Partizan’dan seçim değerlendirmesi: 24 Haziran Seçimleri ve Sosyal Pratiğin Dillendirdiği İflas!

HABER MERKEZİ- 24 Haziran seçimlerine dair Partizan tarafından yapılan ” 24 Haziran Seçimleri ve Sosyal Pratiğin Dillendirdiği İflas!” başlıklı değerlendirmeyi olduğu gibi yayımlıyoruz.

24 Haziran seçimleri “bir sürpriz” olmadan sonuçlandı. OHAL olanaklarını yöneten, seçim sistemini istediği gibi şekillendiren, medya gücünü elinde tutan, poliste etkinliği belirleyici olan, yargıyı biçimlendiren, emperyalizme bağımlılıkta yeminli olan, Kürt düşmanlığında ve egemen sınıfların çıkarlarında en mahir olan Tayyip-AKP ve ‘küçük ortak’ MHP kliği bu olanaklarını sonuna kadar kullanarak bir seçim ‘zaferi’ daha elde etti. Aslında 24 Haziran gecesi malumun ilamı oldu. Tayyip-AKP ve MHP kliğinin seçimlerde ‘zaferini’ kesinleştiren, bunu öncesinden örgütlemiş olmasıdır. Bu durum bilinen gerçeğin; klikler arası görev değişiminin, devletin yöneliminin esas olarak sandıkla değişmediğinin bir kez daha ortaya çıkmasını sağlamıştır. Hakim sınıf klikleri arasındaki savaşımda bizim gibi ülkelerde sandık sadece bir araçtır. Değişimi sağlayan ana faktör de kitlelerin oy kullanması değildir. Değişimi sağlayan şey hakim sınıflar arasındaki güç dengesi, emperyalistlerle kurdukları ilişkinin düzeyi, devleti yönetme kabiliyetinin devam edip etmediğidir. Türkiye’de faşist diktatörlük kaderini sandıklara bağlamayacak kadar oturmuş bir siyasal rejimdir. Bu durum seçimlerde bir kez daha teyit edilmiştir.

ÇIKMAYAN SÜRPRİZ VE “DEJAVU” OLMA HALİ

‘Sürpriz olmayan’ bir başka durum da egemen kliklerin diğer bloğunun kitlelerin öfkesini dizginlemeyi başarmasıdır. CHP’nin başını çektiği bu blok, Tayyip-AKP korkusuna ve kitlelerin öfkesine sarılarak seçim kampanyası yürüttü. Halkı bu korkuyla kendine eklemleyen bu blok, seçim sonrasında ise “demokratik seçim ortamını bozmayalım”, “sabırlı olalım”, “demokratik mücadele zeminini kaybetmeyelim” söylemlerine sarıldı. Bu blok özgülünde yenilmiş bir futbolcunun ruh halini yansıtan ‘artık önümüzdeki maçlara bakacağız’ tablosuyla karşı karşıyayız. Tüm bu yaşananlar psikolojide “dejavu” olarak nitelenen kavrama denk düşüyor. Son dönem birçok seçimde karşımıza çıkan durum budur.

Yine ‘sürpriz olmayan’ bir başka durum ise HDP’nin ve liberal burjuva eğilimlerin anti-demokratik seçim ortamında “barajı yıkmış” olmanın heyecanı ve gururu ile mücadeleye devam edeceklerine, parlamentoyu kullanarak demokrasiyi getireceklerine dair nakaratlardır. Bu cenaha göre umutsuz olmamak lazım gelir. Seçimler öncesi umut satarcasına vaat edilen yeni politik koşullar gerçekleşmediği için bu sefer parlamentonun yanı sıra muğlak bir mücadeleye vurgu yapılarak durum kurtarılmaya çalışılmaktadır.

‘Sürpriz olmayan’ bir şey daha var. Komünistlerin seçimlere dair öngörüsü ve belirlemeleri seçim gecesi tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Boykot politikasına zemin sunan politik koşullar ve temel gerçekler seçimlerle birlikte tam anlamıyla belirgin hale geldi. Seçimlere umudunu bağlayan, seçimlerle faşizmin yenileceğini, Erdoğan’ın gideceğini düşünen ve bu propagandaya inandırılan kitlelere komünistler boykot taktiğiyle ısrarla gerçekleri anlatmış, tüm politik kuşatmalara ve tecrit etme çabasına karşı bu taktik politikasının arkasında durmuş ve haklı çıkmıştır. Komünistler süreci doğru okumada ve gelişmeleri değerlendirmede politik bir başarı kazanmıştır.

Yine ‘sürpriz olmayan’ bir başka gerçek de değişimin seçim ve parlamentoyla olabileceği fikrine geniş kitlelerin inandırılabilmesidir. Ülkemizdeki seçimleri “demokrasi” ile kavrayanlar, kitlelere verili koşullarda seçimlerde demokratik iradenin yansıyacağı propagandasını yapmış, gerçek dışı “umutlar” yaymışlardır. Yürütülen kampanya geniş kitleleri kandırmaya, sisteme olan tepkiyi terbiye etmeye, halkı umudunu kırmaya hizmet etmiştir. Seçimler ve parlamento yoluyla umut tacirliği yapılmıştır.

Kitlelerin örgütsüzlüğü ve bunun yarattığı politik zayıflık onların bu politik propagandanın  etkisine girmesini sağlamıştır. Seçim sonrası bu iklim paramparça olmuş, geniş kitleler sahte umut ve hayallere kapılmanın pişmanlığı ile baş başa kalmıştır. Bir kez daha düzenin teminatı faşist partilerin ve düzeniçilik yarışına giren oportünist-reformist-tasfiyeci anlayışların yarattığı politik yanılsamanın sonuçlarına öfkeyle dolmuştur.

SEÇİME KATILIM İLE DEVRİMCİ DURUMARASINDAKİ İLİŞKİ

 24 Haziran seçimleri katılımı oldukça yüksek bir seçim olmuştur. Bu durum boykotun kitleler nezdinde rağbet görmediği sonucunu çıkarmamıza neden olabilir. Ancak Türkiye gibi ülkelerde seçimlere katılımın yüksek olması genel bir durumdur. Zira kitlelerin sosyal-ekonomik çelişkilerinin yoğunluğu gereği politize olma düzeyi hep yüksektir. Bu politize olma düzeyinin yüksekliği sistem dışı mücadele ve örgütlenmelerin zayıflığının da etkisiyle seçimlere olan ilgiye de doğrudan yansımaktadır. Politize olma durumu devrimci durumun gelişkinliğine de işaret eden koşullar anlamına gelmektedir. Bu anlamda seçime katılımın yüksek olması boykot taktiğini yadsımaz. Seçimlere katılım düzeyi boykotun yeteri derecede kitleye taşınamadığı, kitlelerin örgütsüzlüğünün yarattığı sonuç olarak görülmelidir. Ancak düzen partilerinin, TÜSİAD’ın ve tüm düzen güçlerinin, reformist-oportünist kurumların hepsinin ortak bir biçimde “seçimlere katılım” ve “oy verme” çağrısında buluşmasının etkisi de yadsınmamalıdır.

Bu seçimlerde katılımın yüksek olması verili seçim sistemi içinde ayrıca tartışmaya açıktır. Zira katılımın düşük olması durumunda dahi katılımı fazla gösterecek bir hile ve hırsızlık sistemi söz konusudur. Faşist partilerin ve özellikle AKP’nin bu noktada “mezarında olanları” bile seçime katma becerisi es geçilmemelidir. Ancak asıl olan, kitlelere sandıkla her şeyin değişeceğine yönelik yapılan iki uçlu propaganda ve kitlelerde seçimlere yönelik yaratılan beklentilerdir. Bir uçta seçimleri yegane demokratik platform ve tüm toplumun kaderini belirleyecek bir araç olarak yaygın bir propagandanın etkisi söz konusu iken diğer uçta ise ileri kitleleri seçimlerle faşizmin gideceği, “demokratikleşmenin sağlanacağı” propagandasıyla etki altına alan ve yönlendirilen bir konumlanış söz konusudur. Bu koşullarda katılımın yüksekliği devrimci hareketin zayıflığı ile de açıklanabilir. Yine bir kısım devrimci, ilerici güçlerin kendi teori ve savunularını yadsırcasına parlamenter hayallerle yarattığı etkiye ayrıca değinmek gerekir. Komünistler kitleleri yönlendirme ve biçimlendirmede seçime katılım istatistiğine bakarak başarısız olarak görülebilir. Ancak bu yaklaşım hatalı olacaktır. Birincisi, seçim süresi boyunca komünistlerin neredeyse yalnız kaldığı görülmüş, buna rağmen boykot taktiği örgütsel gücüne ve etkisine nazaran ciddi bir tartışma konusu haline getirilmiştir. İkincisi, özellikle belli bir ileri kitlede bu tavır iradi bir tercih olarak karşılığını görmüştür. Seçim sonrasında kitlelerin içine düştüğü ruh hali ve gerçeklerin bakış açısından boykot taktiği doğruyu temsil etmiş, ideolojik-politik bir başarı elde etmiştir.

“MECLİS İÇİ SOL MUHALEFET GERÇEKLİĞİ” VE MECLİSE ODAKLI SİYASET TARZI

24 Haziran seçimleri ve sonuçları faşist diktatörlüğün muhalif toplumsal kesimleri düzen dışına iten politik yönelimi ve saldırganlığına rağmen meclis ve seçimlerle bu saldırıları meşrulaştıran, bir yanıyla da sistem içinde tutmayı başaran bir sonucu karşımıza çıkarmıştır. Özellikle HDP’nin “barajları yıktık” söylemi ile kitlelerdeki parlamenter algı ve beklentiler diri tutulmaya çalışılmaktadır. Daha önce de barajlar yıkılmıştı ve mecliste bulunma hali sağlanmıştı. Bu süreç sınıf mücadelesinin gelişimine hizmet etmemiş kitlelerde pasifizme yol açan bir sonuç üretmiştir. Kitleler bir kez daha yanılsamalı bir zaferle pasifizme ve parlamenterizme yönlendirilmektedir. Gerçekler bir kez daha gizlenmekte, faşizmin her seçim sonrası yoğunlaşan saldırılarına karşı kitleler donanımsız bırakılmaktadır. Bu seçimlerle aynı zamanda şu açığa çıkmıştır ki artık ülkemizde meclis içi bir “sol siyaset” kemikleşmiştir. Ne pahasına olursa olsun faşizmin incir yaprağı olan meclic “sol-demokrat-devrimci” bu kesimler tarafından terk edilmemekte, terk edilmek istenmemektedir! Seçim zaferleri elde etme uğruna bu “sol-devrimci-demokrat” meclis içi muhalif güçler egemen sınıfların muhalif klikleriyle her türlü ittifak arayışına girebilecek noktaya gelmişlerdir. 24 Haziran vesilesiyle meclis aracılığıyla, uzlaşmacılığa oturmuş “devrimci-demokrat-sol” bir muhalefet karakter kazanmıştır. Bu mevzi onlar için esas ve ana eksen haline gelme eğilimindedir. Sokakta kazanacağız söylemi kuru bir ajitasyon haline gelmiştir. Son seçimde de sokak anti-demokratik seçim koşulları, faşist baskılar, çalınan oylar için değil geçilen baraj kutlaması için kullanılmıştır. Bu açıdan kitleleri yanlış yönlendirecek, onların ruh ve eylem birliğini, sınıf mücadelesindeki enerjisini mas edecek bir reformist-liberal burjuva eğilim karakter kazanmıştır.

Bu kesimler kitlelerin çelişkilerini dile getiren, bu çelişkilerin temsilcisi olma iddiası taşıyan ancak bunun mücadelesini legal-parlamenter mücadeleyle sınırlayan bir politik çizgiye koşar adım ilerlemektedir. Hiç kuşkusuz bu, kitlelerin sınıf mücadelesinin öznesi olma gerçekliğinin karartılmasına tekabül eden bir siyasettir. Oldukça tehlikelidir. HDP eş başkanlarının seçim sonrası açıklamaları barajı geçmenin kendileri için yeterli olduğuna dair yaklaşım barındırmaktadır. Kitlelerin sandıkta dönen büyük oyunlara öfkesini sokaktan uzak tutan, artık mücadeleyi meclis kürsüsü, kendi rapor ve değerlendirmeleriyle sınırlayan bir yaklaşım hakimdir. HDP içindeki demokrat-devrimci hareketler ise hiç kuşkusuz bu duruma ayak uydurmuşlardır. Seçim öncesi kitlelerin eğilimi diyerek seçime katılımı meşrulaştıran ve kitlelerin bu şekilde örgütlenebileceğini salık veren bu anlayış, kitlelerin oylarını sahiplenen yaklaşımı ve eğilimi karşısında sessizliğe bürünmüş ve sadece barajı geçmiş olmayı kutlayan bir noktaya demirlemiştir. Bu noktada kitlelerin eğilimi bu kesimler için belirleyici olmamıştır. Bu tablo hiç kuşkusuz meclise girmeyi amaçlaştıran tutumun işarettir. Siyasi literatürdeki adı ise parlamentarizmdir. Bu parlamentarist yaklaşım, Kürt halkına yönelik en pervasız saldırılarda, belediye başkanlarının kayyum atanarak görevden alınması ve tutuklanmasında, eş başkanların da içinde olduğu milletvekillerinin hukuksuz şekilde içeri atılmasında aldıkları konumlanışla uyumludur. Meclisi ne pahasına olursa olsun terk etmeme iradesiyle bu çizgiyi öncesinden de sahiplenmişlerdi.

Geniş kitleler 24 Haziran seçimleri vesilesiyle adeta demokrasi gelecek, her şey değişecek gibi bir heyecan dalgası ile örgütlenmiş, muhalif milyonlarca insan bu ağır stres altına sokulmuş, sandığa büyük payeler biçilmiş, kitlelerin politize olma hali hayaller ve gerçeklikten kopuk politik propagandayla zehirlenmiştir. Bu ağır şartlarda seçime sürüklenen kitlelerin öfkesi ise seçim sonrası adeta yalnız bırakılmıştır. Sorumsuzluk böylece seçim öncesi ve sonrası alınan tutumla katmerleştirilmiş ve ortaya çıkmıştır.

BOYKOT TAVRI İLE ORTAYA ÇIKAN İDEOLOJİK-POLİTİK CESARET VE KAZANIMLARI

Seçimler ve seçim hayalleri bitmiştir. Ortaya faşist diktatörlüğün büyük kazanım elde ettiği politik-yönetsel bir iklim çıkmıştır. Milyonları sokağa döken ve peşinde sürükleyen CHP, kitlelerin sandık hayalleri ile yanıp tutuşmasını sağlayan reformist tutumlar ortaya çıkan sonuçla birlikte büyük bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı ile kitlelerde yansımasını bulmuştur. Değişim isteyen enerji ve birikim 24 Haziran çalışmaları boyunca adeta deşarj edilmiştir.  Ancak bu tablo geniş kitleler ve onların devrimci öfkesi için aynı zamanda bir eğitim ve bilinçlenmeye vesile olacak koşulların oluşması anlamına da gelmektedir.

Komünistler seçimlerden çıkan sonuç ve oturtulan yeni yönetim sistemiyle faşist diktatörlüğün saldırılarına daha fazla hız vereceğinin bilincindedir. Zira faşist diktatörlük ekonomik ve politik kriz içinde işçi sınıfı, emekçi ve ezilenlere yönelik saldırılarını arttırarak ancak süreci yönetebilir. Egemen klikler arasındaki çatışma ve gerginlik ise hızını seçimlerden sonra da kaybetmeyecektir. Kliklerin iç çatışması da bu süreç boyunca derinleşecektir. Seçim öncesi oluşan bloklaşmalarda hem birbirine mahkum bir durum hem de acımasız bir rekabet ve kavga söz konusu olacaktır.

Bu tabloda seçimler sonrası beklenen ise kriz ve kaosun derinleşmesidir. Bu tablo sınıf mücadelesi açısından büyük bir avantajdır. Meclise ve sistemiçiliğe sırtını dönmüş bir yönelimle mücadeleye odaklanmak, kitlelerin devrimci enerjisini özellikle yaşadıkları somut sorunlar ekseninde politik güce dönüştürmek, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri bu sorunlar etrafında seferber etme görevi önümüzde durmaktadır. Faşist diktatörlük saldırı ve savaş sürecini daha etkin örgütlemeye odaklanacaktır. Özellikle Kürt meselesinde ve bölge politikasında bu saldırganlığa ihtiyacı vardır. Bu onun bölgesel çıkarları ve devletin varoluşsal yapısıyla ilintilidir. Ekonomik, sosyal ve siyasal çelişkilerin sınıf mücadelesini devrimci bir rotada geliştirme olanakları her zamankinden daha fazladır. Komünistler seçimlerde aldıkları tavırla ideolojik, politik anlamda cüretli bir hamle gerçekleştirmiştir. Devrimci çizgisine dair tasfiyeciliğin yarattığı düşünsel etkiyi yıkan politik-ideolojik bir hamle yapmıştır. Bu durum iddialı duruşun aşınmasına karşı bir hamle, doğru politika belirlemeye yönelik bir çıkış, çelişkilere devrimci pratik müdahale ihtiyacını örgütleme noktasında ideolojik bir cüret olarak görülmelidir.

Komünistler devrim için, devrimin ihtiyaçları doğrultusunda öncelikli olarak konumlanma, kendi yapısını, sürecini ve bileşenlerini buna uygun odaklamakta gerçekçi bir hamleyle süreci karşılamaya çalışmıştır. Şimdi önümüzde sürekli olarak doğruyu bulmada ısrar eden, yakalanan doğru politikayı ısrar, kararlılıkla ve yaratıcılıkla kitlelere taşımaya odaklanan, kitleleri buna ikna edecek eylem ve hamleleri örgütleme görevi vardır.  İdeolojik cüret, iddia sahibi olma, iktidar bilinciyle donanmış politikalar belirleme, kitlelerin çıkarlarıyla örtüşen devrimci etkinlik ve eyleme seferber olma, kendi politik kimliğini titizlikle koruma, halk savaşı stratejisine uygun örgütsel konumlanış ve kitle şekillenişi yaratma, tüm odak noktasını devrimin ihtiyaçlarına yönelik düşünsel bir şekillenişle belirleme, yaşam tarzı ve çalışma tarzını bu gereksinimlere uygun şekillendirme gibi hala önümüzde duran temel görevlerimiz mevcuttur. Belirlenecek her politika, müttefik güçlerle bunun gereklerine uygun ilkeli birliktelikler ve ortak hareket tarzı yakalama, toplumsal çelişkilere devrimci zorun emrettiği biçimde müdahalelerde bulunma, halkın sorunları ve çelişkilerinin örgütleme bu eksene oturtularak gerçekleşmelidir. Ne kendiliğindenliğe ne kitle kuyrukçuluğuna ne de iradeciliğe bu anlamda müsaade edilmemelidir. Aslolan eldivenin ele uymasıdır. Bunun anlamı da kitlelerin gerçekliği ile doğru yönelimi birleştirme, kitlelerin devrimci enerjisini ısrarla açığa çıkarmaktır.

Partizan 

Haziran 2018