“Son günlerde, Partinin kitle çalışmalarından sıkça söz edildiğini duyuyoruz. Herkes bu konu üzerine konuşuyor. Fakat soruna daha derinlemesine bakacak olursak pek çok kişinin bu konuda, gerekli açıklıkta ve kesinlikte somut bir anlayışa sahip olmadığını görüyoruz…”
Kalinin yoldaşın 1942 yılında Moskova’daki partili işçilere yönelik söylevinde ortaya koyduğu bu anlayış, bugün açısından Türkiye Devrimci Hareketi içerisinde genel bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Kitlelerin devrimdeki özne rolü, Mao yoldaşın deyimiyle “devrimin kitlelerin eseri” olması gerçekliği her tarihsel kesitte, stratejik ve taktiksel çizgilerde devrimci-komünist hareketin can alıcı sorunlarından birisi olmuştur. Bu bağlamda iktidar olma bilincinin, kitleleri örgütleme siyasetiyle kopmaz ve direkt bağı nedeniyle her somut pratiğin, yönelimin ana belirleyeni ve çıkış noktası kitleleri örgütleme, harekete geçirme ve savaştırma kabiliyetini sergileme, önderlik etme hedefi üzerine kurulmuştur.
Devrimci çizgi ile oportünist çizgi arasındaki en keskin mücadelelerden birisinin de bu alanda gerçekleşiyor olması bir rastlantı değil, iktidar hedefi-bilinci nedeniyle sınıf mücadelesinin doğal seyrinin bir sonucudur ve sürekli bir durumdur. Kitlelerle, daha somut bir tanımı tercih edersek “devrimden çıkarı olan halk kitleleri” ile kurulan bağın iki farklı çizgiden, devrimci ve reformist-revizyonist çizgiden beslenen ideolojik-teorik bir karakteri vardır. İkincisinin yön verdiği pratiğin, genel siyasi çizgide beliren stratejik hataların dışında taktik alanda ortaya çıkan oportünist karakteri bugün, yerel seçimler vesilesiyle ideolojik ve politik mücadelemize konu edilmesi gereken yönleri bulunmaktadır. Kitlelere yapılan çağrıların ve onlarda yaratılan beklentilerin devrimci ilerlemeye zararları hakkında önlemler alma görevi bugün için de dün olduğu gibi kaçınılmazdır.
Mevcut gerçeklikte çerçevesi düzen sınırlarıyla çizilmiş ve öz itibari ile sistemin sürekliliği için nefes molası anlamı taşıyan, yine buna paralel klikler dalaşının bir arenası olan seçim süreçleri, egemenler açısından olduğu kadar kitleler açısından da önem taşıyan bir takvimi ifade eder. Seçimler yoluyla göstermelik demokrasi havarisine soyunan egemenler kitleleri sisteme yedekleme, “icazet” alma hamleleri için “yalanlarla” bezenmiş tüm hünerlerini sergilerler. Devrimciler açısından ise seçimler ister katılım ister boykot politikası ile olsun esas olarak kitlelerin devrim için örgütlenebileceği daha politize olmuş süreçlerdir. Devrimciler açısından bu temelde ele alınması gereken seçim süreçlerinin pratik alanda bundan çok farklı bir şekillenişle değerlendirilmesinin kuşkusuz bir nedeni vardır. Düzen içiliğe hapsolmuş ya da hapsolmaya aday anlayışların, yaklaşan yerel seçime yönelik çalışmalarını bir kez daha “devrim için olanak yaratma” sloganlarıyla ele aldığını, pratikte ise “kazanmaya” odaklı, devrimci politikanın hâkim olmadığı bir çizgide ilerlediğini görmek zor değildir. Elbette “kazanmaya” odaklı bir çalışmadan bahsederken kaba anlamda bir burjuva siyasetinden bahsetmiyoruz. Tam tersi iyi niyetli, halkçı, demokratik hatta “sosyalist(!) belediyecilik” hedefiyle yürütülen kampanyalardan bahsediyoruz. Ancak siyasette iyi niyetin yetmediği, bunun ideolojik-politik dayanağının, zemininin güçlü ve bilimsel olması gerekliliği tarihsel pratiklerle sabittir. Bu anlamda bahsini ettiğimiz iyi niyeti gerçeklikten koparan, çalışmaları “devrim için olanaklar” yaratma iddiasından kitlelerin bilincini bulandıran pratiklere dönüştüren, en temel iddianın yani devrim iddiasının yoksunluğundan bahsetmek gerekmektedir.
Kuşkusuz bu iddianın zayıflığı kendisini en bariz şekilde kitle çalışmaları ve kitlelere yaklaşımda göstermektedir. Gerek seçim öncesi çalışmalarda gerekse de seçimler sonrası olası kazanma durumunda yerel yönetim olanaklarını “halkın iradesinin gerçekleşmesi”, “halkın kendini örgütlemesi” olarak sunma eğilimi ve sandığa yüklenen misyonun, “devrim için olanak” yaratmanın ötesinde anlam taşıdığına özel vurgu yapmak gerekir. Böylesi bir ele alışın “Marksist kitle çalışması”(!) ve “devrim için olanak yaratma”, yerel yönetimleri devrimci mücadelenin tali bir alanı olarak ele alma anlayışından uzak olduğu açıktır. Bu anlayışın esasa dönüşmüş bir eğilim olarak belirdiğini görmek gerek. Bunun devrim düşüncesinin ve eyleminin zayıflamasına paralel geliştiği açıktır. Bu ele alışın, özellikle kitlelerin toplumsal muhalefetinin geriye çekildiği dönemlerde kitle kuyrukçuluğunun kaçınılmaz bir sonucu olduğu tarih bilgisi olanlar için bir muamma değildir. Bu koşullarda sağa savrulma hali hakkında Marksist hareket daima uyarıcı olmuştur. Bu savrulmanın politik-pratik zemini ülkemizde bir süredir oldukça güçlüdür.
En nihayetinde ister esas ister tali, devrimin hangi alanı olursa olsun totalde bir gerçeğe, kitlelerdeki devrimci bilinci uyandırmaya, var olanı güçlendirmeye ve harekete geçirmeye hizmet etmelidir. Buna hizmet etmeyen her çalışma gerçek anlamda Marksist kitle çizgisine tekabül etmez ve kitlelerin devrimci bilincini kıran, dağıtan ya da muğlaklaştıran bir rol oynar.
“Komünist Başkan” popülaritesi ile “yeni” bir seçim alanı belirlenmesi, ön seçim ile aday belirleyen DEM Parti’nin bu yolla “kitlelerin talebini” kitle çalışması olarak tanımlayan, kitlelerin seçimlere katılımını neredeyse burayla sınırlı tutan çalışmalarının gerçek bir kitle çizgisini ifade etmediği, karşılamadığı bir gerçektir. Her şeyden önce Marksist kitle çizgisi mücadelenin hangi alanı olursa olsun, kitlelerle kurulan bağda kitleleri devrime hazırlayan, ilerleten ve harekete geçiren politik çizgidir. Elbette bunu söylerken yerel yönetimler için yürütülen çalışmalarla “devrimi örgütlemek gerekir” demiyoruz, ancak yerel yönetim çalışmalarıyla devrimci mücadelenin gelişimine hizmet edilmesi gerektiğinden bahsediyoruz. Bu anlamda kitle çalışmalarının da temelinde bunun olması ancak gerçek bir Marksist kitle çizgisi anlamına gelir. Böylesi bir çizgi kitlelerin geri yanlarıyla uzlaşmayı reddeder, kitleleri ileri bilinç ve pratikle harekete geçirmeyi hedefler. Yerel seçimlerdeki çalışmaları devrimin örgütlenmesinin bir alanı olarak görme eğiliminden uzak, kitlelere dayanmak, kitlelerdeki değiştirme ve yaratma gücüne güvenmek yerine onlarda oluşturulmuş eğilimleri öne çıkaran ve temel alan “uzlaşma”, “birleştirici politika” veya “üçüncü yol” anlayışlarının bahsini ettiğimiz hedefle olan mesafesi yerel seçim çalışmalarına bahşedilen anlam ve önemin devrimci dinamikten uzak eğilimi ile tanımlanabilir.
Her ne kadar seçimler düzen içi bir nitelik taşısa da kitlelerle kurulan her bağın, halk kitlelerinin kendi bağımsız eylemini geliştirmeye hizmet etmesi, buna dayanması gerekir. Her seçim süreci gibi bu seçim süreci devrimci mücadelenin bütünü içinde bir parçayı ifade eder. Bu parçadaki konumlanma, kitlelerle kurulan bağ, ortaya konulan pratik iki çizgiden, yani ya devrimci çizgiden ya da oportünist çizgiden beslenir.
Devrimin yığınla görevi mevcuttur. Bu görevleri yerine getirirken esas alacağımız nokta kitlelerin değiştirici ve yaratıcı gücüne güvenerek devrimci pratik sergilemektir. Bu pratiği sergilerken aynı zamanda kitlelerin bilincini bulandıran her türlü anlayışla mücadele de görevlerimiz arasındadır. Devrim bilincini kitlelere taşıma iddiamızı teori ve pratiğimizle büyütelim.