Örgütlü hareket etmek politikalarımızın hayata geçmesi, ihtiyaçlarımızın karşılanması, amaçlarımızın gerçekleşmesi için zorunlu bir davranıştır. Örgüt bilinciyle hareket etmek birlik ruhunu güçlendirdiği kadar bireyin kendine güvenini ve sağlam bir temelde ilerlemesini de sağlar. Örgütle bireyi karşı karşıya getiren fazlasıyla burjuva fikir vardır. Bunlarla her zaman, her yerde karşılaşmak mümkündür. Gene de en sık veya en etkili olanı kendi bilincimizde karşılaştığımız türde olanlarıdır. Bilincimizde “bireyciliğin” kapladığı alanı küçümsememeliyiz. Bunun toplumsal üretimdeki yerimizle, aldığımız eğitimle, bize öğretilen geleneksel kalıplarla vs. ilgisi vardır. Mevcut toplumun dışında büyümemişsek bilincimizin toplum tarafından, bu toplumu şekillendiren ve her düzeyde yeniden üretilen koşullar tarafından belirlendiğini de kabul etmeliyiz. Bunun olumsuz bir şey olduğunu da iddia edemeyiz elbette. Aksine insan toplumsal bir varlık olduğu derecede kendini korumuş ve geliştirebilmiştir. Gelişmenin, hatta devrimlerin dinamiği toplum olmakla ilgilidir. Yoksa insan doğa ile asla baş edemezdi!
1 Mayıs’a yoğunlaştığımız şu günlerde örgütlü davranmanın ve aynı zamanda örgütlenmenin biçimlerini gerçekleştiriyoruz. Türkiye’de, özellikle de İstanbul’da 1 Mayıs kıyasıya bir siyasi mücadeleye konu olmaktadır. Taksim Meydanı’nın tarihsel ve sınıfsal anlamda işçi ve emekçilerin buluşma noktası olması egemenlerin, iktidar aygıtını elinde bulunduranların neredeyse başından beri hoşnut olmadığı bir olaydır. Bunun nedeni hakkında çokça değerlendirme yapmaya ihtiyaç olmamalı. Sadece şunu belirlemek yeterli: Taksim işçi ve emekçiler için en uygun buluşma noktasıdır ve egemenler için de bu buluşmalar iyi değildir! İki karşıt gücün zıt yaklaşımlarla odakta tuttukları Taksim’de kazanmak “büyük bir zafer” ya da “büyük bir ödün”dür. Bu, daha derin ve stratejik değerlendirmelere rağmen bir gerçekliktir.
Bu gerçekliği temel bir kıstasa dönüştürmeden; egemenlerle ezilenlerin kavgasında bir denge, insanî değerler ve hak-hukukta özerk alanlar olmadığını bilerek Taksim’in işçi ve emekçi buluşmasındaki önemini savunuyoruz. Örneğin bugün farklı nedenlerle Taksim’de miting koşulu oluşmuşsa buraya yoğunlaşmak doğal, kaçınılmaz ve doğru yaklaşım olacaktır. Bunun koşulu olmadığında ise bu koşulu yaratmak üzere “kitle çalışmasına” yoğunlaşmak da aynı derecede doğal, kaçınılmaz ve doğru yaklaşım olacaktı.
Mümkün bir işçi ve emekçi buluşmasının yerine başka biçimleri koymak kitlelere güvensizliğin bir biçimidir. Kitlelerle kurduğumuz ve kuracağımız ilişkilerde onları en ileri olana, sınıf kavgasına bağlı bir mücadele hattına yönlendirmek görevinin biçimleri çok çeşitli olabilir; ama bu çeşitlilikte değişmeyen bir öz de olmalıdır: Toplumsal mücadelelerde her şey ancak kitlelerle kazanılabilir ve kazanılmalıdır! Kitlelerle kurulu ilişkide bu öz ihmal edilemez derecede belirleyicidir.
Taksim’de miting gerçekleştirmek Türkiye’de örgütlü işçi ve emekçi hareketinin özel ama gasbedilmiş bir hakkıdır. 1 Mayıs’ın bir dayanışma, birlik ve mücadele günü olmasıyla örgütlü işçi ve emekçi hareketinin bir hakkının gasbedilmiş olması arasında birbirini destekleyen, belirleyen ve sonuçta yönlendiren bir ilişki var. Bu hakkın savunulması ve yeniden alınması örgütlü işçi ve emekçi hareketin birliğine ve mücadelesine bağlıdır. Taksim’de buluşmak hareketin bütününden bunu talep ediyor. Bunu dile getirmek, bunu bir bilince dönüştürmek ve örgütlemek görevi daha başta örgütlü davranmamızı gerektiriyor.
Örgütlü birçok gücün bu yöndeki tartışmaları, değerlendirmeleri ve pratiğe dökülen politikaları söz konusu gerekliliğin gerçekleşmesidir. Bu sürece katılımımız esas olarak olumlu bir seyir izlemektedir. Daha yoğun bir katılım kendimizin toparlanması, örgütlü hareket düzeyimizin artmasıyla bağlantılıdır. Eylem birliğindeki zayıflığımız ortak hareket etme anlayışımızdaki geriliklerden çok, yeterince örgütlü olmayışımızla ilgili. Tartışmalar, değerlendirmeler ve belirlenen politikalar bizim için hiç şüphesiz değerlidir. Bu alanı küçümsemeden, içindeki yerimizin önemini ihmal etmeden ve doğru politikanın olabildiğince yaygınlaşması amacına tamamen sadık kalarak eylemde birlik konusunda kararlı ve ısrarcı olmayı başarmamız gerekiyor. Dayanışmanın ve ortak hareket etmenin olanakları ve gerekleri büyürken; Orta Doğu’daki kapsamlı ve derin gerginlik, savaş kışkırtıcılığı, sınır dışı operasyon yoğunluğu devam ederken, ülke içinde egemen klikler arasındaki dalaşın belirleyici havası dağılmaya yüz tutmuşken bu kararlılık ve ısrar çok daha değerli bir noktaya ilerlemektedir. Bu anlayışı diri tutmak özellikle bu nedenle önemlidir.
1 Mayıs için örgütlendiğimizde ilk görevlerden bir diğeri örgütlülüğün harekete geçirilmesi olmaktadır. Bu görev hem politikaların, görevlerin belirlenmesini içerir hem de bu görevleri uygun öznelere yüklemeyi.
1 Mayıs için harekete geçmek her devrimcinin olağan, günü geldiğinde adım atarak yüklendiği bir görevdir. Diyebiliriz ki 1 Mayıslarda bir araya gelmek, kalabalıklaşmak, yapılacakları belirlemek ve görev almak üzere tartışmak, planlara katılmak neredeyse çağrı bile gerektirmeyen bir kanıksanmış iştir. Elbette bu “çağrısızlığı” meşrulaştırmak anlamına gelmemesi, her iş bir öncülük, dolayısıyla çağrı içerir. Sadece şunu diyoruz: Çağrı olmadığında da çağrı varmış gibi harekete geçtiğimiz eylem zamanlarından biridir 1 Mayıslar… Eğer böyle bir şey söz konusu değilse, bir durağanlık, bir bekleme hali varsa ya da bu görevlerden uzak duruluyorsa örgütsüzlüğü konu etmek gerekir. Örgütlü davranmak dediğimiz olgu örgüte, örgüt anlayışına, örgüt açıklamalarına, örgüt politikalara ilgi göstermek, bunları tartışmak vb. değildir. Örgütlü davranmak tam da sözü edilen anlayışı, açıklamayı, politikayı belirlemek ve uygulamaktır. Hele ki 1 Mayıs gibi bir işçi ve emekçi buluşmasından söz ediyorsak bu çok daha geniş bir örgütlü davranışı gerektirir. Neredeyse “sol toplumsal bakış açısından” gelen bir sorumluluk göstermektir burada örgütlü davranış. 1 Mayıs için bir arada olmak, işçi ve emekçilerin talepleri için kaldırılan mücadele bayrağına el vermek, daha yakın zamanda göz göre göre İliç’te ölüme sürüklenen, Gayrettepe’de yanan işçilerin hesabını sormak için kitlesel katılımlı bir emekçi buluşması örgütlemek sorumluluğunu göstermek özel bir çağrıyı hiç kuşkusuz gerektirmez. Buna rağmen bir sorumsuzluk varsa, çekinme, içe kapanma hali söz konusuyla örgütsüzlük galebe çalmış demektir. Bu durumun sorgulanması bize yüzümüzü baktığımız yerlerden başka yerlere dönmemiz gerektiğini düşündürtmeli. Elbette bağlarımızın olduğu hemen hiçbir kesimle bağlarımızı kesmekten, koparmakta bahsetmiyoruz. Yoğunlaşma noktalarımızın değişmesinden bahsediyoruz. Çünkü değindiğimiz örgütsüzlük halihazırda bir tercihtir. Bilinmezliğin, arayışın, “çağrısız kalmanın” bir sonucu değildir.
İçinden geçtiğimiz sürecin kitleleri bir arayışa sürüklediğini gördüğümüzde, büyük değişimlerin öncülerine ilginin arttığını belirlediğimizde yüzümüzü çevirmemiz gereken bambaşka yerler olduğunu da keşfetmeye başlamışız demektir.
Örgütlü davranmak her zaman beraberinde örgütlenmeyi getirir. Çünkü bir davranış biçimi olarak örgütlü hareket etmek en yakındakini bir görev, bir sorumluluk yükler. Örgütlü davranmak başkasıyla birlikte hareket etmek anlamına gelir. Bu belirli bir işi yapmakla sınırlı bir davranış da değildir. Burada konu ettiğimiz gibi 1 Mayıs’ta birlik-dayanışma-mücadele anlayışını yaymak gibi geniş bir kesimi kendine çağıran, her ilerlemede kapsamı genişleyen bir iştir. Örgütlü davranmak bu nedenle örgütlenmeyi getirir.
Sonuçta şunu özellikle görmeli ve yaymalıyız: Örgütlenmek için örgütlü davranmak, toplumsal sorumluluk göstermek, işçi ve emekçilerin çıkarları için çalışmak gerekir. Birey olarak her birimizin de genel olarak emekçi kesimin de gereksindiği, hatta muhtaç olduğu şey budur…