Koronavirüs, kapitalist sistemde toplumsal ayrışmanın ne derecede boyutlu olduğunu bir kez daha gözle görünür hale getirdi. Sınıfsal, ulusal, dinsel vd. tüm ayrışmaları alenileştirdi. Ezen ve ezilen sınıf arasındaki çelişki tüm katmanlarda en açık biçimiyle görünüyor. Sınıflı toplum gerçekliğinin yansıması olarak bu durum ırkçı, milliyetçi ve şoven yaklaşımların maddi zeminini oluşturuyor. Devlet, esas olarak ezen kesimi kollar ve korur. Üstün olma hali kriz anında ilk elden korunması gereken kesimi ifade eder. Bunun Türkiye için anlamı devletin Türk-İslam (Sünni merkezli) sentezi üzerine inşa edilmesidir. Bu tekçi zihniyet Türkiye ile sınırlı olmayıp Kovid-19 salgını nedeniyle hemen her ülkede görülmektedir. Başka bir ifadeyle virüs ırkçılığı ve şovenizmi artırmıştır.
Egemen sınıflar zenginliklerini, ezilenlerin sefaletine borçluu oldukları halde salgın gibi krizlerde, ezilenleri müsibet olarak gördüklerini açık eder. Sınıfsal, ulusal, dinsel vd. olarak üstün olma düşüncesi, üstün olmayanın her türlü haktan mahrum edilmesi fikrini bağrında taşır. Ve ilk fırsatta kayıtsız şekilde dışa vurulur. Kriz derinleştikçe bu giderek fiili saldırılara dönüşür.
Sarayda yaşayanla kulübede yaşayanın aynı düşünmediği gibi devlet sarayda yaşayan ile kulübede yaşayana aynı imkanları tanımaz. İngiltere Başkanı Boris Johnson için tüm imkanlar seferber edilip virüsten kurtarılırken İngiliz emekçiler her gün yüzer yüzer ölüyor. Dünyanın her yerinde yoksulların salgınla mücadele edecek ekonomik imkanları yokken, devlet esas gücünü “salgınla mücadele” adına sistemi kurtarmak için harcıyor. ABD, AB ve Japonya nisan ayı başlarında 7 trilyon dolarlık kurtarma paketi açıkladı. AKP hükümetinin açıkladığı kurtarma paketinde ise yoksul halka dair hiçbir ibare yoktu. Sistem kurtarılmaya çalışılırken nisan ortalarında dünyada vaka sayısı 2 milyona, hayatını kaybedenlerinin sayısı ise 150 bine yaklaştı. Bugüne kadar yaşanan tüm salgınlarda (veba, kolera, İspanyol gribi) esas olarak yoksul kesim etkilenmiştir. Tersine tüm imkanlara sahip egemen sınıflar neredeyse hiç etkilenmemiştir. Bu durum toplumsal yapının sınıflara ayrılmasının kaçınılmaz sonucudur. Kovid-19 salgınından en çok etkilenen yine yoksullardır. Kapitalizm, işçi sınıfı ve ezilenlere yaşam hakkı tanımaz. New York belediye başkanının ABD’de virüs nedeniyle ölenlerin büyük kısmının Siyahiler ve “Hispanikler” (Latin Amerika kökenliler) olduğunu açıklaması bu durumun açık ifadesidir. Türkiye’de vaka sayısının Etiler, Bebek gibi zengin semtlerde olmayıp Bağcılar ve Esenler gibi yoksul semtlerde olması sınıflı toplum gerçekliğinin bir yansımasıdır. “Ünlüler”, “starlar” vb.’lerinin virüse yakalanınca özel hastanelerde özel tedavi görmesi, yoksul halkın hastane koridorlarında yerde yatırılması vaka artışından değil yoksulların özel tedavi görecek parasının olmamasındandır. Bu durum İspanya ile sınırlı değildir. Hastalarla ilgilenilmediğini ancak özel hastaneye geçen hastaların virüsten kurtulduğunu -bizzat Ali Sirmen yaşadıklarını Cumhuriyet’teki köşesinde kaleme aldı.
Salgın daha tehditkâr bir boyut kazandıkça daha nice örneklerine tanık olacağımız bir diğer olgu ırkçı yaklaşımlardır. Irkçılık, üstün ırk düşüncesi olarak tarihsel gelişmenin belli bir aşamasında ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin şafağında ulus-devletleşmenin ideolojisi olarak ortaya çıkan milliyetçiliği takiben, kapitalizmin emperyalist aşamaya evrildiği dönemde uluslararası pazarı ele geçirmenin, işgal, katliam ve sömürgeleştirmenin ideolojisi olmuştur ırkçılık. Toplumun ırklara ayrılarak üstün olan ırkın, diğer ırkları köleleştirmesinin meşrulaştırılmasıdır.
ABD Başkanı Trump’ın “Çin virüsü” söylemi emperyalist rekabetle Çin’i hedef göstererek uluslararası alanda prestijini zedeleme olarak görünse de arka planda ırkçı bir saldırı söz konusudur. Beyaz ırkın (ABD) sarı ırka (Çin) karşı üstünlüğünün bir ifadesidir. Virüsün Çin’den yayılmasına atfen sarı ırkın virüslü ırk olduğu vurgulanmaktadır.
Bir diğer örnek; Fransız iki doktorun aşı ve ilaçların (virüs için) Afrikalılar üzerinde denenmesi yönündeki sözleri egemen sınıfın düşünüşünü özetlemektedir. Fransız doktorların ırkçı zihniyetinin arka planında beyaz ırkın üstünlüğünün ifadesi olarak siyah ırkın (Afrikalıların) üzerinde geçmişten beri yapılan deneyler vardır. 1768 yılında yaşanan salgında İngiltere, Jamaika’da köleler üzerinde çiçek aşısı deneyi yaptı. Çok sayıda Afrikalı köle bu deneyde katledildi. 1778’de ABD, Grenada’da köleler üzerinde deney yaptı. Antiller’deki Amerindian topluluğu yok edildi. Daha yakın tarihte, ABD 1932-72 arasında ABD’de yaşayan Afrikalılar (Afro Amerikalılar) üzerinde sifilis deneyi yaptı. Tüm bu deneyler beyaz ırkın sağlıklı yaşaması için siyah ırkın katledilmesinin örnekleridir. 21. yüzyıl vurgusuyla kapitalizmin modernliği-ileriliği anlatılırken Afrikalıların bugün ırkçı saldırılara maruz kalması bu modernliğin ne menem bir şey olduğunu göstermektedir. Çin’in ikinci dalga virüs yayılımını Afrikalılardan alacağına istinaden Afrikalıları zorla karantinaya alma girişimleri (Çin bunu reddetse de) ya da Çin’in kendine karşı karalama kampanyası yapılsa da Afrikalıları hedef göstermesi, akla ilk Afrikalıların gelmesi başlı başına ırkçı bir saldırıdır. Bu da sarı ırkın, siyah ırka üstün olduğu düşüncesinin dışavurumudur.
Roman halkı, hemen her ülkede toplumun en alt katmanında yer alıyor. Dışlanıyor, horlanıyor, ‘insan’ yerine konulmuyorlar. Yoksullar ve çoğu zaman aç yatıyorlar. Hiçbir sosyal güvenceleri yoktur. Bir lokma ekmek bulabilmek için her gün çalışmak zorundadırlar. Bu nedenle “evde kal” ya da “sokağa çıkma” çağrıları onlar için açlık anlamına geliyor. “Sokağa çıkma” uyarısına “çocuklarım aç, çalışmak zorundayım” diyen Roman kadının feryadı Roman halkının ağır yaşam koşullarının özetidir. Bu feryada karşı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İstanbul İl Müdür Yardımcısı N. Noğay’ın “geber” demesi devletin Roman halkı başta olmak üzere farklı topluluklara karşı ırkçı-şoven zihniyetinin ifadesidir. Bu zihniyete göre ezilen sınıfların sahip olduğu tek “hak” hakim olana itaat ve hizmettir! “Türksen öğün değilsen itaat et!” gibi tekçi sloganlarda olduğu gibi. Bundan dolayıdır ki salgın krizinde açım diye ekmek isteyen ezilen kesime “geber” denir.
Topluma hakim olan egemen düşünceye göre salgında ölmesi gerekenler ezen kesime mensup olanlar değildi. Ezilen sınıf ve kesimlerdir. Onlar virüslü, hummalı, cüzzamlı, “gereksiz toplum üyeleridir.” Tüm kötülükler onlardan gelir. Bu kapitalist sisteme aykırı değildir. Toplumu en ufak farklılıklarına göre ayıran bu köhne düzendir.
Ezilen sınıflar kendi tarihlerini yazmadıkları müddetçe, ezen sınıfın tarihinde paylarına düşen yoksulluk, açlık ve ölüm olacaktır. Ezen sınıf cephesinde bu bir doğa yasası gibidir. Öyle ki salgında ölenler için tanrının nüfus artışını dengelediği savunulmaktadır. Salgın nedeni ölümler ne tanrı ne Azrail ne de virüstendir. Koronavirüs krizi kapitalizmin krizidir; daha özelde kapitalizmin sağlık sisteminin krizidir. Kapitalizmde sağlık sistemi devletin elinde veya özelleştirilmiş olsa da o sistemin çürümüşlüğünün bir parçasıdır ve azami kâr amaçlıdır. Virüsün krize dönüşmesi de bundan kaynaklıdır. Sağlık sistemini kâr alanına tanrı ya da Azrail çevirmedi. İlla ki bir tanrı aranıyorsa o kapitalizmdir; gökyüzünde değil yeryüzündedir.
Roman kadının feryadının içinde saklı olan isyan halkın iliklerine kadar hissettiği ortak duygudur. Bu anlamıyla bireysel değil toplumsal bir öze sahiptir. Bu feryadın dipten gelen dalgaya dönüştürülmesi, salgın krizinin yarattığı yaşamsal sorunda, kitlelerin haklı taleplerini, sorunun merkezine taşımakla mümkün olur. Kitlelere gitmek yeniden ve daha fazla gitmek, o saklı olan öfkeyi açığa çıkarmak devrimcilerin omuzlarındadır. Demiri tava getiren demircinin ateşi harlaması misali kitlelerdeki ateşi harlayalım.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Mayıs 2020 tarihli 61. sayısından alınmıştır.