Hukuk, sınıflı toplumların bir ürünüdür ve ortaya çıkışı devletin ortaya çıkışıyla paralel ilerlemiştir. Hukuk, sınıflı toplumlarda sınıf mücadelesini silikleştiren, ezen ile ezilen arasındaki çelişkiyi perdeleyen bir görev üstlenmektedir. Egemen sınıfın, ezilen sınıfı tahakküm altına almada kullandığı bir araç olmuştur. Egemen sınıfın bir aracı olan hukuk, egemen sınıfın sömürüsünü koruma ve sürdürme aracı olarak kullanılagelmiştir.
Proletaryanın tarih sahnesine çıkışıyla beraber, burjuvazi “her insan özgürdür”, “her insan hukuk önünde eşittir” safsatalarına sarılmıştır. Marks ise bu safsatayı, “sınıflı toplumlarda insanlar özgür değildirler ama özgürlüklerini de tamamen yitirmiş değildirler ve özgürlüklerini mücadele ederek kazanacaklardır” der. Marks tıpkı diğer meselelerde olduğu gibi özgürlük sorununu da sınıf ilişkileri temelinde ele almıştır. Bu gerçeklik sınıflı toplumların ürünü olan hukuk için de geçerlidir ve hizmet ettiği sınıfa bağlı olarak da niteliğini belirlemektedir. Burjuva hukuk sisteminde işçi ile patron, köylü ile ağa, kadın ile erkek eşit değildir. Egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden hukuk, her alanda temsil ettiği sınıfın çıkarlarını korumakla yükümlüdür.
Egemenlerin hukukundan yıllardan bu yana, devrimcilerin payına, yargısız infazlar, hapis cezaları, işçi sınıfının payına, daha fazla sömürü, baskı, köylüye daha fazla yoksullaştırma, borçlandırma, öğrencilere geleceksizlik, eğitim hakkının gasp edilmesi düşmüştür. Bugün, hukukun kimin emrinde olduğunu çok net görüyoruz. AKP’li milletvekili Burhan Kuzu’nun ricasıyla serbest bırakılan uyuşturucu baronu Zindaşti davası, attığı tivitler nedeniyle gözaltına alınan önce serbest bırakılan sonra tekrar tutuklanan Taylan Kulaçoğlu’nda, serbest bırakılan ardından mahkeme heyeti değiştirilip tekrar tutuklama kararı çıkartılan ÇHD’li avukatlar davasında, yerlerine kayyum atanıp “derneğe gitmek, basın açıklamasına katılmak” gibi suçlamalarla tutuklanan HDP’li belediye başkanlarının davasında vb. görüyoruz ve buna benzer örnekleri çoğaltmakta mümkündür. Devletin gerçekleştirdiği yargısız infaz dosyaları “zaman aşımı” gerekçesiyle kapatılmış, gerçekleştirilen bir dizi katliamın failleri korunmuş, halka karşı işlenen suçlar, devletin talimatıyla kapatılmıştır. Devletin gerçekleştirdiği kitlesel katliamlar, halkın hak arama, “adalet” mücadelesinin bir aracı haline gelmiştir.
Ülke gündemi her gün yeni yeni “hukuksuzluklarla” meşgul olurken egemenlerin dilinden “hukuk devleti” söylemi de eksik olmuyor. Tüm ezilenlere, işçi sınıfına, azınlık ulus ve milliyetlere dönük saldırılar üzerine inşa edilen “hukuk” aslında bizler için bir şey ifade etmiyor. Egemenlerin böbürlenerek savunduğu hukuk devletinde, gizli tanık ifadeleriyle yüzlerce yıla varan cezalar veriliyor, beğenilmeyen kararlarda mahkeme heyetleri değiştiriliyor, ısmarlama tahliyeler, tutuklamalar artık alışılmış hale gelmektedir. Halkın adalet salonlarına duyduğu güvensizlik yaşanan örneklerin, açığa çıkan sonuçların sonucudur.
Mevcut güvensizlik devletin adaletini sokakta uygulayan polisin halka dönük artan şiddeti ile öfkeye dönüşmektedir. Her gün yeni bir polis, bekçi terörünün yaşandığı ülkemizde halka uygulanan şiddet ve açığa çıkan saldırganlık devletin mevcut kriz durumunda sokaklarda adaleti nasıl sağlayacağının da göstergesidir. Devlet desteği ve koruması altında olan kolluk kuvvetlerinin tümü halkı boğazlamaya çalışmakta, terör estirmektedir. Pandemi sürecinde çalışmak zorunda bırakılan moto kuryeyi döverek “ben kanunum” diye bağıran polis, Çorlu’da bahçesine çıktıkları gerekçesiyle polisler tarafından linç edilen aile, Nusaybin’de zırhlı araçla kovalanıp havaya ateş açılarak gözaltına alınan 9-10 yaşındaki çocuklar, Batman’da, Diyarbakır’da ters kelepçeyle, döverek gözaltına alan, Adana’da göçmen Ali Hemdan’ı vuran polisler, bu ülkenin hukukunun da adaletinin de vücut bulmuş halidir.
“Burjuvazinin kanun kitabında bir sayfa yazılı öteki sayfa boştur. Yazılı yasalara uymak halk için zorunluluktur. Sermaye sahipleri, burjuvalar ise bu yazılı yasalara uymak zorunda olmadıkları gibi, boş sayfalar onların ihtiyacına uygun olarak yeni yasaları yazmak içindir”(Karl Marks)
Mahkeme duvarlarında kalın puntolarla “Adalet Mülkün Temelidir” yazılıdır. Bu hukuk düzeninde de cezalandırılanlar hep bu “mülke” karşı çıkanlar olmuşlardır. Kapitalist sistemde hukuk ve mahkemeler bu “mülkiyeti”, bir avuç azınlığın çıkarını ve onların devletini korur. Egemenler yeri geldiğinde kendi hukuklarını bile tanımamaktadırlar. Bizim gibi faşizmle yönetilen ülkelerde “hukuk” göstermelik olsa bile yoktur. Bir gece yarısı kanunlar değiştirilir, deliller üretilir, iddianameler hazırlanabilir. Hukukun rolü budur, helvadan put yapıp ona tapıp, karnı acıkınca da yiyen putperestlere benzetebiliriz egemenleri.
Gerçek adalete özel mülkiyeti ortadan kaldırdığımızda ulaşabiliriz. Adaleti, hukuku özel mülkiyetin değil insanlığın özgür ve eşit yaşama ulaşmasının bir aracı kıldığımızda, bir avuç azınlığın elinden aldığımızda gerçek işlevine kavuşacaktır. Bu ise demokratik halk devrimi ve sosyalizm mücadelesi mümkündür.