[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
23 Aralık günü saat 11.00 sularında, Paris’in merkezindeki d’Enghien Caddesindeki Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’ne silahlı saldırı gerçekleşti. Saldırıda üç kişi katledilirken beş kişi de yaralandı. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Emine Kara’nın (Evin Goyi) yanında Mîr Perwer (Mehmet Şirin Aydın) ve Abdurrahman Kızıl bu alçakça saldırıda katledildi. Saldırının hemen ardından polis dernek çevresini çembere alırken kimsenin bölgeye girmesine izin vermedi. Saldırgan daha sonra yine Kürtlere ait bir lokanta ve kuaför salonuna da saldırı gerçekleştirirken kuaför salonunda bulunanlar tarafından yakalandı. Ancak Fransız polisi, failin kendisi tarafından yakalandığı yalan haberini, olayın adli bir durum olduğunu, saatler sonra ise saldırganın isminin William M. olduğunu açıkladı.
Saldırganın, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Emine Kara’nın başına yakın mesafeden ateş açması ve Kara’nın yaşamını yitirip yitirmediğini kontrol etmesi, asıl hedefin Kara olduğu yönündeki şüpheyi neredeyse doğrulamakta. Yabancıların yoğun olduğu, rastgele seçilen bir mekâna yapılan bir saldırıdan ziyade, burada söz konusu olan, hedefin net olarak belirlendiği, planlı, örgütlü bir saldırı olduğudur. Saldırıdan saatler sonra Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, saldırganın özellikle Kürt toplumunu hedef aldığından emin olmadıklarını, daha ziyade “genel olarak yabancıları hedef aldığını” söyledi. Fransız polisi, saldırgan ile Fransa’daki ya da diğer yerlerdeki faşist hareketler arasında bir bağlantı olmadığını iddia etti. Resmî açıklamalar saldırganı, yabancılara karşı açıklanamayan bir nefreti olan ve defalarca polisin elinden kaçan münferit bir “ırkçı akıl hastası” olarak sundu.
Oysaki fail William M., polis tarafından iyi tanınıyordu ve sadece bir yıl önce sığınmacılara yönelik başarısız bir saldırıdan sonra tutuklu yargılandığı davadan yeni tahliye edilmişti. 8 Aralık 2021’de Paris’in Bercy Park’ında “göçmenlere ölüm!” diye bağırarak kılıçla bir sığınmacı kampına saldırmış, bir çocuk ve bir yetişkini yaralamıştı. William M., 2021 saldırısında açıkça “milliyetçi” bir motivasyonu olmasına rağmen, 10 yıla kadar hapis cezası öngören silahlı şiddet ile suçlandı ve 12 Aralık’ta mahkemeye çıkarılmadan serbest bırakıldı, silah taşıma yasağı konuldu. Fransız polisi şu ana kadar, zanlının Fransa’da alım satımı sıkı bir şekilde denetlenen ateşli silahı nasıl ve nereden edindiğine dair herhangi bir bilgi vermedi. Fransız yetkililer William M.nin bu cinayeti nasıl işlediğine dair ayrıntıların kamuoyu tarafından bilinmesini engellemeye kararlı görünüyorlar. 27 Aralık’ta yapılan ön duruşmada, William M.ye hassas akıl sağlığı nedeniyle kamuya kapalı bir şekilde yargılanması teklif edildi. Avukatları da kabul etti. Savcılık, önce saldırganın gözaltı süresinin 24 saat daha uzatıldığını daha sonra ise sağlık gerekçeleriyle gözaltı kararını kaldırdığını açıkladı. Duruma ilişkin yapılan açıklamada, saldırganın Paris Emniyet Müdürlüğü Psikiyatri Hastanesi’ne kaldırıldığını bildirerek olaya ilişkin soruşturmanın yürütüldüğünü açıkladı. Fakat dünya kamuoyunda oluşan tepkiler sonrası emniyete bağlı klinikte saldırganın gözaltına alınmaya uygun olduğuna karar verildi ve yeniden gözaltına alındı.
Milliyetçiliği bir hastalık olarak göstermek egemen sınıfların çokça uyguladığı bir yöntemdir. Böylece esas olgu görünmez olur. Esas milliyetçiliğin bizzat sistem eliyle inşa edilebilen bir anlayış olduğudur. Milliyetçilik işçi ve emekçileri bölmeye, dünya halkları üzerindeki baskı ve sömürüyü artırmaya hizmet eden, sistemin önemli bileşenlerinden biridir. Milliyetçilik bilinçli ve iradi olarak tercih edilen tehlikeli bir ideolojidir. Hastalık olarak lanse etmek onu masumlaştırmak demektir. Emperyalistler arası çelişkileri, o dönemki en gerici tekellerin temsilcisi olduğu gerçeğini yok sayıp İkinci Paylaşım Savaşını Hitler’in psikopat kişiliği ile açıklama çabası buna verilecek en güzel örneklerdendir. Milliyetçiliğin tedavisi olmaz, cezai yaptırım gerekir. Fransız kurumları da kendilerinden bekleneni yaparak neredeyse saldırganı psikolojik hasta olarak sınıflandıracak, cezai ehliyeti yoktur diye serbest bırakacaktı. Ama tepkiler geri adım attırdı.
Yaşanan gelişmeler ve Fransız yetkililerden gelen açıklamalar akıllara 9 Ocak 2013’te yine Paris’te Kürt Enformasyon Bürosu’na yapılan saldırıyı getirdi. O saldırıda yurtsever Kürt kadınlar Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Ömer Güney isimli tetikçi tarafından katledilmişti. Ancak yaşanan katliamın ardından Ömer Güney hakkında 2013 yılında “cinayet” suçundan soruşturma dosyası açıldı. 2013’te yaşanan suikastla ilgili soruşturma Mayıs 2015’te tamamlandı; Fakat dava aşamasına geçilemedi. Davanın “terör örgütüyle ilişkili suikast” suçlamasıyla 23 Ocak 2017’de görülmesi planlanırken Güney 17 Aralık 2016’da hapishanede esrarengiz bir şekilde öldü.
Güney’in MİT ile çalıştığını gösteren birçok delil olmasına rağmen görmezden gelindi. Hapishanedeyken ziyaretçileriyle yaptığı görüşmelerin sesli kayda alınması, onun Almanya ve Belçika’daki MİT ajanlarıyla sıkı ilişkiler içinde olduğunu ortaya çıkardı ama olayın arka planının aydınlatılması için bir adım atılmadı. Soruşturmalara ancak 2019’da devam edildi, şu ana kadar sonuç alınamadı.
23 Aralık Paris Katliamı, 9 Ocak 2013 Paris Katliamı’nın devamıdır. Faşist TC’nin bu son katliamda ilgisinin olmadığını düşünmek saflık olacaktır. Zira Evin Goyi’nin özel olarak hedef alınması, faşizmin Kürtlere ve örgütlü yapısına dair düşmanlığıyla örtüşmektedir. Fransız emperyalistlerinin yürüyen kirli pazarlıklarla bu türden katliamların önünü açtığı bir gerçektir. Fransız emperyalistleri TC ile daha güçlü köprüler kurmayı kendi sınırları içinde Kürt katliamlarına yol açmaya kadar götürebilmektedir. Elbette ki TC’nin uşaklık ettiği emperyalistler ve onların devletleri tüm kurumlarını harekete geçirerek gerçeklerin üzerini örtmeye çalışacaklardır. “Paris’in kalbine yapılan menfur saldırıyı” kınayan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un hükümeti, 2021 yılında Le Pen’in desteğiyle Fransa’daki 8 milyon Müslüman’a karşı ayrımcılığı yasalaştıran “ayrılıkçılık karşıtı” bir yasa tasarısını geçirdi. Macron ayrıca 2014’ten bu yana Akdeniz’de 25 binden fazla kişinin boğulmasına yol açan acımasız bir göçmen karşıtı politikayı uygulama konusunda AB ile birlikte çalıştı. Bu bağlamda Fransız egemenlerinin göçmen karşıtı politikaları kamuoyu nezdinde bu tür katliamları tolere etme olanağını da onlara sunmaktadır.
Silahlı saldırının ardından Fransız devletinin yabancı düşmanlığını sürekli teşvik etmesine karşı duyulan öfke, Kürtler ve diğer göçmen gruplar tarafından Paris’in merkezinde düzenlenen ve hükümetin kendilerini aşırı sağcı saldırılardan koruyamamasının protesto edildiği büyük gösterilerle patlak verdi. Fransız yargısının ve kurumlarının gerçekleri karartma çabasına ve manipülasyonlara inanmayan ve adaletin yerine getirilmesini isteyen protestocular caddeleri doldurdu. Saldırının gerçekleştiği Kürt Kültür Merkezi’ne ulaşmalarını engellemeye çalışan Fransız polisi tarafından göz yaşartıcı gaz ve coplarla şiddetli bir saldırıya uğradı, gözaltılar yaşandı.
Yapılan çağrılar üzerine Avrupa ve Kürdistan’ın dört parçasında da katliamı kınayan açıklama ve yürüyüşler gerçekleştirildi. İsviçre’nin Cenevre, Zürih, Basel, Locarno, St Gallen, Solthurn, Luzern; Almanya’nın Stuttgart, Hannover, Nürnberg; İsveç’in Stockholm; Yunanistan’ın Atina; Avusturya’nın Tirol; Fransa’nın Paris, Bordeaux ve Grenoble ve dünyanın daha birçok kentlerinde on binlerce kişi katliamı protesto etti. Yine Qamişlo, Şehba Kantonu’na bağlı Ehdas, Kobanê, Tıl Koçer ve Amude’nin yanı sıra Halep, Mexmur Mülteci Kampı ve Amed başta olmak üzere birçok kentte protesto eylemleri düzenlendi. Yaşanan katliamla kitlelerin büyük bir öfke ile sokakları doldurduğu görülmüştür.
Her daim TC devleti ile Avrupalı emperyalist devletler arasında kirli pazarlıklar yapılmaktadır. Pazarlıkların konusu Kürtler, komünistler ve devrimcilerdir. Katliamlar, saldırılar, tutuklamalar ve cezalar ne Kürt ulusunun direnişini ne de sosyalist ve devrimcilerin mücadelesini kırabilmiştir. Kıramayacaktır da!