Patlamanın Bıraktığı İzler

[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]

İstiklal’deki patlamayla ortaya çıkan tablo devletin niteliğini, temel özelliklerini ve amacını bir anda gözler önüne serdi. Beklenmedik ve “çok güçlü” imajına vurulmuş bir darbeyle karşılaşanların bilindik reflekslerine tanıklık ettik. Her şeyi en kısa zamanda çözdüklerini, failleri hemen yakaladıklarını açıklayan yetkililer aynı zamanda bütün bir sürece hâkim oldukları imajını sürdürmekten geri durmadılar. Buna karşın patlama hakkındaki gerçek bilgiler açığa çıktıkça yetkili ağızların kurgularla bezeli açıklamalarının tamamen manipülasyon olduğu görülüyordu. Resmî açıklamaların bu özelliği zaten bilinen bir şey olsa da yoğun bir duygusal ve ajite edilmiş ortamda gerçekleştiği için bu daha dikkat çekici olmaktadır ve kitlelerin geneli bakımından da uyarıcı bir etki yaratmaktadır. Kuşkusuz bunun kendi başına kitlelerin devlete karşı bilinçlenmesine ve örgütlenmek için harekete geçmesine yol açacağını düşünmüyoruz. Buna karşın devrimci propagandanın, halkın çıkarları doğrultusundaki çalışmaların bu zeminde etkili bir karşılık bulabileceğini biliyoruz.

Patlamadan hemen sonra olay yerinde İçişleri Bakanının PKK ve PYD’yi hedef göstermesi, patlamanın geri planı hakkında tam bilgi sahibi olunduğu izlenimi verme çabası, patlamadan sonra sorumluların nasıl hareket edeceklerini deşifre ettiklerini iddia etmesi “çok güçlü” imajına vurulmuş darbenin sancıları gibiydi.

Bu patlamanın devletle ilişkili çok çeşitli unsurlardan kaynaklandığı yönünde bilgiler geldikçe İçişleri Bakanı ve etrafındaki her türden manipülatör başta dediklerinde ısrar etmeyi sürdürdüler ve bu yönde propaganda yapmaya devam ettiler. Bu net olarak şunu ispatlar: her nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bugünün sorumluları bu “olumsuz” tablodan çıkmanın yolunu çok önceden saptamış olduklarından belli bir kurguda hareket etmişlerdir. Suçlular çok önceden saptandığından devletin nerelere saldıracağı da daha patlama duyulduğu anda bellidir. Patlama nedeniyle ölenlere ve genel olarak halka karşı hiçbir yükümlülük taşımadıkları, kendilerini onlara karşı sorumlu görmedikleri için yaptıkları şey de zaten bütün halkı cendereye sokan bir çatışma iklimi yaratmak oldu…

Patlamanın yarattığı ortama yoğunlaşmak bu eylemin niteliği hakkında aşağı yukarı bir bilgi verir. Bu ortamın yansıyan ilk özelliği egemen sınıf klikleri arasındaki bilindik çatışmalar oldu. Hem egemen klik “çok güçlü” imajına inen darbenin etkisiyle tüm muhalefete saldıran bir dil kullanarak hareket etti hem de muhalefet inandırıcı olmayan resmî açıklamaları, öteden beri eleştirdiği kimi politikaları da gündeme getirerek savunmaktan imtina etti. Özellik 7 Haziran 1 Kasım benzetmesi pek bir rağbet gördü. Seçimi kazanmak zorunda olan iktidardaki gücün benzer bir oyuna giriştiği iması hemen her muhalif odağın açıklamasına yansıdı. Merkezi bir yerde (“İstanbul’un kalbi”) ve sıradan insanları hedefleyen bu patlamanın devlet eliyle olmasa da iktidardaki kliğin yol vermesiyle gerçekleştiği fikri esas fikir haline geldi. Buna patlayıcıyı taşıyan ve yerleştiren kişinin fazlasıyla acemi görünen yapısı ve hareketleri, suçlanan ulusal Kürt güçleriyle bir bağının kurulamaması ve İçişleri Bakanının genel imajı da büyük katkı sundu. Kitlelere yansıyan bu tabloya rağmen patlamanın neden olduğu sonuçlar bundan fazlasının gerçekleşeceğine işaret etti.

Patlama sırasında İçişleri bakanının İdlib’te “kiremit evlerinin” açılışında olması dikkat çeken bir “rastlantı” olarak konu edildi ve tartışıldı. İdlib’te bir açılışta bulunmak İçişleri Bakanının işlevleri bakımından yadırgatıcıydı. Demek ki İdlib’te İçişlerini ilgilendiren gelişmeler söz konusuydu! Bunun ne olduğu aslında süreci yakından izleyen herkesçe bilinmektedir. İdlib’de TC’nin koruması ve denetimi altıda tutulan güçler arasında çok uzun bir zamandır çatışmalar, anlaşmazlıklar yaşanmaktaydı. Ülke ile doğrudan ilişkileri bulunan bu güçler ile TC arasındaki gerilimlerin bir nedeni bu sorunlar iken, bir başka neden de Suriye’de Esad ile kurulmak zorunda olan resmi ilişkilerdir. Suriye devleti ile kurulacak resmi ilişkiler bu grupların bir biçimde tasfiyesini gerektirmektedir. Bunların tasfiyesi ulusal Kürt güçlerinin bir kazanımına dönüşebileceği gibi ülke sınırları içinde de çok çeşitli sorunlara yol açabilir. İçişleri bakanının kiremit evlerle bir ilgisinin olmadığı açık; ama söz konusu grupların kontrolü konusunda görevli olduğu da bir o kadar açık. Suriye devletiyle ilişkilerin kurulması zorunluluğu uluslararası hukuktan kaynaklanmakla birlikte ABD ve AB devletleri de bu hukukun gereği için TC’yi zorlamaktadır. Sanırız İçişleri Bakanının ABD taziyesine “tavrının” bu zorunluluğun bir emrivaki içermesiyle ilgisi vardır. Elbette bu bakanın anti ABD’ci tutumlarının içi boş ve sonuçsuz niteliğini yadsımadan ele almak gerekir bu emrivakiye hoşnutsuzluğu. Sonuçta İçişleri Bakanı, denetimindeki “islami,” lümpen, başıbozuk çetelerin tasfiye edilmesi fikrinden ötürü açık bir sıkıntı yaşamaktadır ve bu sürecektir.

Özellikle Irak Kürdistanı’nda devam eden savaş düzeyindeki çatışmalarla da bu patlamanın bir ilgisi olmalıdır. Bu çatışmalarda TC esas olarak başarısızdır. Önemli kayıplar almıştır ve kimyasal silah kullanmakla birlikte uluslararası düzlemde hesap vermeye iteklenmektedir. En son Irak meclisinde ve hükümetinde alınan kararlarla bu sürecin işlemeye devam ettiğini biliyoruz. Bölgesel çıkarlarını gerçekleştirmekte iyice zorlanan TC’nin İstiklal’deki patlamayla birlikte dikkatleri “sınırlar ötesi”ne ve kendi “meşru” tepkisine çekmesi kaçınılmaz bir yönelim haline gelmiştir.

Halktan 6 kişinin öldüğü, faillerin devletin uzantısı olan güçlerle ilişkili ve yine devlet tarafından iltimas geçilen mülteciler olduğu, başta İçişleri Bakanı olmak üzere tüm egemen sınıf sözcülerinin devlet bekası merkezli yorumlarla haklı savaş ve direnişlerin şu veya bu şekilde suçlandığı bu patlama açıktır ki halk düşmanı bir sürecin parçası olarak gerçekleşmiştir. Bu süreç başka boyutlarda ama özünü, halk düşmanı özelliğini koruyarak devam edecektir. Bunun örgütlü bir halk düşmanlığı olduğu açıktır. Bu sürecin yöneldiği her neresi ve kim olursa olsun halklar lehine hiçbir sonuç vermeyeceği bilinmelidir. Bu sürece ancak çok güçlü bir devrimci örgütlenmeyle ve bilinçle karşı durulabilir. Egemen sınıf sözcülerinin saldırganlığı karşı koyuşun devrimci nitelikte olmasının kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Halklara, sistem karşıtı ve sistem dışı güçlere yapılan saldırının dozu bize kurtuluşun olanaklarının nerede olduğunu göstermektedir. Bu kurtuluşu örgütlemek için son patlamayla deşifre olan gerçekleri, egemenlerin açığa dökülen halk düşmanı ağlarını çalışmalarımızın hedefi yapalım. Suçlular ve sorumlular devletin kendisi ve uzantılarıdır. Cezalandıracak olan ise sadece devrimi örgütleyecek halktır…