23 Haziran’da gerçekleşen İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri, 31 Mart’tan devralınan genel seçim havasının devamı şeklinde gerçekleşti. 31 Mart’ta belli başlı büyükşehirleri kaybeden AKP-MHP bloğu, kendi içlerinde bir tartışmaya da yol açacak, kararsız ve ürkek yürüyen bir sürecin sonunda seçimleri iptal ettirmeyi başardı. Kararsız ve ürkekliğe dair tespiti; Tayyip Erdoğan’ın yenilgiyi ilk aşamada kabul eden açıklamalarında ve Binali Yıldırım’ın yeniden aday olup olmayacağı tartışmaları vesilesiyle açığa çıkmıştır. Ancak bu durum; yürütülen tartışmalar, oluşturulan kamuoyu ve kaybedilen İstanbul’un rant büyüklüğündeki cazibenin de etkisiyle tersine dönmüştür. Bu geriye dönüşün klik içindeki yaklaşım farkından kaynaklandığı açıktır. AKP-MHP blokunun ellerindeki olanaklar ve var olan güç dengeleri ile seçimi yeniden kazanacağına olan inanç baskın gelmiştir. Zayıflayan ve gerilen bir gücün, yönetme sorunu içinde boğuşan bir anlayışın süreci doğru analiz etmesi kuşkusuz kolay olmamaktadır. Türk hakim sınıflarının sistemin baş etmekte zorluk yaşayacağı meşruiyet krizine çok sıcak bakmayacağı, böylesi bir devletin emperyalist güçler için işlevli olmayacağı ise açıktır.
Bu bağlamda, AKP-MHP bloğunun, yönetme krizine ciddi bir çare bulamadan tam tersine yeni boyutlara evrilerek yine yönetme sorunları yaşatacak adımlar atmasına egemen sınıflar içinde bir sınır çekileceği, emperyalistler güçlerin hoşnutsuzluğunun “biçim vermeye” dönüşeceği belli olan bir durumdu. Seçimin yenilenmesi AKP-MHP kliğine verilen bir şans olarak da ortaya çıktı. Devlet içindeki olanak ve gücünü zorlayarak alınan “yenileme” kararı, yaklaşık iki ay boyunca sıkışıklık oluşan alanlarda bir rahatlama yaratmaya yönelik de krediydi.
Ancak AKP-MHP ve Tayyip, sıkışmış durumda bulunan ve bir adım atılması beklenen Kürt meselesinde kimi adımlar atmasına karşın hamle yapacak bir planlama gerçekleştiremedi. Suriye’de özellikle Fırat’ın batısında ABD emperyalizminin Afrin karşılığında biçtiği rolü oynamak yerine İdlib’in tümüyle elden çıkmasını sağlayacak bir beceriksizlik içinde oldu. Yine Rusya ve ABD arasındaki çelişkiye yaslanan ve S-400 meselesini diri tutan devlet (ki bu mesele ABD’nin kırmızı çizgisi değildir, asıl sorun TC’nin çelişkilere dayanma siyasetidir) bir NATO gücü olarak puan kaybetmeye devam etti. Yine özellikle İran’ı kuşatma stratejisinin şekil alıp, belli oranda test edildiği koşullarda Suudilerle gerginliğe yol açan taktik yönelimine biçim veremedi. Zira bu noktada hala Rojava politikasında İran ve Rusya desteğine ihtiyacı ortadan kaldıramamıştır. Bunlara ek olarak Akdeniz’de Avrupa Birliği ve ABD’nin izlediği enerji politikasında payını büyütmek için oyun bozucu faktörleri devreye sokmuş ve yeni bir gerginlik siyaseti ile sürece daha fazla dahil olma hamlesi gerçekleştirmiştir.
Bunların yanında yaşanan ekonomik krizi daha fazla tetikleyecek, rantçı siyasetin iştahını kesmeden işçi sınıfı ve halk yığınlarına yönelik ekonomik saldırılarını boyutlandırmıştır. AKP-MHP bloğu seçim süresince izlediği siyasetle zayıflık görüntüsünü daha fazla açık etmiş, yer yer çaresizce hamleler yapmaya çalışmıştır. Tüm bunlar zayıf karnı olmuş, seçimlerde de karşılığını bulmuştur.
Seçimlerden çıkan sonuç egemen sınıflar arasındaki güç dengesinin değişme eğrisinin adeta tabelası olmuştur. Ancak bu seçimlerle birlikte güç dengelerinin tümüyle değiştiğini söylemek abartılı bir yaklaşım olacaktır. AKP ve Tayyip Erdoğan’a hala emperyalistlerin ve egemen sınıfların ihtiyacı vardır. Özellikle yönetme deneyimi, Ortadoğu’da elde ettiği olanaklar, bölgedeki genel politik iklime ve emperyalist politikaya uygun ideolojik-politik formasyonuyla hala işlevlidir. Ancak AKP-Tayyip kliğinin güç paylaşımında ayak direyen konumlanışı onun belli oranda zayıflamasına ihtiyaç duyulmasını yaratmıştır. Hem emperyalist güç odaklarında hem de bir bütün Türk hakim sınıflarında bu ihtiyaç söz konusudur. Bu durum kamuoyu şekillenişini ve seçim sandıklarında çıkan sonucu etkileyen belirleyici noktadır.
FAŞİST KLİKLER ARASI MÜCADELEDE ÖRTÜLÜ DESTEKTEN AÇIK DESTEĞE
Bu seçimlerin özel ve özgün bir rolü ise devrimci-demokrat kesimlerde ve kitlelerde yansıyan biçimidir. Ki bu oldukça önemlidir. Seçimlerin ve özelde bu seçimin ideolojik, politik, sosyal ve örgütsel yanıyla yansımaları olan, belli bir şekillenişe hizmet eden bir rolü vardır. Son süreçte gerçekleşen seçimler kitlelerin yoğun ilgisi ve beklentisine neden olmaktadır. Özellikle AKP-Tayyip kliğinin yarattığı bıkkınlık, bu kliğin belli bir kitleyi politik çizgisi ekseninde “militanlaştırması” ve bunun toplumsal yaşamın tüm alanlarında yansıma bulması, seçimlerle ülkede “değişim olacağına” yönelik yoğun ideolojik-politik kampanyalar ve buna uygun şekilleniş bu durumun esaslı sebepleri arasındadır. AKP ve Erdoğan’ın topyekûn saldırıyı içeren, muhalif ve memnuniyetsiz olan tüm sınıf, katman ve kesimlere yönelik pervasız saldırganlığı sömürülen ve ezilen geniş kesimlerin seçime biçtiği kurtuluş misyonunu beslemektedir. Geniş kitleler değişim istemi ve talebi ile var olanı sürdürme arasında AKP-Tayyip kliği ve CHP’nin başını çektiği klik arasında bir süredir seçimler ekseninde saflaştırılmaktadır. Bu saflaşma adeta seçimleri bir savaş gibi algılayan, sihirli dokunuşla her şeyin değişime uğrayacağına inanılan bir havaya büründürülmüştür.
Geniş kesimler birikmiş, yoğunlaşmış, sürekli büyüyen sorunları karşısında seçimleri bir kurtuluş reçetesi olarak gören, ona odaklanmış bir dağınıklık, örgütsüzlük ve savrulma hali içindedir. Hiç kuşkusuz faşist devletin özellikle gelişkin ve çok çeşitli örgütlenmelere sahip başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere, mücadele yürüten tüm örgütlenmeleri dağıtan ve baskılayan saldırganlığı, örgütlenmeyi değil sandıkla değişimi sağlamaya odaklı iklimi de yaratmıştır.
Bu tablonun oluşmasında, tasfiyeci reformist rüzgarın ve onun bilinçli öznelerinin de azımsanmayacak katkısı söz konusudur. Kürt Ulusal Hareketi’nin “barış, uzlaşma ve çözüm” yönelimi özellikle orta sınıf burjuva liberallerine ve reformist kulvarda demirlemiş kesimlere ciddi bir “cesaret aşısı” oldu. Bunun yanında Kürt Ulusal Hareketi’nin silaha dayalı mücadelesi ve Kürt halkının bu çizgi ekseninde direngen mücadelesi ideolojik-politik etkisini de birçok devrimci yapı üzerinde açık ve kesin bir şekilde gösterdi. Fakat döneme rengini veren reformist etki oldu. Kürt hareketinin örgütlü yapısının gücü, kamuoyu belirleme gücüne sahip liberal ve reformist kesimlerle bir kan bağı ve ilişki kurarak bir süreç boyunca adeta ideolojik-politik düzeyde sistem içi çözüm yaklaşımının temel ayaklarını inşa etti. Birçok devrimci hareket ise zamanla bu “demokrasi isteyen, sıkı muhalefet yapan” gücün büyüsü altında başkalaşan, iktidar perspektifli mücadele dışı bir hatta demirledi. HDP çizgisi ile birlikte, seçimler yoluyla “devrim hülyaları”, Kürt meselesi ve daha bir dizi devrim sorununa “anayasal çözüm” hayalleri kuruldu ve geniş bir kesim bunun etkisi altına sokuldu. Özellikle liberal ve reformist burjuva çizgi Gezi isyanını, barışçıllık parantezine sıkıştırarak onun değişim istemini devrimci ruhundan ayıklamaya çalıştı. Bundan sonra peş peşe gelen seçimler, Kürt barışına olan inanç ve Gezi isyanının değişim talebinin ortak paydada buluşturulması ile birlikte adeta bir tasfiyeci rüzgarın oluşması sağlandı. Kitlelerin demokrasi talebi, değişim isteği körüklendikçe seçimlerle bunun gerçekleşeceği propagandası da kamuoyu belirleme gücüyle körüklendi. Geniş kitleler buna inandırıldı, bu çizgiye yedeklendi. 2015 7 Haziran seçimlerinde HDP çizgisinde kenetlenerek oluşan bu iklim, daha sonraki Anayasa referandumu, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile CHP gibi faşist partinin çatısı altına hızla itelendi. Kurulan sistemin iki bloklu yapısı ile birlikte ilerleyen süreç, demokrasi talebiyle yanıp tutuşan kitlelerin CHP-İYİP bloğuna acımasız bir şekilde angaje edilmesini getirdi. Özellikle HDP’nin parlamentarizme demirleyen çizgisi, faşist diktatörlüğün en acımasız katliam, tutuklama ve işgal saldırılarında, topyekûn saldırı dalgasında bir karakter haline geldi. “Parlamentoyu, parlamento dışı mücadeleye bağlı kılma” yaklaşımı yerine parlamentoyu amaçlaştırma, seçimleri değişimin kutsal ikonu haline getirme anlayışı egemen hale geldi. Bu en bayağı parlamentarizm, “büyük uğraşlar” sonucunda ve sancıları bağrında taşıyarak bir politik tutuma dönüştürüldü.
YENİLENEN SEÇİMİN VE YAKALANAN RAHATLAMANIN EBELİĞİNDE YENİ GERİLİM
31 Mart seçimleri öncesi, bir süredir gerileme eğilimine giren AKP-MHP-Tayyip bloğuna karşı memnuniyetsiz kitlenin CHP-İYİP ittifakına yönelik “umutvari” beklentisi, reformist-tasfiyeci kesimleri de etkisi altına aldı. Bu açık faşist ittifaka karşı, örtülü ya da açık şekilde HDP, bileşenleri ve geri kalan liberal ve reformist hareketler desteklerini sundular. Etkisi altında olan kitleleri İstanbul, Ankara, İzmir ve daha birçok büyükşehirde bu ittifak adaylarına yönlendirdiler. Bu adaylardan kimilerinin elinin devrimci kanına bulaşması, kimisinin tipik devlet adamı olmasının önemi ise adeta yok sayıldı. Nihayetinde, demokratik nitelikli çizgilerinin etrafında kenetlenen kitleler gericiliğin etrafında kenetlendirildi. Gerici klikler arası mücadelede, demokrasi beklentisi ya da en iyimser yaklaşımla başat egemen kliğin geriletilmesi adına ideolojik ve politik kimliksizlik tutumu belirlendi. Reformist çizginin bu örtülü tutumuna, bu kesimlere angaje olmuş kimi devrimci anlayışlar da yine örtülü şekilde destek vermeyi tercih ederek sürecin bir parçası oldular. 31 Mart’ta AKP-MHP bloğunun birçok büyükşehiri kaybetmesi ile bu yönelim yeni bir cesaret daha kazandı. Zira sandıkla sonuç alınacağına dair tezler güçlenmiş, AKP-MHP ile özdeşleştirilen faşizmin son bulabileceğine dair umutlar perçinlenmiştir. İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi ile birlikte 23 Haziran seçimlerine bu rüzgar arkaya alınarak girildi. HDP ve bileşenleri “YSK darbesine” karşı demokrasinin koruyucu, kollayıcı ve sahiplenicisi olması iddiasıyla CHP-İYİP ittifakına örtülü desteği açık desteğe çevirmiştir. “Her şey çok güzel olacak” sloganları devrimci ve demokratik mücadelenin sokağında utanmaz bir cüretle atılmaya başlanmıştır. “Faşizmi geriletme” politikası adı altında, paçasından pragmatizm akan, kimliksizliği kutsayan çizgi “boykot” çizgisini yine aynı arsızlıkla kuşatmaya almaya çalışmış, faşist kliklerle uğraşma yerine devrimci iktidar çizgisini hedefe koymuş, kitlesine hedef göstermiştir. 23 Haziran seçimleri politik iktidar mücadelesine yaklaşımda, devleti ve faşizmi kavrayışta, klikler arası mücadeleden faydalanma siyasetinde, seçimlere biçilen rolün kavranmasında ve ayrıştırılmasında bir turnusol olmuştur. Tasfiyeci-reformist çizgi bu sürecin sonunda en cüretli sınıf işbirlikçi çizgiye demirlemiştir. Ve elbette kendi cephelerinde kazanımları büyüktür: “seçimle değişim olabilir”, “parlamento ile devrim gelebilir”, “demokrasi basbayağı söz konusudur”, “sandık çözümdür” gibi parlamentarist, sistem içi ve barışçıl ideolojik argümanlar “İstanbul Zaferi” ile “gerçek” olmuştur(!)
31 Mart seçimlerinin gerisine düşen sadece reformist kesimler değildir. Açık boykot tavrı almayıp, “sistem partilerine oy yok” diyerek sinik bir politika izleyen ve alternatif olarak yine sistem olanaklarını işaret eden devrimci kesimler de bu sürecin gerisine düşmüşlerdir. Bu kesimlerin bir kısmı HDP’nin açık destekçi çizgisinin örtülü parçası olurken kimi devrimci yapılar da sistem karşıtlığına odaklanmayan bir yaklaşımla başka bir örtülü destek tutumu almıştır. Bu ürkek yaklaşım, zevahiri kurtarmadığı gibi reformist hattın bir uzantısı ve o yolda yürümede ne kadar hevesli olunduğuna işarettir.
Bu seçimler sistemden kitlelerin umudunu kesmesine karşı bir neşter olmuştur. Sandık ve seçimlere yönelik güvensizlik bir güvene dönüştürülmüştür. Egemen sınıfların AKP-MHP eliyle kaybettiği meşruiyet ve güven kaybı, CHP-İYİP faşist kliğinde bir meşruiyet kazanmıştır. Şimdi sömürülen ve ezilen geniş kitlelerin sistem içinde tutulmasını sağlayan politik argüman ‘güçlü’ bir güven tazelemeye gitmiştir. Bu şekilde reformist-tasfiyeci çizgi ve uzantısı olan devrimci kesimler politik iktidar mücadelesinden yeni koşullar ve yeni bir rüzgar oluşana kadar boşanma kararı almıştır. Bu tehlikelerle dolu ideolojik kuşatmanın devam etmesi anlamına gelmektedir. Şimdi proleter devrimciler bu ideolojik kuşatmaya karşı çizgisine sıkı sıkı sarılma, politik iktidar mücadelesine ve Halk Savaşı ile iktidarı almayı içeren devrimci savaşa daha güçlü sarılmak zorundadır. Devrimci mücadelenin yükseltilmesi için öncelikli ihtiyaçlara odaklanarak, örgütlenerek ve inşa ederek, derinleşen nesnel çelişkilerden ve devrimci durumdan faydalanmaya odaklanmalıdır. Önderlik çizgisi, hem kitlelerin ihtiyaçlarını ve tarihsel rolünü doğru kavramaya hem de onların politik gereksinimlerini karşılayacak sağlam örgütlenmeleri yaratmaya, savaşçı partiyi inşa etmeye odaklanmalıdır. Bu ise çizgisini her türlü kuşatma altında doğru politik tutumlar ve titizlikle korumakla olanaklı olacaktır. İdeolojik ve politik kimliğin, devrimci çizginin nicel güçten ve kitlelerin içine sürüklendiği eğilimlerden daha mühim bir sorun olduğu unutulmamalıdır.
İstanbul seçimleri ile egemenler arası mücadele soğumayacak daha da hararetlenecektir. Özellikle AKP-MHP bloğunun hem birbiriyle hem de kendi içlerinde kavgası büyüyecek, yönetmeye dair sorunları boyutlanacaktır. Zira seçimlerin yenilenmesine dair adım aynı zamanda kaybedilen politik prestij ve güç olarak geri dönmüştür. Sistemin ve devletin bekası için ‘hakim klikler arası uzlaşma ve iktidarı paylaşma’ olasılığı geniş kitleleri bir süre daha gerçek sorunlarından uzaklaştırma ve zaman kazanma dışında ciddi bir sonuç doğurmayacaktır. Kaybedilen zeminin ve kızışacak egemenler arası mücadelenin yeni bir seçimin kapısını çalması olasıdır. Yönetme krizi, sadece iktidardaki kliği değil diğer hakim klikleri de içine alarak devam edecektir. İçinde bulunduğumuz nesnel koşullar ne iktidar kliğinin aynı faşist siyasi çizgisini devam ettirmesine ne de diğer faşist kliklerin dahil olduğu “yeni” bir siyasi çizgiye ciddi bir başarı şansı tanımayacak, yönetim çelişkisi derinleşecektir. Bu tablo devrimci durumu ileriye taşıyacaktır. Egemenler arası çatışmanın boyutlanması kitlelerin mücadelesi için olumlu bir çelişkidir. Böylesi koşullar kitlelerin mücadelesinde ve devrimci mücadelede birçok fırsatı da beraberinde getirecektir. Aslolan kitlelerin hakim kliklerden birisine yedeklenmemesi, onun etkisinden kurtulması, ileri kitlelerin özlem ve beklentilerinin gerçek kanalına akıtılmasıdır. Aksi takdirde oluşan devrimci enerji ve devrimci durumun yarattığı olumlu zemin heba edilecek, sistem güçlü çarkları ile hem ideolojik olarak hem de politik olarak onu ezecektir. Kitleler, öncelikle ileri kitleler gerici kliklerin ve reformist-tasfiyeci yaklaşımların değirmen taşı olmaktan kurtarılmalıdır. Proleter devrimcilerin en önemli sorumluluğu da budur.