Parti ve Devrim Şehitleri Haftasının İlanı; Savaşmada Kararlılığın, Dişe Diş Bir Mücadelenin Kabulüdür

“Şehitler Haftası” kavramı 1970’lerin Türkiye’sinde yeni bir kavramdır ve ilk kullanan Proletarya Partisi olmuştur. Türkiye’nin ‘70’li yılları kitlelerin devrime doğru aktığı, faşizmin bu akışın önüne geçmek için halka, devrimcilere azgınca saldırdığı, dört bir yanda faşist namluların can aldığı ve durmadan cenazelerin kalktığı yıllardır. Çatışmalarda, pusuda veya işkencelerde şehit düşenler arasında kuşkusuz Proletarya Partisi’nin seçkin üye ve militanları da bulunmaktadır. Proletarya Partisi, “Parti ve Devrim Şehitleri Haftası” olarak yılın belirli bir haftasını (Ocak ayının son haftası) belirlerken, şehitler kervanının her gün çoğalarak ilerlemesinin elbette bir rolü vardı fakat nasıl bir ülkede, hangi sınıf ilişkileri ve nasıl bir devlet yapısı altında yaşadığımız konusu belirleyici olmuştur. Bu sorular Türkiye’nin nesnel gerçekliğine dairdir ve cevabın doğruluğu “Nasıl bir devrim ve hangi strateji?” biçimindeki sorununda yanıtını getirir. Proletarya Partisi için yanıt Demokratik Halk Devrimi ve bu devrimi gerçekleştirmenin yolu olarak, Uzun Süreli Halk Savaşı stratejisidir. Bu yol, küçük bir kuvvetin kendinden kat be kat büyük bir kuvveti yenilgiye uğratmasının biricik yoludur. Başlangıçta dağınık gerilla birliklerine dayanır, savaş içerisinde adım adım büyüyerek gelişir ve halkın ordusuna doğru yol alır. Bu strateji düşmanı parça parça yıkmakla kalmaz, elinde bir güç haline geldiği sınıfın iktidarını da parça parça kurar. Ki yalnızca yıkmak değil, kurtarılmış bölgeler biçiminde kendi iktidarını kurmak bu stratejinin ayırt edici özelliğidir. Proletarya Partisi, Uzun Süreli Halk Savaşı stratejisine, silahlı karşı-devrimin karşısında silahlı devrime dayanan bir mücadelenin sonuçlarını ön görerek, yılın belli bir gününe tarihlenmiş biçimde “Parti ve Devrim Şehitleri Haftası”nı ilan etmiştir.

Geride bıraktığımız yıllar içerisinde binlerce komünist, devrimci, yurtsever şehit düşmüş, bu yolda ölümsüzleşmişlerdir. Devrimin bilançosu yapılan fedakârlık ve ödenen bedeler ile mücadele arasındaki mesafeyle ölçülmez fakat ortaya çıkan sonuçlar birer olgudur ve var olan gerçeği değiştirmek için, daimî olarak kavranmayı talep eder. Proletarya Partisi kuruluşunun 50. yılında, nesnel gerçeği kavrama ve değiştirme eylemini yani önderlik ettiği Demokratik Halk Devrimi’ni gündemleştirmiş, savaş ve savaşın sorunlarına vakıf olma, devrimi geliştirme gibi temel meselelerde belli başlı engeller üzerinde yoğunlaşmıştır. Çözüm bekleyen sorunların ağırlığını bir bir yinelemeyeceğiz, bunlar birer gerçekliktir ve gerçekler onu kavrama, değiştirme çizgisinde ısrar edenlerden yanadır. 

Komünist Partisi olgusunun kavranması, sınıf mücadelesi içerisinde belirleyici rolünün bilince çıkartılması, bu ağır sorunlarımızdan yalnızca biridir. Bütün ustalar, devrimi gerçekleştirmiş, geliştirmiş bütün önderler “parti” derler; Parti olmadan yapılmış olanların hiçbiri yapılamaz, proletaryanın devrimi gerçekleşemezdi. Partiyi sağlamlaştırmak, Partiyi güçlendirmek gibi kavramlar sınıflar mücadelesi ve Komünist Partisi kavrandığı vakit yeterince anlaşılır olur ve yapılması gerekenler en ileri düzeyde yapılır. Kitlelerin mücadelesindeki kendiliğindenliği anlamamız gerekiyor, kitleler bir KP önderliğiyle buluşmadıkça, KP’nin önderlik çizgisi üzerinde ilerlemedikçe volkansı biçimde patlasa bile kurucu olamaz, daha doğrusu nihai kurtuluşuna doğru gidemez. KP’nin önderliği, kitlelerin bu önderlik çizgisi üzerinde hareket etmesi bizim gibi ülkelerde savaş içerisinde ve adım adım gerçekleşir. Komünist Partisi savaş ortamı içerisinde ve savaşı kumanda ederken çelikleşir, gelişir. Halk Ordusu’nun evrimine baktığımızda o da KP gibi savaş içerisinde inşa olmakta, gelişmektedir. Savaş aynı zamanda “hegemonya” inşasıdır, geliştikçe kitlelerin bilincini değiştirir, dolayısıyla savaş sürecinin sonuçlarından biri de hegemonya oluşumu ya  da tesisidir. Kitleler söylemlerimizde yani ona taşıdığımız politikalarımızda kendi çıkarlarını görecektir, bu söylemler kitlelerin bilinci üzerinde etkiler bırakacaktır, fakat kitleler açısından da pratik belirleyicidir. Aslında gerçekleşen iktidar oluşumu yani Kızıl Siyasi Üslerdir. Ekonomik, sosyal, siyasal kültürel gibi hayatın bütün alanlarında yaşama geçirilenin halkın çıkarları olduğunu halk bizzat görecektir, kurulan halkın iktidarı-yönetimidir. Böyle bir savaş hayatın akışına bağlı, rastgele ilerleyen, tamamen nesnel koşulların belirlediği değil, stratejiye bağlı yani savaşın yasalarını kavramış ve bir sınıfın çıkarlarını gerçekleştirmek üzere, özele uyarlanmış/özgülenmiş bir savaştır. Birincisinde kendiliğindendir ve hatta kendiliğindencidir. Sınıflar mücadelesinde karşı kutbu oluşturan ve egemen konumdaki sınıf ve tabakalarla kendi çıkarları adına çatışan halk kitleleri, bu savaşı ya da çatışmayı kendi iktidarını kurmak üzere yürütmediği, yönetmediği için kendiliğindendir. Yaktığı ateşler ne kadar yükselirse yükselsin kendiliğinden olan gerçekliği nedeniyle tayin edici olamadan sönüp gitmeye mahkûmdur. Komünist Partisinin önderliğindeki savaşla buluşmadığı, onun gücü olmadığı sürece bu ebedi bir mahkûmiyet olarak kalacaktır. Gezi İsyanı sonrası popülerleşen “yakarsa dünyayı garipler yakar” sözünü hatırlayalım: O denli öfkeli olduklarına şüphe yok, yıkıcı güçlerini ise zaten biliyoruz; yakarlar yakmasına ama birlikte yanarlar. Komünist Partisi önderliğindeki savaş yakar, yıkar ama inşa da eder, bu bakımdan kurucu bir savaştır. Komünist Partisi ve onun rehber aldığı MLM sınıfsız bir dünyayı, böyle bir dünya için savaşmayı teoriler arasında bulup çıkartmamıştır; temsil ettiği sınıfın üretim içerisindeki yeri ve mülkiyet ilişkisindeki konumundan çıkartmıştır. Bu sınıf, halkın sadece en devrimci, en ileri kesimini oluşturmuyor, nihai çıkarı sınıfları, bu sınıfların oluşumuna imkân sunan mülkiyet biçimini yok etmek olduğu için, kendisiyle birlikte bütün sınıfları tarihe gömmek gibi, tarihsel bir misyona sahiptir ve bu da ona, sonuna kadar tek devrimci sınıf niteliği kazandırır.

Komünist Partisinin ideolojik donanımı, komünizme değin sürecek bir uzun yürüyüşü içerir. En ileri hedefi, başka bir ifadeyle “azami programı” komünizmdir, şüphesiz her şey komünizmde donup kalmayacaktır fakat sonrası için bir belirleme bugün açısından gerçekçi değil. Bu uzun yürüyüş ve ona tabi bütün süreçler, aşamalar halkın kendiliğinden bilincinin ve bu bilincin kumandası altındaki kendiliğinden hareketin ne konusudur ne de kalkışacağı bir sorundur. Ya KP önderliğinde sınıfsız, sömürüsüz dünya için kesintisiz devrimler ya da azgın bir sömürü, yağma! Ya barbarlık ya sosyalizm! Ara bir yol yok ama dünya barbarlığa da kalmayacak, bütün ezilen halk eni sonu KP’lerini kuracak ve dünyayı emperyalist egemenlere dar edeceklerdir. Komünist Partisinde olmanın, KP ile birlikte yürümenin, KP’nin bayrağı altında savaşmanın farkını veya tarihsel anlamını özetlemek istedik.   

Bugün ve daima Partinin bayrağı altında toplanan tüm yoldaşlarımız, Komünist Partisini ve onun rolü sorununu incelemek, tartışmak gibi bir görev edinmelidir, öyle ki nitelik kazanmak bu görevin gerçekleşme düzeyiyle alakalıdır. 50. yılı fırsat bilerek böyle bir çalışmaya girilmeli, genel olarak KP olgusu, özelde ise Proletarya Partisi incelenip, tartışılmalıdır. Komünizm güzergahını terk etmeyen, zayıflıklarını sorunlaştırma cesaretini bırakmayan ve halkımızın dağınık ve kendiliğinden yürüttüğü sınıf savaşını, Halk Savaşı’yla buluşturmak, bu strateji rehberliğinde ilerletmek iddia ve kararlılığını sürdüren ve şimdi 50’sinde olan bu Parti’ye şan ve şeref olsun.