Bir taraftan yandaşın ve sermayenin cebinin şişirildiği diğer taraftan işçi-emekçi, yoksul halka, kaynağı ve nasıl yaşama geçirileceği açıklanmayan yer yer küçük çaplı “sadakaların” dağıtıldığı ama esasının sözde kaldığı ve kalacağı vaatlerinin havada uçuştuğu; kitlelerin öfke, isyan ve umutlarının sandığı gömüldüğü bir seçim sürecini daha geride bıraktık.
Açık faşizm koşullarında oynanan bu “demokrasicilik” oyununda egemenler açısından halk kitlelerine verilen “değer” baskı ve sömürü düzenlerini garantileyecek olan oylarını alana kadardır. Oylarını alana kadar, işçi-emekçiler hatırlanır, “emek dostu” söylemler dillendirilir. Oylar alındıktan sonra ise verilen sözler ve vaatler unutulur. Seçim sürecinde dağıtılan rüşvetler ise daha fazla zam, faiz, enflasyon, işsizlik, baskı ve hak gaspları biçiminde geri toplanır kitlelerden. Çünkü onlar seçimden seçime “hatırladıkları” işçi-emekçilerin gerçek dostu değil sınıf düşmanıdırlar.
Tıpkı daha önceki iktidarlar gibi AKP iktidarı da 16 yıl boyunca işçilere, emekçilere, kadınlara, Kürtlere ve Alevilere, kısaca tüm halka düşmanlığını her fırsatta göstermekten geri kalmamıştır. AKP ve kliğinin 16 yıl boyunca yaptıkları, yapacaklarının da teminatıdır.
AKP’nin 16 yıllık iktidarı emek düşmanlığının, Kürt ve kadın düşmanlığının da tescillendiği bir süreçtir aynı zamanda.
Özü özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek ve güvencesiz çalışma ve örgütsüzlük olan emperyalizmin neoliberal politikalarının ülkemizdeki esas uygulayanı ve yaşama geçireni 16 yıl boyunca AKP iktidarı olmuştur. Sadece DİSK-AR’ın Mayıs ayının sonunda açıkladığı, AKP döneminde “Emek Raporu”na göz atmamız AKP kliğinin ve Türk egemen sınıflarının 16 yıllık emek düşmanlığını gözler önüne sermeye yetecektir.
Rapora göre; AKP’nin 16 yıllık döneminde sendikal haklar giderek geriledi ve her 100 işçiden sadece 10’u sendikalı. Diğer taraftan grevler güvenlik bahanesiyle yasaklandı. Özellikle OHAL’le birlikte 103 bin işçinin grevi yasaklanarak baskılar daha da arttırıldı. Asgari ücret artışı reel milli gelir artışının oldukça gerisinde kaldı. Keza işsizlik oranları da her geçen gün artıyor. 2014 yılında 5 milyon 932 bin olan işsiz sayısı artık %10 bandına yerleşmiş ve 2017’de 6.2 milyonu geçmiştir. Gelir dağılımına bakıldığında ise AKP döneminde bu dağılım iyice bozulmuş, nüfusun en yoksul %20’si ile en zengin yüzde %20’si arasındaki gelir farkı 7.7 kata ulaşmış durumdadır. OHAL’le yönetilen ülkemizde en yaygın ihlal edilen hak, çalışma hakkı oldu. Son çıkarılan KHK ile birlikte toplam 130 bine yakın kamu çalışanı hiçbir somut delile dayanmadan kamudan ihraç edildi.
AKP döneminde çalışanların ve dar gelirlilerin borç yükü daha da arttı. 2015 itibariyle hane halkının harcanabilir gelirleri %51 oranında borçlu. Özelleştirme ve kamunun tasfiyesinde de yine AKP’nin 16 yıllık döneminde rekor kırıldı. Vergi adaletsizliği arttı, iş cinayetlerinde ortalama yılda 1132 işçi yaşamını kaybetti, çalışma saatleri ortalaması her geçen gün artarak çalışma koşulları ağırlaştırıldı. Cinsiyet eşitsizliği zaten üst boyutlara tırmanmış durumda. AKP döneminde kadın istihdamına yönelik politikaların merkezinde esnek, güvencesiz ve kayıt dışı çalışma yer alıyor. Neredeyse her iki kadından biri kayıt dışı çalışıyor. Aynı zamanda kadın işsiz sayısı erkek işsiz sayısına oranla daha da yüksek durumda.
İşçi sınıfına yönelik saldırılar elbette bunlarla sınırlı değil. Örneklerini çoğaltabileceğimiz gibi yeni saldırıların da peş peşe gelmeye başlayacağını belirtebiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabinesine dahil edeceği konuşulan TOBB başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun “iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık” itirafının ardından işveren lehine yeni bir düzenleme daha yapılarak 21 Mayıs’ta yürürlüğe sokuldu. Bu yeni düzenlemeye göre 50’den az işçi çalıştıran “az tehlikeli” iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliği (İSG) hizmetleri patron veya patron vekili tarafından yürütülecek. Hem de sadece 16 saatlik bir eğitimle; 8 milyon işçinin sağlığı ve güvenliği patronun ellerine bırakılmış olacak.
İşçi lehine olan her türlü yasal denetim ve düzenleme zorunluluğun kaldırıldığı yeni yasayla böylece daha fazla iş cinayeti ve işçi katliamlarına da kapı açılmış oldu. Yeni yasadan önce açıklanan raporlara bakıldığında 2016 yılındaki 290 bin iş kazasının 87 bini yani %30’u 50’den az çalışanı bulunan iş yerlerinde meydana geldiğini ve yine bu kazalarda yaşamını yitiren bin 405 işçiden 855’inin yani %60’nının 50’den az çalışanı olan iş yerlerinde gerçekleştiğini görüyoruz. Yeni düzenlemeyle bu rakamların daha da katlanacağı açık.
Zaten 16 yıl boyunca AKP iktidarı ve egemenlerce yasallaştırılan esnek, güvencesiz ve taşeron çalışma sistemiyle ülke sermaye için cennete, işçi ve emekçiler için ise ölümhanelere çevrilmiş durumda. Rakamlara baktığımızda da son 16 yılda işçi katliamları diğer yıllara oranla katlanarak artmış. SGK verilerine göre AKP’nin ilk yılı olan 2003’de 811 işçi iş cinayeti sonucu yaşamını kaybederken 2016 yılında 1405’e yükselmiştir. 2003-2016 arası dönemde resmi verilere göre bildirimi yapılan iş cinayetleri sonucu ölen işçi sayısı 17 bine yaklaşmış durumdadır. Bir diğer ifadeyle resmi verilere göre AKP döneminde yılda ortalama 1132 işçi yaşamını kaybetti. Bugün bu düzenlemenin daha da güvencesiz hale getirilen çalışma alanlarıyla daha fazla işçi anlamına geldiğini biliyoruz.
İşçi sınıfı ve emekçi halkımız için daha fazla sömürü, açlık, işsizlik, güvencesiz çalışma ve iş katliamları anlamına gelen egemenlerin iktidarlarını yenilediği ve bir kez daha güvence altına aldığı genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin motivasyonuyla bir kez daha kitleler erken seçim atmosferine sokularak insanca yaşam mücadelesinden koparılmak isteniyor. Ama hiçbir sandığın gücü egemenleri yaklaşan sonlarından kurtarmaya yetmeyecek. Yeter ki biz sınıfın yükselen dinamizmini açığa çıkarmaya vesile olalım.