Mao her şeyin bitimli olduğu konusunda nettir ve Zizek de bunu belirtir. Bitimsiz olan evrensel çelişkidir, harekettir. Yadsımanın yadsınmasının “tek hakiki yadsıma” olduğu ve bunun “bir konum ile o konumun pek radikal yadsınması arasına bir uzlaşma” olmadığı ileri sürüldüğünde Mao’nun kargaşa ağalığından bir ileriye gidilmiş de olunmaz! Yadsımanın yadsınması Hegel felsefesinde idenin deneyimle kendine dönmesi ve bu anlamda sentezlenmesi olduğuna göre Zizek bu sözlerle Hegel’den uzaklaşmaktadır. Buna rağmen o bunun Hegel’in kavramına tutunarak yapmayı tercih ediyor. Oysa Mao birlik-eleştiri-birlik’te olduğu gibi birleşmeyi reddeden bir anlayışta değildir. O her türden birliğin karşıtların mücadelesinin zaferi olarak, bir konumun diğerini ortadan kaldırması olarak açıklar… Bunun yadsıma, olumlama, yadsıma, olumlama… olarak formüle edilmesi Hegelci felsefenin idesinin “iyi bitimsiz”liğinin reddi bakımından da gerçekliğe ve akla tamamen uygundur… Son olarak bir süreçte çelişkilerin çokluğu ve kargaşa halindeki hareketin çözümlenmesinde Mao’nun “baş çelişki”, “temel çelişki”, “başlıca çelişmeler” kavramlarının bir özetini sunup dizimizi sonuçlandıracağız. Mao Zedung’un Marksist-Leninist felsefeye temel katkılarından biri de bir süreçte birden çok çelişkinin varlığına çektiği dikkattir. Dogmatizmi eleştirirken hareket noktası somut çelişki ile genel çelişki arasındaki ilişki olan Mao genel çelişkinin somut çelişki halinde göründüğünü açıklar ve ancak somuttaki çelişkinin kavranması sayesinde insanın bir süreçteki etkin rolünün gerçekleşebilir duruma geleceğini savunur. Bu nokta Marksist-Leninist felsefenin doğru anlaşılmasında belirleyicidir. Yazı dizimizin birçok konusunda somut çelişkiye yönelmenin doğru politikaları belirlemede olmazsa olmaz olduğunu gösteren değinilerde bulunduk. Örneğin enternasyonalizmin ulusal ya da ülke sınırları içinde gerçekleştirilebileceğini, enternasyonalizmin birinci görevinin “kendi ülkende devrimci çizgiyi örgütlemek” ve ikinci olarak “başka ülkelerdeki aynı devrimci çizgiyi desteklemek” olduğunu anlatırken felsefi olarak dayanak noktanız somut ile genel çelişki arasındaki ilişkidir. Enternasyonalizm adına “kendi ülkesindeki devrim” görevini ihmal etmenin enternasyonalizmle çelişeceğini ya da kendi ülkesindeki devrime önderlik görevini ilk plana alan bir anlayışın enternasyonalizmle çelişmediğini söylediğimizde genel çelişkinin somut çelişkide belirdiğini kabul etmiş oluruz. Bunun dogmatizme karşı en güçlü silahlardan biri olduğu şüphesizdir. Dogmatizmin neden olduğu hatalardan biri geneli somut içinde araması ya da tanımlamasıdır. Somutu özel olarak inceleme, tanımlama çabasından uzak durup geneli temel alan dogmatizm bu yolla somut görevleri ihmal eder, hatta bu görevleri engeller. Karşı devrimci pratiklerin yolunda ilerleyen dogmatizm sorunu komünist hareketin her döneminde büyük sorunlarından biridir. “Somut çelişki” ve “somutu inceleme” kavramları bizi her somut durum içinde birden çok çelişki olduğu bilgisine götürür. Mao birden çok çelişki barındıran somut durumların analizinde ortaya koyduğu yöntem ve kavramlarla komünist hareketin felsefesini, Lenin’in söylemiyle Mantık’ını en ileri seviyeye taşımış oldu…
(Devam edecek)
Proletaryanın İktidarı İçin Şiarımız: Maoizm-I
Proletaryanın İktidarı İçin Şiarımız: Maoizm-II