[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Mao 1950’lerin sonlarına doğru SSCB’de kapitalist restorasyonun yaşanmaya başlamasıyla proletarya diktatörlüğünün teori ve pratiğini geliştirerek onu üst bir düzeye sıçrattı. Büyük Proleter Kültür Devrimiyle sonuçlanan sosyalizmdeki iktidar mücadelesi Maoizm’in devrim bilimine kattığı büyük bir değerdir. Bugün sosyalizmden çok geriye düşmüş olmak bize sadece burjuvaziye karşı daha güçlü bir saldırı içinde olmak gerektiğini hatırlatmaktadır.
Aslında BPKD’nin teorik kapsamı “üretici güçler teorisi”ne karşı mücadele ile başlar. Üretici güçler teorisinden felsefi kopuşun temelini daha yıllar önce Mao “Çelişki Üzerine” adlı makalesinde şöyle açıklamıştı: “Evet, üretici güçler pratik ve ekonomik temel genellikle birinci ve belirleyici rol oynarlar; bunu inkâr eden materyalist değildir. Ama aynı zamanda kabul edilmelidir ki üretim ilişkileri, teori ve üstyapı gibi yönler de belirli koşullarda birincil ve belirleyici rol oynarlar. Üretici güçler, üretim ilişkilerinde bir değişme meydana gelmeden gelişemez duruma geldiklerinde üretim ilişkilerindeki değişme birincil ve belirleyici rol oynar… Üstyapı (siyaset, kültür vb.) ekonomik temelin gelişmesini engellediğinde siyasi, kültürel değişiklikler birincil ve belirleyici rol olur.”
Sosyalizmde sınıf mücadelesinin kesintisiz ve amansızca sürdürülmesi gerektiği anlayışı Marksizm’in kurucu önderlerinde ve Lenin ve Stalin’de de kuşkusuz söz konusuydu. Sınıfsız topluma erişmek amacı güden proletarya diktatörlüğünün zorunluluğunu Marks’tan itibaren biliyoruz. Bununla birlikte sosyalizmde sınıf mücadelesinin somut biçimleri, araçları, mekanizmaları hakkında aynı ustaların bir birikime sahip oldukları söylenemez. İdeolojik düzlemde sosyalizmde sınıf savaşımının süreceği, proletarya diktatörlüğünün uygulanacağı bilinse de pratik meselelerin çözümünde sınıf savaşının yasalarını uygulamak ve dolayısıyla ideolojiyi uygulamada göstermek başka bir aşamadır. Bu konuda Stalin yoldaşın metafiziğe düştüğünü, subjektif davrandığını, sınıf mücadelesinin maddi temeliyle teorik ve siyasi kapsamı arasındaki ilişkide ikincinin rolünü küçümsediğini ya da esas olarak ihmal ettiğini biliyoruz. Çakıroğlu’nun yazısında bu şöyle açıklanmış:
“Aslında üretim ilişkileriyle üretici güçler arasındaki ilişkide üretici güçlerin her konuda belirleyici ve birincil yön olduğu 2. Enternasyonal döneminde de yaygın bir yanılgıydı. Daha doğrusu bu sapma sistemli olarak 2. Enternasyonal oportünistleri tarafından hayata geçirildi. Lenin o dönemde emperyalizm ve proleter devrim teorisini geliştirerek üretici güçler teorisine büyük bir darbe vurdu. Proleter devrimin ancak üretici güçlerin en fazla gelişmiş olduğu ülkelerde en çok gelişeceği tezi tam da üretici güçler teorisinin o zamanki koşullardaki ifadesiydi. Bu efsane Ekim Devriminin başarısıyla paramparça edildi. Ancak Lenin’in bu konudaki görüşleri yeterince kavranamadı. Daha sonraları Stalin döneminde ‘üretici güçler teorisi’ sosyalist inşanın resmi politikasının temeli haline geldi. Stalin bu temel yanılgıdan dolayı 1936 yılında ‘… Böylelikle bütün sömürücü sınıflar artık yok edilmiş bulunuyor’ diyerek antagonist sınıflar arasındaki sınıf mücadelelerinin ortadan kalktığını belirtmiş oluyordu. Bu aynı zamanda sosyalist inşa için gerekli olan üretim ilişkilerindeki değişikliklerin yaşanmış olduğunun ileri sürülmesiydi. SBKP için artık görev üretici güçleri geliştirmekti. Tüm bu noktalardaki yanılgı (hepsi gıdasını ‘üretici güçler teorisi’nden alırlar) bürokrat kapitalist sınıfın bizzat Sovyet iktidarı tarafından gelişmesine olanak tanımak ve proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelelerinin bilinçli olarak geliştirilip yönlendirilmesi görevini terk etmekti.”
İdeolojik olarak burjuvaziyle mücadelede, yani proletarya diktatörlüğünün zorunluluğu fikrinde Stalin yoldaşın sağlam duruşu ve kararlılığı komünistlerce takdir edilir. Ne var ki tek başına kararlılık çözüm gücü olmakta yetersizdir. Burjuvazinin sosyalizmde neye karşılık geldiğinin, nasıl somutlaştığının açıklanması gerekir. Bu da bilimsel bir çalışma, pratiğe yön verecek düzeyde teorik açılımlar gerektirir. İdeolojinin yeni şartlar altında somutlaştırılması, bilime dönüştürülmesi gerekir. Stalin yoldaş bilimin bu seviyesi bakımından başarılı olamadı. Lenin’in 2. Enternasyonal revizyonizmine karşı mücadelesi yeni şartlar altında Marksizm’in savunulması; ama daha çok da geliştirilmesidir demiştik. Üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki ilişki alanında aynı savunma ve daha çok da geliştirmeyi Lenin’den sonra bu kez Mao Zedung üstlendi; Stalin yoldaşın başaramadığını o başardı.
SINIF MÜCADELESİ TEMELDİR
Bu noktada şu önemli teze dikkat çekmemizde yarar var: Marksizm-Leninizm-Maoizm’in temeli toplumsal pratiktir. Ancak sınıf mücadelesi alanındaki gelişmeler diğer düzeylerdeki ilerlemeleri getirmiştir. Bu aynı zamanda şu demektir: Temel sınıf mücadelesi, yani proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadeledir. MLM’de felsefe çalışmaları bu temel üzerinde yükselmiştir. Sınıf mücadelesinin ihmali kavrayışımızı tümden daraltır… Mao Zedung bunun tamamen farkında olarak, sınıf mücadelesine hizmet edeceğini açıkça görerek felsefe çalışmalarına öncekilerden daha kapsamlı bir boyutta önem verdi. Parti içindeki sınıf mücadelesine verdiği ciddi önemi Pratik Üzerine ve Çelişki Üzerine makalelerinden görmekteyiz. O bu çalışmaları “felsefeye katkı” amacıyla yapmadı; yukarıdaki teze uygun olarak o, parti içindeki sınıf mücadelesini proletarya lehine geliştirmek, parti içindeki burjuva anlayışlara ve bunun tabii sonucu olan burjuva örgütlenmelere (hizip, klik gibi) karşı başarılı sonuçlara varmak için gerçekleştirdi. Mao Zedung’un “felsefeye katkıları”nı, “akademik bir çalışma” olarak ya da “felsefi çalışmalar” adı altında anmak bu özelliğin gözden kaçırılmasına neden olmamalıdır. Marksizm-Leninizm-Maoizm’de felsefe çalışmalarının sınıf mücadelesinin bir devamı olduğunu asla göz ardı etmemek gerek. Proleter ideolojinin bilimselliğinin kaynağı da budur. O hiç kuşkusuz maddi süreçle ilgilidir. Toplumsal pratik, üretim araçlarının gelişimi ve üretim ilişkilerinin değişimi süreci bilginin temel kaynağıdır. Bunun proleter sınıfın çıkarları açısından gerçekleşmesi bu özelliği gölgelemez. Bu bakımdan bir gölgeleme söz konusu olursa eğer “ideolojik” olarak bir sapma, burjuvazinin çıkarları için üretme sorunu baş gösterir. Marksizm-Leninizm-Maoizm’in her zaman burjuvaziye karşı mücadele içinde gelişmesinin ve gerçekleşmesinin nedeni de budur.
Mao “Çelişki Üzerine” adlı makalesinde bilincin rolüne güçlü biçimde dikkat çekerken sınıf mücadelesini temel alır. Çünkü bu alanda ciddi sapmalarla karşılaşılmış, burjuvaziye karşı proletaryanın önemli silahlarından olan bilincin rolü küçümsenmiştir. Mao bu çalışmasıyla proletarya için “üstyapının belirleyici rolü/proleter bilincin sınıf mücadelesindeki olmazsa olmazlığı” silahını güçlü biçimde tesis eder:
“Tarihin genel gelişiminde maddenin zihinsel olanı, toplumsal varlığın da toplumsal bilinci belirlediğini kabul etmekle birlikte, zihinsel olanın maddi olana, toplumsal bilincin toplumsal varlığa ve üstyapının da ekonomik temele tepkisini de kabul ediyoruz, hatta etmek zorundayız. Bu, materyalizme aykırı değildir; aksine mekanik materyalizmden kaçınır ve diyalektik materyalizmi sıkı sıkıya savunur.” (Mao)
Mao burada devrimci teoriyi sınırlayan burjuva anlayışlara tam bir darbe indirir.
Bu yaklaşım, Çin Devriminde olduğu kadar sosyalizmin inşasında da özellikle de Kültür Devriminde kitlelerin sınıf mücadelesindeki devrimci gücünün açığa çıkarılmasında da etkili oldu. Mao’nun sosyalizmde sınıf mücadelesini kitlelere dayanarak, onların devrimci inisiyatifini kuşanarak sürdürmesi “üretici güçler teorisi”ne yönelik Lenin’de bir üst seviyeye çıkmış proleter saldırıyı sürdürmesi, bunu geliştirmesidir. Bununla birlikte “bilincin rolüne ilişkin Marksist anlayış daha da gelişmiştir” (Çakıroğlu, agy)
DEVRİM SONRASINDA YOL KARMAŞASI
Yeni Demokratik Devrimden sonra Çin toplumundaki baş çelişmenin burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme olduğunu Mao henüz devrim sürecindeyken belirlemişti. Devrim feodalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişkiyi çözmüştü ve proletarya “yeni” bir devrime önderlik etmek görevi ile karşı karşıya kalacaktı. Devrimden hemen sonra bu çelişme etrafında bir çatışma baş gösterir. O güne kadar “Yeni Demokratik Devrim”e hizmet eden her şey artık “sosyalist devrim”e hizmet etmeliydi, parti sosyalist devrimi örgütlemeye başlamalıydı. Kuşkusuz bu bir anda gerçekleşebilecek bir devrim değildi; ama devrim başlamalıydı, sosyalist devrim tanımlanmalıydı, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkide açık bir tavır alınmalıydı. Mao önderliğindeki Marksist-Leninistler, “sosyalist yol” şiarıyla hareket ettiler ve sosyalizmin koşullarının olmadığını, Yeni Demokratik Devrimde sebat etmek gerektiğini ileri süren kapitalist yolculara bayrak açtılar. Kapitalist yolcular sosyalizmi “üretici güçler teorisi”ne göre çok ileri bir tarihe erteliyordu. Oysa Mao sosyalizmin inşasına devrimden itibaren hazırlık içinde olmak gerektiğinin bilincindeydi. Mao, kapitalist yolu salık verenler için şu güçlü tespiti yapar: “Demokratik devrimin başarısından sonra bazıları durakladılar” ve “Devrimin karakterindeki değişikliği göremeyerek, sosyalist dönüşüme girişmek yerine, ‘yeni demokrasi’lerini devam ettirdiler.”
“Yeni Demokratik Devrimi sağlamlaştırmak” adına onlar ekonominin çeşitli sektörleri arasında etkin bir iş birliği gerektiğini ve bu iş birliğinin uzun bir süre korunması gerektiğini ileri sürdüler. Aslında bununla söylenen şey “baş çelişmeyi” bir süre görmezden gelmekti, yani sınıf mücadelesine ara vermekti. “Ne de olsa iktidar proletarya partisinin yani proletaryanın elindeydi!”, “Sınıf mücadelesinde amansız ve ısrarcı olmak için bir neden yoktu.”
Mao bu argümana yukarıda değindiğimiz tezden hareketle karşı koydu. Onun için her şey sınıf mücadelesinin bir devamından başka türlü ele alınamazdı. Ülkedeki geri ekonomik şartların giderilmesinde kapitalizme baş rolü vermek sınıf mücadelesinde burjuvazinin saflarında durmaktan başka bir anlama gelmezdi. Elbette sosyalizm bir anda inşa edilemezdi ve Yeni Demokratik Devrimden sonra burjuvazinin çeşitli işletmelerine, özel sermayeye sınırlanmış ölçeklerde izin verilecekti, bunların bütününe el koyacak denli bir ekonomik güce proletarya henüz sahip değildi. Ne var ki yönelim bu olacaktır, izin verilen özel işletmeler ve dolayısıyla özel sermayenin gelişmesine, yayılmasına hizmet edilmeyecekti. Bu mesele parti içinde çok ciddi çatışmalara, tasfiyelere, özetle parti iktidarının ele geçirilmesi mücadelesine neden oldu. Nihayet kazanan Marksizm-Leninizm’i takip eden Mao önderliğindeki Marksist-Leninistler oldu. Marksizm-Leninizm takip ediliyordu; bununla birlikte mücadele “yeni” bir seviyede yürüyordu.
Bilimin gelişmesinde böylesi dönemler vardır. Pratikte bir gelişme olur, daha önce başarılamamış şeyler başarılır. Buna rağmen bir ad konmamıştır, bir teorik açılım sunulmamıştır. Mao önderliğindeki bu “yeni” süreçte de gelişmeler böyle oldu. Çin Devriminin başarılı bir şekilde gelişmesinden itibaren başlayan bu yeni sürecin Marksizm-Leninizm’in takip edilmesi, uygulanması olduğuna inanılıyordu. Oysa Marksizm-Leninizm sadece savunulmuyor, ayrıca ve esas olarak geliştiriliyordu. Yeni Demokratik Devrim sürecinde emperyalizmin yarı feodal ülkelerdeki rolü, komprador ve bürokratik kapitalizme dair tanımlar, savaş çizgisi, parti anlayışı, kitle çizgisi gelişiyordu. Felsefe sınıf mücadelesinden sonra geliyordu. Sürece rehberlik eden ideolojinin kuşkusuz bir felsefesi de vardı. Tam da bu felsefe gelişme halindeydi ve söz konusu süreçte de gelişmekteydi. Sosyalizmde sınıf mücadelesinin teorisi de adım adım gelişmekteydi. Eğer Mao Zedung yeteri bir ideolojik donanımda olmasaydı hiç şüphe yok ki o zamana kadar ulaşılmış olan fikirlerle hareket edilecek, geri ekonomik koşullara sahip Çin’de kapitalizmin gelişmesine hizmet edilecekti. Mao’yu ayırt edici kılan özellik tam da bu noktada kendini gösterdi. O sınıf mücadelesine proletaryanın çıkarları açısından bakmaktaydı. Yeni Demokratik Devrim başarıyla sonuçlanmıştı ve artık proletaryanın çıkarlarına uygun olarak sosyalist devrime yönelmek gerekirdi, proletaryanın kapitalizme değil, sosyalizme ihtiyacı vardı… ÇKP’nin 7. Kongresi bu hesaplaşmayı yaşadı ve Mao’nun burjuvazi için “tehlikeli ve ütopik sosyalizm”i yani tarımın karşılıklı yardım ekipleriyle geliştirilmesi, yarı-sosyalist kooperatifler, ileri kooperatifler yoluyla kolektivizasyonu planı kabul gördü.
Bu, devrimden sonraki ilk zamanlarda, hemen baş göstermiş sınıf mücadelesinin kısa bir süre sonra çetin bir iktidar savaşına dönüşmüş haliydi. Mao’nun buradaki başarısı olağan bir başarı değil, üstün donanım gerektiren bir başarıdır.
Gelişkin üretici güçlere sahip olmayan, üretkenlik düzeyinin düşük olduğu Çin gibi bir ülkede sosyalizmin inşasını Mao aslında beklenmeyecek ölçüde güçlü bir donanımla savundu. Sosyalizmin inşasını adım adım seyredecek bir geçiş sürecinin sonunda tamamlanacak bir aşama olarak tanımladı. Amaçlanan, üretim ilişkilerinin tedricen değiştirilmesiydi. Üretim ilişkileri değiştirilmeden üretim güçleri geniş bir şekilde geliştirilemezdi. Mao’nun üretici güçler teorisiyle arasına koyduğu açık mesafe buydu. Stalin yoldaş şahsında Sovyet ekonomisine yönelik eleştirisine baktığımızda da onun bu konuda net bir tavır içinde olduğunu görürüz. Önce makinalaşma, akabinde kooperatifleşme yolunu Mao reddediyordu ve bu Çinli kapitalist yolcuları hüsrana uğratıyordu. Çin’deki küçük ölçekli üretim, geri tekniğe bağlı işletmelerin çokluğu, bireysel ve dağınık üretim kooperatifleşmeye, kolektivizasyona aykırı değildi. Mao kolektivizasyonun belirleyici öğesi olarak üretim araçlarını, gelişmiş sanayi üretimini değil kitleleri görüyordu. Gerisi bundan sonra gelirdi ve gelecekti. Kuşkusuz burada kitlelerin ikna edilmesi gerekirdi. Bunun için de partinin kitlelere öncülük etmesi gerektiği sürekli hatırlanmalıydı, yani sınıf savaşımı kesintisiz devam etmeliydi. 7. Kongre büyük bir zaferdi ama elbette sadece bir başlangıçtı. Mücadele zorluydu ve aynı çelişki etrafında birçok kez daha burjuvazi ile proletaryanın çıkarlarını savunanlar karşı karşıya gelecekti. Yeni Demokratik Devrimi sağlamlaştırma amacını terk etmemekte ısrar edenler kısa bir süre sonra yeni bir ambalajla, “birleşik ekonomik temel” teorisiyle ortaya çıktılar.
1958 yılında da 8. Kongre’nin ikinci oturumunda “sosyalizmi inşada var gücümüzle yüksek hedeflere yönelerek daha büyük, daha hızlı, daha iyi ve daha ekonomik sonuçlar elde etme” çizgisi kabul edildi. “Büyük İleri Atılım” sloganıyla gerçekleştirilmeye başlanan bu çizgi Halk Komünlerini örgütlemeyi içeriyordu. Bu komünler sanayi, tarım, ordu, eğitim ve ticaretin toplumsal yapıyla bütünleşmesini sağlayacaklardı. Çin’de bu komünler temel düzeydeki yönetim örgütleri olarak rol oynuyorlardı. Büyük İleri Atılım yıllarındaki kimi önemli hatalar öne çıkarılarak izlenen genel çizginin başarılarının yadsınması çok bilindik bir burjuva saldırı örneğidir. Büyük İleri Atılım Büyük Proleter Kültür Devriminin başarısını da koşullamış, kitlelerin kendilerine güvenini perçinlemiş tarihi önemde bir gelişme hamlesidir.
Mao Zedung sosyalizmin inşası sürecinde üretici güçler teorisinin çeşitli versiyonlarına karşı bu bakış açısıyla mücadele etti ve Marksizm-Leninizm’i bir kez daha geliştirdi. Bunun sonucunda üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyet sağlandı. Karşı devrimci hareket bu kez Çin toplumunun baş çelişmesi olarak “ileri sosyalist sistemle geri sosyal üretici güçler arasındaki çelişme”den söz etmeye başladı ve bir kez daha üretici güçler teorisini ileri sürdü. Sosyalizmde “partili burjuvazi” sürekli olarak sınıf mücadelesini yadsıyan, devrimci bilincin rolünü küçümseyen, ideolojiyi pratikte reddeden bu teoriye sığınmak zorundadır. Çünkü bu teori materyalizme sadık görünür, proletaryanın elindeki ekonominin geliştirilmesini amaçlar gibidir. Açık ki bu teorinin içerdiği “ekonominin geliştirilmesi” iddiası bir gerçekliktir. Üretici güçleri geliştirmek ekonomiyi geliştirir. Fakat Marksizm bize daha başlangıçta “ekonomi politiğe” değil sınıf mücadelesine yönelmeyi öğretir. Mao Zedung bu görüşün en ileri seviyesini temsil eder. Sosyalizmde üretici güçler teorisinin her mahkûm edilişi bu seviyenin perçinlenmesidir. Bu seviye sadece sosyalizmde sınıf mücadelesinin sürdürülmesi bakımından değil günümüzdeki devrim mücadeleleri bakımından da yol gösterir. Bu, nihayetinde devrimi kavrama sorunudur. Ekonomi politiği temel almak emperyalizmin sağladığı “ekonomik ilerlemeye” yaslanmak, bu “ilerlemeye” proletaryanın çıkarlarının gerçekleşmesi olarak bakmaktır. Tekrarlamak gerekirse: Komünistler üretim araçlarındaki gelişmeyi dikkate almadan edemezler. Nihayetinde Kapital, üretim araçlarının gelişmesini inceleme konusu yapmış bir kitaptır. Ancak bu kitap asla bir ekonomi politik kitabı değildir. O sınıf mücadelesinde proletaryanın takip edeceği yolu aydınlatan ekonomi politiği bu bakımdan eleştiren bir kitaptır. Onun temel özelliği budur. Bu temel özelliğin Maoizm’de en ileri seviyeye ulaştığını savunuyoruz. Emperyalizm kavrayışımızın da bürokratik kapitalizme dair ayırt edici tanımımızın da Yeni Demokratik Devrim ve sosyalizm mücadelesinde sınıf mücadelesini temel almamızın da kaynağında bu fikir vardır.
Mao “üretici güçler teorisi”ne ayrıca “Sovyet İktisadının Eleştirisi” adlı eserinde de güçlü darbeler indirmiştir. “Mao’nun Sovyet İktisadı’nın Eleştirisi’nde işaret etmiş olduğu gibi, üretim araçlarının mülkiyet biçimindeki değişiklik üretim ilişkilerindeki değişikliğin sadece bir yönüdür. Gerek üreticilerin kendi aralarındaki ilişki, özellikle de yönetici kadrolarla üreticiler arasındaki ilişkiler gerekse dağıtım sisteminin tümü üretim ilişkilerinin temel değişimlere tabi tutulması zorunlu olan yönleridir. Üretim ilişkilerinin bu yönleri altyapıya ait olmalarına rağmen bu alandaki değişimler esas olarak sürekli ideolojik mücadele yoluyla mümkündür. Dolayısıyla üstyapıdaki ideolojik mücadele, altyapıda değişikliklerle sıkıca bağlantılıdır, ki bu altyapı ile üstyapı arasındaki suni ayrışımlar yapılmasını zorlaştırır.” (Çakıroğlu, agy)
Sovyet İktisadının Eleştirisi bilindiği üzere Stalin yoldaş döneminin ekonomisini konu alır. Bununla birlikte buradaki eleştirilerin kapsamı Sovyetler Birliği’nde egemenleşen burjuvazinin kapitalizmin restorasyonuna girişmesiyle birlikte genişler. Biz buradaki eleştirilerin Sovyetler Birliği’nde gelişen kapitalizmin restorasyonu sürecinin kimi dinamiklerine, hatta bazı temel dinamiklerine yöneldiğinin farkındayız. Kitap daha çok bu gözle okunmalıdır. Kruşçev’in elinde popüler bir üne kavuşan “üretici güçler teorisi”, “artık sınıflar, sınıf mücadeleleri yerine ‘üretimin yükseltilmesi’ teranelerine” bırakmayı içerir. “Hatta Kruşçev bu anlayışın kök salması düşüncesiyle komünizmin sınıfsız bir toplum olduğunu bir kenara bırakarak ‘bolluk (Kruşçev’in ünlü gulaşı) toplumu’ şeklinde tanımlamaya başlamıştır.” (Çakıroğlu, agy)
SOSYALİZMDE KİTLELERİN ROLÜ
“Yasal olarak üretim araçlarının toplumsallaştırılması, objektif olarak üretim araçlarının yoğunlaştırılmasını doğurur. Ancak bu türden toplumsallaştırma ya da yoğunlaştırma siyasi iktidarın objektif olarak merkezileşmesini doğurur. İşte yasal olarak üretim araçlarının merkezileştirilmesinin olduğu ülkeler içerisinde sosyal faşist bir iktidar kurulmasına olanak veren siyasi alandaki bu objektif iktidardır. Böyle bir gelişmeyi engellemek için, üretim araçlarının yanı sıra üretim ilişkilerinin ve de bu ilişkisinin ürünü olan üretimin ve de üretim sürecinin gerçek toplumsallaştırılmasına yardım edecek bütünlüklü çizgi ve strateji gereklidir. Bunun da geniş emekçi kitlelerin genel düzeyiyle kopmaz bağı vardır.” (Çakıroğlu, agy)
Mao bütün bunları berrakça gördü ve bu sorunu çözmek için oluşturduğu çizgi Büyük Proleter Kültür Devriminde hayat buldu. Mao’nun stratejisinin en önemli halkası politik bir kitle hareketi yaratılmasıydı. İktidarın kitlelerin eline verilmesi, komünist partisinin bu sürece önderlik etme yükümlülüğü onun stratejisindeki esas ilkelerdi.
Sınıf mücadelesinin kitleler adına partinin ya da (parti) temsilcilerinin yürütmesi yoğunlaştırılmış olan üretim araçlarının ve üretimin denetiminin belirli kademelerce yürütülmesi demektir. Tersi de doğrudur. Bu, burjuvazinin bizzat parti içinde durmadan ve yoğun bir şekilde türemesini doğurur. İşte Mao siyasi iktidarın geniş emekçi kitlelerce icra edilmesini, oluşturduğu çizginin temeli yaparken aynı zamanda üretimin denetlenmesinin ve sınıf mücadelesinin bizzat kitlelerce yürütülmesinin komünizme doğru ilerlemenin tek yolu olduğunu berrakça ortaya koydu.” (Çakıroğlu, agy)
Mao sosyalizmdeki çelişkilerin ve antagonist sınıfların varlığının kitleler tarafından kavranması için onlara sık sık “biri ikiye bölmeyi” öğrenmeleri çağrısında bulundu. Sosyalist toplum çelişkisiz bir bütünden oluşmaz. Bir ara toplum olarak sosyalizm, kapitalizme gerilemek ve komünizme ilerlemek şeklinde iki yolla, iki olasılıkla karşı karşıyadır. Sınıflar düzleminde bu iki yolun temsilcileri olan burjuvazi ve proletarya her alanda karşı karşıya gelirler. İşte Mao bu her alandaki karşı karşıya gelişte burjuvazinin alt edilmesi için kitlelerin burjuvaziye karşı mücadelesinin tayin edici olduğu bilinciyle kitlelere doruklara tırmanma çağrılarında bulundu. Kitlelerin yüzeyin altında yatan nazik ve geçici durumu somut olarak kavramaları, göze ille de görünmesi gerekmeyen (ya da göze görünmeyecek) tehlike ve meydan okumaların kitlelerce kavranmasına özel önem verdi.