1 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya siluetli Partizan flamaları nedeniyle polis saldırısına uğrayan Partizan kortejinden 18 kişi işkenceyle gözaltına alınmıştı. 18 kişiden biri Çocuk Şubeden serbest bırakılırken 17 kişi 4 gün çeşitli işkencelere maruz kalmıştı. Akabinde 6 Partizan okuru tutuklanarak Marmara Hapishanesine götürüldü. Tutsaklar 12 Temmuz tarihinde “tutuk incelemesi” sonucu tahliye edildi.
Tutuklanan Partizan okuruyla Partizan’a ve Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’ya yönelik devletin “kırmızı görmüş boğa” refleksleri, işkence yöntemleri ve 1 Mayıs üzerine yaptığımız röportajı ilginize sunuyoruz.
Yeni Demokrasi: 1 Mayıs’ta Saraçhane’den Taksim’e çıkarken gözaltına alındınız ve tutuklandınız. İşkenceyle süren 4 günlük gözaltı süreci yaşadınız. Gözaltı sürecinden bahseder misiniz?
Partizan okuru: Bu yıl 1 Mayıs’a giderken birçok demokratik kitle örgütü, sendika, siyasi parti Taksim’e çağrı yaptı. Taksim’e yönelik bu çağrı, önceki yıllardan farklı olarak çok daha geniş bir kesimde yankı buldu. Biz de bu tarihsel günde; 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramında Taksim’e gitmek isteyen kitleler içerisinde yerimizi aldık. O gün İstanbul Valiliği kutlamaları yasakladığını duyursa da polis Saraçhane’ye gidişlere genel olarak engel olmadı. “Genel olarak” diyoruz çünkü bize Saraçhane’nin çok daha gerisinde Pertevniyal Lisesinin orada engel olmak istediler. Bu durum Saraçhane ile sınırlı kalsaydı yani Taksim’e çıkma iradesi olmasaydı siyasi iktidar için sorun da olmayacaktı. Yani operasyonlar ve tutuklamalar da olmayacaktı muhtemelen. Fakat meseleyi 1 Mayıs’ın direnme ruhuyla birleştiren bütün odaklar devletin hedefi oldu çünkü “belirlenen sınırlar içerisinden”, Saraçhane’den çıkardılar 1 Mayıs’ı. Biz de bu atmosferde gözaltına alındık. Henüz Saraçhane’ye varmadan…
Bundan sonrası 4 günlük gözaltı süreci…
15 Temmuz 2016 sonrası ilan edilen OHAL’lerin ardından gözaltı sürelerini uzatmışlardı biliyorsunuz. Bu gözaltı süreleri 2000’ler öncesi işkence için uygun zemin yaratmanın adımıydı. Şimdikinden çok daha uzun gözaltı süreleri ve çok daha yoğun, insan onurunu ayaklar altına alan fiziki işkence vardı. Bizim gözaltı sürecimiz de 4 gün sürdü, yani neredeyse tutabilecekleri kadar tuttular. 2012’den itibaren gözaltında tutma süresi 4 gün. Bu süre zarfında ailelerle görüşmemiz engellendi; avukatlarla çok sınırlı bir süre içerisinde görüştürüldük. Adli suçlularla aynı yere konulduk, kadın arkadaşlarımıza hijyenik ped verilmediği gibi gözaltında tutulduğumuz sürede tuvalete gitmemiz dahi engellendi. Tuvalet ihtiyaçları için “poşet ve pet şişe” verildi. Sağlık muayenesi için götürüldüğümüz hastanenin avlusu biz gidiyoruz diye boşaltıldı slogan seslerimiz duyulmasın diye. Yani bir çeşit tecrit ve fiziki saldırı altına alındık 4 gün boyunca.
Biz de bu 4 gün boyunca Partizan okurları olarak açlık grevi yaptık. 1 Mayıs’a katıldığımız için bize dönük yapılan kötü muameleyi, fiziki saldırıyı bu şekilde ve sloganlarla protesto ettik. 4 gün boyunca meseleyi bir direnme meselesi olarak ele aldık diyebilirim. Bu kötü muamele, fiziki ve psikolojik saldırılar çokça paylaşıldığı için yeniden tekrar etmiyoruz.
Yeni Demokrasi: 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlere yönelik tutuklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Partizan okuru: Ülkemizde yıllardır 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenler tarafından bir irade gösterilir. Öyle ki tarihsel 1 Mayıs günleri bile oluşmuştur bu şekilde; Harbiye 1 Mayıs’ı gibi. 1 Mayıs şehitlerimiz vardır bizim; bugün vurulmuş olanlarımız vardır. İlginç değil mi? Öyle bir tarihsel günkü bugün; işçi sınıfının, ezilen sınıfların “en iradi” biçimde sokağı doldurduğu gün bizim için. İstanbul özgülünde Taksim Meydanı ise bu iradi tutumun önemli mekânlarından biridir. Hatta devleti en rahatsız eden mekândır.
Son yıllarda Taksim, geçmişe kıyasla sayısal olarak çok daha zayıf çarpışmaların mekânı oldu. Ama bu mekânı tutan, vazgeçmeyen ve direten birileri hep oldu. Birçok eylemde olduğu gibi, binlerce değil ama yüzlerce bazen onlarca insan tuttu bu mekânı. Bununla birlikte sınıfın, halk kitlelerinin buluştuğu her mekân devrimin yükseleceği mekânlar haline gelebilir. Sadece 1 Mayıs’ta Taksim ısrarı olarak önemli değil, bir kıvılcım olarak önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Biz de biliyoruz, faşistler de biliyor: “Bozkırı tutuşturan bir küçük kıvılcımdır.” Bu kıvılcım son yıllarda hep var, zayıf da olsa varlığı önemli çünkü olmazsa olmazdır.
Yeni Demokrasi: Hapishane sürecinden bahseder misiniz?
Partizan okuru: Bu yıl 1 Mayıs’ta tutuklananların neredeyse hiçbiri daha önce hapishaneye girmemişti. Bu da bize tutuklama furyasının yöneldiği kesimin genişlediğini gösteriyor. Van’daki protestolarla birlikte bu yılki en kitlesel tutuklamalardan oldu 1 Mayıs tutuklamaları. Tutuklamaların kapsamı, devrimci pratiğin yeşermesine engel olma çabasından ileri geliyor.
Tutuklamalardaki bir diğer yan ise ilk kez tutuklananların hapishanede kendilerinden önce tutuklanan devrimci-demokratlarla karşılaşmış olması. Böylece “Türkiye’nin sınıf mücadelesi tarihinde hapishaneler tarihi” de olduğu meselesi açığa çıkmış oldu zihinlerde. Tecridin, tretmanın devrimcileri teslim almak için kullanıldığı hapishanelerde, devrimciliğin de üretilebileceği gerçeğini kavramış oldu 1 Mayıs tutsakları.
Yeni Demokrasi: 1 Mayıs’ta tutuklandınız fakat iddianamenizde ‘örgüt propagandası’ suçlaması ağırlıktaydı ve bu nedenle Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanıyorsunuz. İbrahim Kaypakkaya siluetli Partizan flaması buna gerekçe yapıldı. Bu gerekçeleri ve tutuklamayı nasıl değerlendiriyorsun?
Partizan okuru: Evet, Kaypakkaya “hâlâ” “örgüt propagandası” gerekçesi yapılıyor. Öyle ki herhangi bir eylemde İbrahim Kaypakkaya’nın görselini taşıdığınızda bununla karşılaşabiliyorsunuz. Flamada bir de Partizan yazıyorsa bu iş tamam!
O gün çekilen videolara baktığınızda, Partizan sözcüsü ve polis şefi arasında bir diyalog geçiyor. Polis şefi bu flamaların (Partizan ve Kaypakkaya siluetli) alana alınmayacağını söylüyor. Sözcü ise bunun hukuki gerekçesi nedir diyor? Polis şefi ise buna bir yanıt vermiyor. Gerisi ise bilindiği gibi. Gözaltı ve tutuklama… Gerekçe: Propaganda!
Polisi bir yanda, hâkimi bir yanda el ele verdiler yine de bir gerekçe üretemediler. Yasağın bir gerekçesi olmalı değil mi? Yok! Tutuklamanın bir gerekçesi olmalı! E o da yok! Bizi tutuklayan hâkim şöyle ifade etmişti tutuklama gerekçesini: “Bu dosyaya benzer başka devam eden mahkemeleriniz olduğu için tutukluyoruz sizi” yani 17 kişiden 6’mızı. Minareyi kılıfına da uyduramıyorlar özetle. Savunmalarımızda bunları ifade ettik.
Son olarak; biz İbrahim Kaypakkaya’nın meşruluğunu savunmaya devam edeceğiz, etmeliyiz. Başka yolu yok bu işin. Tüm devrimci-demokrat hareketlerin de bunu yapması gerekiyor. Genç ömrüne onlarca politik-teorik yazını ve pratiği sığdırmış, toplumumuzun hafızasına, kültürüne işlemiş İbrahim Kaypakkaya’yı “terörize etmek”, yaşamdan izole etmek çok da mümkün değil zaten. Bilimsel değil her şeyden önce. Mahkemeyle, gözaltıyla olmaz bu iş. Tarih işlediği müddetçe onun başrollerinin biri de İbrahim Kaypakkaya olacaktır, “çeliğe su verildi” bir kere.