“Örgütlü Mücadele, İçinde Bulunduğumuz Rejimin, Siyasetin ve İdeolojinin Uzlaşmaz Çelişkisidir”

1995 yılından bu yana “toplum için sanat, insanlık için bilim, özgürlük için politika” şiarıyla kültür-sanat alanında faaliyet yürüten Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) ile güncel sürece, devrimci sanatın bugünkü rolüne ve devrimci sanata yönelik saldırılara dair bir söyleşi gerçekleştirdik.

Yeni Demokrasi: İçinden geçtiğimiz süreçte, devrimci ve muhalif sanata, sanatçılara yönelik saldırılar yaşanıyor, faşizmin bu saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu dönemde devrimci sanat üretilebiliyor mu, devrimci sanatı üretmenin koşulları nelerdir, yaşanan saldırılar üretimi etkiliyor mu?

BEKSAV: Bugün yaşanan saldırılara bakıldığında faşizmin yeniden kurumsallaşma sürecinde AKP-saray iktidarı kendi siyasal formuna sahip kitleler yaratma ve bu kitlelerin kendi ideolojik hegemonyası ekseninde yetiştirilmesini hedefliyor. Bu ekseni engelleyen ya da karşısında hem siyasal hem de ideolojik karşı duruşları ise elinde hukuk sopasıyla ya kapatıyor yahut Kürdistan’da kayyumlar aracılığıyla tasfiye ediyor ya da klasik anlamda kamusal alanı ve olanaklarını kullanmasına izin vermiyor. Son üç yılda yaşanan şey işin özeti konumundadır. İktidarın amacı çok yalın aslında, bu bağlamdan bakınca ideolojik hegemonyasını tüm topluma hakim kılmak. Buna uygun şekilde sanatın taraflaşmasını da aynı amaç ekseninde biçimlendiriyor.Kendi çizgisindeki medya aracılığıyla ya da belediyeler eliyle bir kısım sanatçılara açık bir mesaj veriyor; “Ya bizden olacaksın ya da ötekilerden,onlardan; terör örgütleriyle iltisaklı ya da irtibatlı olacaksın.” Birincisi son dönem çok tartışılan bir kısım isimler üzerinden somutlanan örneklerde yaşıyoruz aslında.Yavuz Bingöl ismiyle cisimleşen tırnak içinde eskinin mücadeleci, isim yapmış ya da belirli bir eğilime sahip olduğu düşünülen sanat yapıcılarına hakim iktidarın siyasal ve ideolojik yapılanma ve hareketini olumlayan açıklamalar yaptırma, uçağa bindirip savaş politikalarını destekleyen hareketler yaptırmaya kadar bu süreci somutlayabiliriz. Oradan da en geniş bir biçimde halkı etkileyen ve ona; “bakın biziz biz güçlüyüz ve de tek tipçiyiz” ideolojisinin aurasına alan bir yaklaşımın güçlü bir şekilde örülmesi var. İşte buna uymayan, direnen ve de başka bir dünya, yeni insan yaratma mücadelesi veren sanatçıları, aydınları ise hukuk eliyle gözaltı, tutuklama, ceza verme ile yıldırmaya çalışan; iş bulamayan, ürettiklerini halka ulaştıracak araç ve biçimleri kullanmasına izin vermeyerek zorluğa, açlığa zorlayan ve hatta ülkeden kaçırtmaya çalışan bir saldırı konsepti uyguluyor. Kürdistan’daki kültür merkezlerinin kayyumlar eliyle kapatılması, Ayışığı Sanat Merkezi’nin OHAL KHK’si eliyle kapatılması, Grup Yorum üyelerinin Avrupa’ya gitmek zorunda kalması, Kürtçe oyunların yasaklanması ya da sergilenecek sahne-salonların bulunamaması gibi daha uzatabileceğimiz bütün bu uygulamalar bahsi geçen konseptin davranış ve uygulamalarıdır. Bu çok açık ki bir ideolojik savaşın tezahürüdür, uygulamalarıdır.Bu ideolojik savaşın karşı cephesinde ise kuşkusuz bizler varız. Çok açık bir biçimde faşizmin ve burjuva düzenin tek tipçi dayatmalarına, savaş politikalarına, sömürüsüne, yasakçılığına karşı mücadele örgütleyen ya da mücadele edenlerin ideolojik savaşçıları, yaratıcıları ve taşıyıcıları olan bizler varız. Bu kadar zora ve engellemeye, yasağa karşın istenen düzeyde olmasa da bir devrimci sanat üretiminden bahsetmek mümkün. Bunun ipuçlarını bu üç yıllık süreçte ve daha önce farklı zamanlarda farklı ülke deneyimlerine bakarak öğrenebiliriz. Eğer salonlar yasaklanıyorsa sokakları sahneye, salona çevirmeliyiz. BEKSAV olarak Sokak Tiyatro Festivali’nde bunu gözlemleme şansımız olmuştu. Sahne bulması engellenen hatta prova alacak yeri dahi olmayan topluluk ve kültür merkezleri ile yaptığımız bu festivalde büyükşehirlerin emekçi ve yoksul semtlerinde sokak sahneleri kurmuştuk. Bu aslında devrimci sanatın gelişme çizgisi açısından bir ipucu veriyor, hem yaratıcılığı kamçılayan hem de birlikte mücadele etmenin kaçınılmazlığını ortaya koyan bir süreç olmasından dolayı. Aynı şekilde konserleri yasaklanan ya da salon bulsa bile devletin engellemeleriyle karşılaşan birçok müzik grubunun internet üzerinden konser yapması devrimci sanatın üretim koşullarının bu somut zeminde ne olması gerektiğinin başka bir zeminini örüyor. Aynı şekilde güçlerimizi birleştirerek ve birbirimizden öğrendiğimiz anlar olan tiyatro buluşmaları (Yenikapı Tiyatro Topluluğu’nun birçok kentteki buluşmaları), mahalle festivalleri de aslında dönemin devrimci sanatı açısından deniz fenerleridir. Birbirimizden öğrenen ve aynı zamanda birbirimize daha fazla destek olacak sanat ve sanatçının birleşik araçlarını üreterek kolektif üretim ve paylaşımlar, üretim noktaları inşa edebiliriz, etmeliyiz. Eğer bu türden örnekleri çoğaltamazsak, birbirimizi çoğaltamazsak ve birleşik platformları inşa edemezsek yalnızlaşan, bohemleşen, karamsarlık ve umutsuzluğa düşen bir sanatçı ya da aydın toplamından örgütlü bir üretim ve yaratıcılık bekleyemeyiz. Dönem parolasının daha fazla mücadele, daha fazla direniş ve daha fazla birleşme olduğunu unutmamak gerekiyor.

Yeni Demokrasi: Egemenlerin son dönem saldırılarının esas hedefinin örgütlü kültür-sanat mücadelesine olduğunu söyleyebilir miyiz? Örgütlü olmanın yadsındığı, bireyci sanat anlayışının kutsandığı bir dönemde neden örgütlü sanatta ısrarcı olmak gerekiyor?

BEKSAV: Örgütlü mücadelenin hedef alınması kadar doğal bir şey yok. Çünkü eğer örgütlü bir toplamın içinde değilseniz besleneceğiniz, geriye dönüp bakabileceğiniz, birlikte gelişip değişeceğiniz bir zemininiz yok demektir. Eğer örgütlü değilseniz rüzgarda kalmış bir kavak gibi rüzgarın yönüne göre eğilirsiniz. Biçimlenmeniz de dönemin siyasal ve ideolojik rüzgarıyla olur. Bugün içinden geçtiğimiz sürecin ağırlığı ve zorluğu içinde örgütlü değilseniz hızla yalnızlaşmanız, tek tipçi faşizmin ideolojik saldırısına teslim olmanız, bohemleşmeniz, umutsuzluk ve karamsarlığa düşerek halka güvensizlik üretmeniz çok hızlı gelişir. Bunlardan birisine düştüğünüzde çürümenin ve de yok oluşun da hızına şaşırırsınız. Çünkü içine girdiğiniz faşizm çemberi bir sadece çamur değildir, bir asit kuyusudur, boya kazanıdır. Sizi faşizmin sıçrama noktalarında taraf olmaya, beyanlar vermeye zorlar; taraflaştırır, yancılıktan taşıyıcılığa, ayakçılığa, taşeronlaştırmaya sürükler. Aksini yapmanız durumunda tek başınaysanız sizi unutturur, hukuk eliyle sıkıştırır, açlıkla terbiye eder, hiçbir sette, sahnede ya da organizasyonda yer bulamazsınız. İşte bütün bunların, bütün yaratıcılığıyla karşısındaki gücü ise örgütlü güçtür. Biz olmayı hissettiren asla yalnız yürümeyeceğini her seferinde sana yaşatan, taraf olmanın emekçi ve ezilenlerin yanında yer almak olduğunu korkusuzca haykıran seslere ses olan, faşizme karşı sanatıyla, sözüyle, kalemiyle dövüşen, umudu ve geleceği başka bir ülke, bölge ve dünya mümkün paradigmasıyla yoğuran bir yaşam, bir günlük rutin, bir düşünce, bir türküdür örgütlü yaşam. İşte bu nedenle örgütlü olamayan sanat ya da sanatçı bireycilik hastalığına, umutsuzluğuna, çamuruna düşmek istemiyorsa daha fazla örgütlülüğü ve mücadelesini vermelidir. Şunu çok açık söylemek ve somutlamak gerekiyor; örgütlü  mücadele içinde bulunduğumuz rejimin, siyasetin ve ideolojinin uzlaşmaz çelişkisi, baş düşmanıdır. Çünkü örgütlü mücadele faşizme karşı demokrasi ve özgürlük istemektir, kapitalizme karşı sosyalizmi savunmak ve onun mücadelesinde yer almaktır, burjuva kültürüyle kirlenmiş insana karşı yeni insanı yaratma mücadelesidir, ezilenlerin yani Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, LGBTİ’lerin eşitlik, özgürlük kavgasıdır. Bu nedenle egemenler örgütlü mücadeleyi her daim ezmeye ve yok etmeye, bunu yapamadığında sınırlandırmaya, kendi içinde gettolaştırmaya, onu da yapamadığında bireyciliği yücelterek örgütlü mücadeleyi erozyona maruz bırakmaya, akamete uğratmaya, güçsüzleştirmeye çalışmaktadır. İşte tam da bu nedenlerle daha fazla örgütlü mücadeleye sarılmak, onu büyütmek, birleşik mücadeleyi güçlendirmek demek ideolojik hegemonya savaşında emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesini, ideolojisini büyütmek demektir.

Yeni Demokrasi: Sanatın geniş kitleleri politize etmedeki rolü nedir? Bu rol bugün yerine getirebiliyor mu?

BEKSAV: Charlie Chaplin’in büyük diktatör filmi Hitler faşizminin ne olduğunu o kadar somut ortaya koymuş ve eleştirmiştir ki dünya halklarının faşizmin absürtlüğünü tanımasında milyonlarca konuşmadan daha net anlamasını sağlamıştır. Ya da Yaşar Kemal’in Kürt sorununda barış üzerine yaptığı küçük bir konuşma Kürt sorunun barışçı çözümü ya da Sezen Aksu’nun Güldünya’nın hikayesini bir şarkısında dikkate çekerek kadın özgürlük mücadelesindeki farkındalığı nasıl etkili bir şekilde politize ettiğine örnekler sanatın ya da aydının halkı politikleştirmesindeki rolünün küçük birkaç örneğidir. Bugün için faşizmin örgütlü sanatı ya da kültür merkezlerini yok etmeye çalışması ya da kendi kültür sanat merkezleriyle bunu sakatlamaya çalışması, geniş emekçi ve ezilenlerin politikleşmesinin, örgütlü mücadeleye katılmasının önüne geçmek ve onların faşist politikalara teslim olması hatta faşist ideolojik tezahürlerle davranmasını koşullamaya çalışma amacıdır. Peki, biz bunun karşısında bu rolü ne kadar yerine getiriyoruz? Faşizmin ideolojik hegemonyası karşısında kendi ideolojik hegemonyamızı inşaa ettiğimiz alanlardaki üretimimiz nedir? Örgütlü mücadele yürüten bizler ne kadar bizleşiyor ve birleşiyoruz? Bütün bu soruları çoğaltmak mümkün ama cevabın maalesef istediğimiz düzeyde olmadığını belirtmek gerekir. Sokakları daha fazla nasıl özgürleştiririz, faşizm koşullarında örgütlü sanatı daha fazla nasıl büyütürüz, faşist iktidar ve onun ideolojik silahşörlerinin ezberlerini nasıl bozarız, örgütlü mücadele yürütenleri birleşik platformlarda hangi gündem ve konu başlıklarıyla daha fazla yan yana getirebiliriz meseleleri tartışmamız gereken önümüzdeki sorular olarak ele almalıyız. Bunlara asgari cevaplar ürettiğimizde sanatın geniş halk kesimlerini daha fazla politize etme kabiliyet ve sorumluluğumuz da yerine getirilmiş olacaktır.

Yeni Demokrasi: Son olarak; BEKSAV baskının ve ablukanın yoğun olacağını öngördüğümüz önümüzdeki süreçte ne tür çalışmaları hedefliyor?

BEKSAV: Biz BEKSAV olarak birçok şekilde yukarıda sayılanların deneyimini yaşadık aslında. Son üç yıldır başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere sokak tiyatro festivalleri yapıyoruz. Salonları,  sahneleri, oyunları özgürleştirmeye çalışıyoruz. Sansür, yasaklar, burjuva tüketim kültürüne karşı belki bir yanıyla avangart biçimleri de kullanarak çeşitli yollar ve araçlar denemeye, deneyimlemeye çalışıyoruz. Bu tür çalışmaları büyütmeye çalışacağız. Aynı şekilde başta HDK olmak üzere özgür sanat girişimi gibi birçok birleşik sanat cephe ve platformun içinde yer alıyoruz. Buralarda belki aynı yöntemlere sahip olmadığımız hatta aynı örgütlü hedefe sahip olmasalar da birçok kesimle yan yana geliyoruz. Bu tür oluşum ve hareketleri geliştirmeye çağırıyoruz, ortaya çıkan bu tür platformların içinde yer alarak katkı sunmaya çalışıyoruz. Yüksek maliyetleri ortadan kaldırmak için internet üzerinden müzik üretimlerini emekçi ve ezilenlere ulaştırmaya çalışıyoruz. Kurumumuzu herkese açmaya çaba gösteriyoruz ki mekanın işlev kazanmasına çalışıyoruz. Aynı zamanda nasıl bir dünya istiyoruz, yeni insan yaratma mücadelesinde tartışmalarımızı en geniş emekçi ve ezilenlere ulaştırmak için en son Şeyh Bedreddin ve Ekim Devrimi sempozyumları, birçok konuda paneller yaptık, yapıyoruz. Bundan sonra da bunları geliştirerek ve de birleştirerek devam etmek istiyoruz. Çünkü aynı zamanda bilgi üzerindeki burjuva-faşist hegemonyayı da durdurmak, karşısına çıkmak  istiyoruz.

Yeni Demokrasi: Bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.