Marksizm diyalektiği, asıl olarak Hegel’den almıştır, ancak Marx’ın kendisi şöyle der: “Benim diyalektik yöntemim yalnızca Hegel’inkinden farklı değil, fakat onun tam tersidir” (Kapital’e İkinci Önsöz, International Publishers, New York, 1974, Cilt. 1, s. 19). Marx’ın ardından ilk olarak Engels (Ludwig Feuerbach ve Anti-Dühring’te), daha sonra da Lenin, Hegelci diyalektiğin ancak “ayakları üzerine geri getirildiğinde” kabul edilebilir olduğunu belirtmiştir.
Marksist bilgi teorisine göre; özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır. Eğer zorunluluk kavranmazsa ya da kavranmadığı ölçüde kördür. Zorunluluk- özgürlük ilişkisi, bilginin diyalektiği yoluyla aydınlanır. Özgürlük zorunluluğun kavranmasıdır biçimindeki Hegel yargısı, doğanın nesnel yasalarının tanınması ve zorunluluğun özgürlüğe dönüşümünü tanımak demektir. Engels Anti-Dühring’de şöyle diyor: “Özgürlük, doğa yasaları karşısında düşlenmiş bir bağımsızlıktan değil ama bu yasaların bilinmesinde ve bilme aracılığıyla bu yasaların belirli erekler için yöntemli bir biçimde kullanılması olanağındadır.” Engels’e göre; özgürlük tarihsel gelişmenin ürünüdür ve o kendimiz ve dış doğa üzerinde, doğal zorunlulukların bilgisi üzerine kurulu egemenliğe dayanır. Ve yine Engels’e göre; belirli bir sorun üzerinde bir insanın yazgısı ne denli özgürse, bu yazgının metnini belirleyen zorunluluk o denli büyüktür. Tam da burada Hegelci özgürlük-zorunluluk ilişkisi ile Marksist felsefenin özgürlük-zorunluluk ilişkisi arasındaki ayrım çizgisi ortaya çıkar. Marksist felsefe Engels’in açıkladığı gibi; özgürlüğü şeyler ve görüngüler, olaylar ve genel olarak doğa üzerindeki toplumsal pratik yoluyla kazanılan egemenlik olarak ele alır. Hegelci düşünce özgürlüğün “tinsel” bir etkinlikten doğduğunu hükmeder. Bir örnek verecek olursak; nasıl ki ilk ateş sürtünme yoluyla bulundu, bu buluş doğa ya da ateş üzerinde egemenlik verdi ve bu egemenlik insanlık için özgürleştirici bir etki sağladı ise aynı şekilde doğa ve toplumdaki sıçralamalarla kazanılan sonraki zaferler ve tüm devrimler de insanlığın zorunluluk dünyasından özgürlük dünyasına giden yolun kilometre taşları oldular. İnsan doğada değişiklikler meydana getirerek, doğayı amaçlarına yarar duruma getirir, ona egemen olurlar. Marksizm; bu doğayı, yasalarını ve onun işleyiş sürecinin yasalarını tanıma ve onları doğru bir biçimde uygulamayla olasıdır der. Bu da doğadaki iç zorunluluğun anlaşılması, yani kavranması ve özgürlüğe giden kapının açılmasıdır.
Sermaye tarafından karakteri belirlenen üretim araçları proletarya tarafından bu duruma son verildiği zaman artık üretim araçları toplumsal bir karakter kazanacaktır. Yani insanlar ekonomik ilişkilerin boyunduruğundan kurtularak toplumsal yaşamlarının efendisi haline geleceklerdir. Bu andan itibaren artık kendi tarihlerini kendileri yazacaklardır. Yani Engels’in sözleri ile insanlığın zorunluluk dünyasından özgürlük dünyasına sıçrayışı yaşanacaktır. Kapitalist sistemde üretim araçları ve ürünler, üreticilere karşı bir durum almışken, üretim araçlarının toplumun emrinde olduğu bir durumda (sosyalizm) ise tam anlamıyla özgürleşme yaşanacaktır.
Özgürlük nedir sorusuna şu cevapları verebiliriz. İnsan bilincinin dışında olan nesnel zorunlulukların yasalarını görmek, bilmek ve ona göre uygun davranmaktır. Zorunluluğu bilen, çözen ve buna uygun tercih yapan insan özgür insandır. Zorunluluğun bilincine varmak, bu zorunluluğu denetleyebilmek ve ondan yararlanabilmektedir özgürlük. Biz istesek de istemesek de zorunluluğa dayanan yasalar sürer. Önemli olan zorunluluğun yasalarını anlamak, bilmek, çözmek, ortaya çıkan bilgiden yararlanmaktadır. Özgürlük bunu yapabilmektir. Tekrar Engels’ten aktarırsak; “Özgürlük, doğa yasaları karşısında düşlenmiş bir bağımsızlıktan değil ama bu yasaların bilinmesinde ve bilme aracılığıyla bu yasaların belirli erekler için yöntemli bir biçimde kullanılması olanağındadır.”
Yani doğanın yasaları olduğu gibi insanın yaşadığı toplumsal biçimin de zorunlulukları, ekonomik yaşamları vardır. Toplumdaki özgürlük, bu ekonomik zorunlulukları bilmekle ve onlar üzerinde egemen olmakla mümkündür. Örneğin kapitalizmde artı değer yasası zorunluluktur. Kapitalizm bu zorunluluğun üzerinde kendini var eder. Bu zorunluluğun aşılmasıyla toplumsal özgürlüğe kapı aralanır. İnsanın iradesi dış dünyayı bilmekle özgürleşir. Dış dünyanın zorunluluklarını bilmek ve zorunluluğun üzerinde yükselerek tercih yapmak, hem bilgiye kavuşmak hem de özgür davranabilmektir.
Birincisindeki zorunlulukları anlayan, çözen insan, özgür iradeye sahip olan insandır. ‘Dış’ dünya yasalarını bilmemek, özgür olmamak, zorunluluğun kölesi olmak demektir. Sözgelimi yerçekimi yasasını, bu zorunluluğu bilmediğimiz sürece onun esiri idik. Ama şimdi zorunluluğu bildiğimiz için bu yasayı biliyoruz ve ondan faydalanıyoruz. Doğadaki herhangi bir zorunluluğun çözümü, zorunluluğa egemen olmak demektir. Yani doğanın efendisi olmak demektir.
Doğadaki zorunluluklar bilindikçe insanın doğa üzerindeki efendiliği artar. (Lenin- Materyalizm ve Ampiryo-Kritisizm) “Biz bu yasayı tanıdığımız anda, (Marks’ın binlerce kez yinelediği gibi) bizim irademizden ve bilincimizden bağımsız olarak işleyen bu yasa bizi doğanın efendisi kılar.” Doğa üzerindeki efendilikten, doğayı köle gibi kullanmayı anlamaz Marksizm. Doğanın yasalarını öğrenmeyi, bu yasaları insanlık için kullanmayı anlar. Ne var ki burjuvazi doğa üzerinde bilimin yarattığı efendilik yükseldikçe bilim sayesinde zorunluluklar çözüldükçe kar hırsından dolayı doğayı tahrip eder. Görüldüğü gibi felsefede sınıfsal taraflılık olgusu burada başka bir biçimde yine karşımıza çıkmaktadır. Doğanın kör güçlerinin gözlerini kendisi için açan insan kendi gözünü açar ama böylece kör güçleri ortadan kaldırmış olmaz. Yani doğadaki bir zorunluluğun çözümü onu ortadan kaldırmaz. Örnek olarak yerçekimi yasasının zorunluluğunu çözen, öğrenen insan bu yasayı öğrendi diye yerçekimi ortadan kalkmaz.
Marksist materyalizmin konusu, nesnesi biliminki ile aynı değildir. Amacı gerçekliğin yapısının keşfedilmesi değildir. Lenin’in söylediği gibi şu temel “epistemolojik soruya” cevap getirir: Madde mi zihin mi önce gelir? Varlık mı yoksa bilinç mi önce gelir? Bu sorunun cevabı – bilgi sorununu işleyen tüm klasik felsefe kuramlarında ortaya konduğu ve tartışıldığı gibi – Marksizm’e göre bilimsel pratiğin kendisinde yatmaktadır. Engels, Ludwig Feuerbach’ta (Marx ve Engels, Seçme Eserler), Hegel’e karşı materyalist bakış açısını açıklarken “gerçek dünyanın, fantastik bir biçimde değil kendi iç işleyişleri içerisinde kavranan olguların bilimsel analizinden başka bir şey olmadığını” söyler. Lenin de Engels’i tekrar ederek, “bilimlerin kendiliğinden materyalist olduğunu” bıkmadan tekrar etmiştir. (Materyalizm ve Ampiryo-Kritisizm)
(Devam edecek)