Kısa ve dağınık bir şehir faaliyetinde eline bir kâğıdın tutuşturulmasıyla beraber başladı gerilla yaşamın. Kâğıtta askerlik çağının geldiği ve TC’ye gönüllü (!) askerlik yapman için davet (!) belgesi vardı. Bir yol ayrımındaydın. Ama bu yol ayrımındaki eşiği atlaman pek de zor olmamıştı. Kararın kesindi; TC’nin askeri olmak için kışlaya değil Halk Ordusunun bir neferi olmak için dağlara dönmüştün yüzünü.
Aliboğazı’nda hevallerle ortak bir faaliyet dönüşü patikada günün yorgunluğuyla yürürken Bozan patikasının Tağar’la kesiştiği noktada henüz sivil elbisen ve uzun saçınla seni gördüğümüzde elinde kleşin ve yanında Orhan yoldaş olmasa sivil birilerinin vadiye girmiş olduğunu düşünecektik. Gerillaya yeni bir yoldaşın geleceği bilgisiyle senin olduğuna kanaat getirerek vardığımızda yanına, çekingenlikten kaynaklı biraz mesafeli davranmıştın. İlk izlenim önemlidir gerillada. Mesafenin yaratmış olduğu hava, acaba sorularını sordursa da sonrasında gerilla kurallarına aykırı olsa da bir türlü engelleyemediğimiz yüksek sesli kahkahalarınla her ortamın neşe kaynaklarından olmayı başarmıştın.
Henüz yeni sayılabilecek bir devrimci yaşamınla gerillaya geldiğinde ortamı izlemeye, anlamaya çalışıyordun. Ama küçük burjuva yaşam alışkanlıklarının da izlerini çok derinden yaşıyordun. Bu senin için sancılı bir değişim sürecinin işaretleriydi ama “buz kırılmış, yol açılmıştı” bir kere. Gerek gerilla yaşamının, gerekse de kendi içinde yaşadığın çelişkilerin hiç biri seni adım attığın dağlardan koparmaya yetmeyecekti. Çünkü geçmişin köhnemiş, kokuşmuş, insanı insanlıktan çıkaran yaşam tarzını bilen biri olarak devrimciliğin, insanı insan yapan mücadelesinin havasını dağlardan solumuştun bir kere. Geriye tek bir şey kalıyordu. Bu değişim/gelişim sürecinde örgüte sıkı sıkıya sarılmak ve örgütle beraber zorlukların altından kalkma cüretini gösterebilmek. Sen bu cüreti en zor anlarda bile göstermesini bildin.
Şehirde özenerek uzattığın saçlarını savaş ortamının disiplin kuralları gereği kesmek zorunda kalmamızı önceki bazı örneklere göre direnç göstermeden kabul etmen, değişim isteğinin ve çabasının ilk işaretiydi aslında. Yaşamda bazı küçük ayrıntılar önemli işaretler barındırır gerilla yaşamında. Bunun en başında özgürlük kavramı gelir. Savaş alanının gerektirdiği katı kurallar, bireysel özgürlüğü sınırladığı durumlar yaratmaktadır. Saç meselesi de bunlardan bir tanesidir. Burada yapılan; özgürlüğün sınırlanması değil, politik askeri bir devrimci olmanın aidiyet duygusu yaratılması için bir düzen yaratılmasıdır. Bazen küçük bir ayrıntı bile bireyin bu aidiyet duygusunu gönüllü ya da disiplin gereği de olsa kabul etmesiyle bir eşiği atlaması anlamına gelir. Ki aksi durumda gerilla yaşamının kural ve ilkeleri yaşamı yaşanmaz hale getirir. Burada tutunulan nokta örgüt olmaktadır aslında. Ve seni de yaşamın boyunca ayakta tutan, düştüğünde ayağa yeniden doğrulmana yardımcı olan en önemli özelliğin bu aidiyet duygusunu kabullenmen ve örgüte sarılman oldu. Sonrası; elbette insan yaşamı kendi içerisinde tek düze bir seyir izlemez. Bir sistemden çıkıp yeni bir sistemin bireyleri olma yolunda kendi iç dünyamızda çelişkilerle dolu büyük bir mücadele içerisinde buluruz kendimizi. Ve bu mücadele sonsuzdur. Ta ki sınıflı toplumların ortadan kalkmasıyla kendi iç dünyamızda yaşadığımız çelişkinin niteliği de farklılaşır. O zamana kadar devrimci yanımızı güçlendirmenin temel yanı iddia, inanç, irade ve tabi ki örgütle beraber yürüme…
Her yeni adımda karşına zorlu koşullar, geçmişin alışkanlıkları önüne engel olarak çıksa da sen bunların üstesinden örgütle beraber gelme cüretini gösterdin. Seninle gerilla yaşamının önemli bir bölümünde ortak faaliyet alanında beraberdik. Bende yarattığın en büyük etki bu oldu. Politik olarak kendini fazla geliştiremediğinden bahsetsen de ve bu bir eleştiri olarak sürekli karşına çıksa da seni sen yapan en önemli özelliklerden bir tanesi; koşullara teslim olmayan ve değiştirmeye olan inancın oldu. Öyle yaşadın, öyle ölümsüzlüğe yürüdün. Bu anlamda iyi bir öğretmen oldun.
Bir yoldaşın Ali Demirdağ yoldaşın ölümsüzleşmesinden sonra yazdığı “hani üzerinde üniforması, elinde silahı olmasa kimse gerilla olduğuna inanmaz” sözleri sanki senin için de söylenmiş sözlerdi. Bir türlü üzerine uyduramadığımız üniforman, sürekli yan duran raxtın, karmakarışık bir hal alan şutiğin, biraz uzasa darmadağın olan saçınla tutundun dağlara. Tutunduğun dağlar değildi aslında. Örgüttü, devrimdi. Orada somutlaşan inanç ve iradendi.
Ölümsüzleştiğiniz tarih olan 24 Kasım’dan kısa bir süre önce iki defa ölümle burun buruna kalmıştın ve her ikisinde de o kadar soğukkanlıydın ki, başka bir vadide patikada yürürken, önümüze birden iki ayı yavrusu çıkmıştı. Biz daha ne olduğuna anlam veremeden, arkalarından büyük bir hırıltı ve sinirle anne ayının üzerimize doğru geldiğini fark etmiştik. Normal şartlarda yolunu değiştiren ayı, hızlı ve ürkütücü bir şekilde üstümüze doğru koşuyordu. O an birbirimize bakmaya bile fırsat bulamamıştık. Emniyetleri açıp sıkmaktan başka şansımız kalmamıştı. Bir, iki, üç… altı, yedi… ayı hala üzerimize doğru geliyordu. Bütün mermiler ayıya isabet etse de ayı bir türlü düşmek bilmiyordu. En son sıktığımız mermi, ayı ile aramızda bir metre kala olmuştu. Ayı bir an durakladı. Ve geriye dönüp yaralı halde yavrularını önüne katıp karşı yamaca doğru tırmanmaya başladı. O kadar mermiye rağmen düşmeden geriye dönmesi ve hızlı bir şekilde yamacı tırmanması bir rahatlama yaratsa da, bir metre daha yanımıza yaklaşsa olabilecekleri düşündükçe o an yaşadığımız kaygı ve korkuyu gizleyememiştik ama, sonrasında sıradan bir olay gibi kahkalarla gülerek anlatıyordun.
Henüz bu olay sıcakken, birkaç gün sonra vadiden çıkıp bir köye uğrayacaktık. Öncümüz sendin. Eve 10 metre kala, balkondan seni tanıyan köylünün sesi geldi. “Tuncay karşı tepelerde düşman var.” Sonradan öğrendik ki, düşman tüm köyü sarmış, indirmeler olmuş ve tepelere konumlanmışlar. Biz ise uyarının etkisiyle kendimizi ancak bir derenin kıyısına atabildik. Gidecek yerimiz kalmamıştı. Su yüksek, önümüzde ise yüksek bir kaya kütlesi vardı. Burada beklemekten başka bir yolumuz kalmamıştı. Gece boyunca düşmanın bizim görüntümüzü almış olmasına yorarak çekildiğimiz hattın deşifre olduğunu ve düşmanın geleceğini bekledik. Saatlerce, bir yere kıstırılmışçasına beklemenin psikolojisiyle ikiye ayrılmış ve 10’ar metre arayla konumlanmıştık iki grup şeklinde. İkimiz aynı yerde bekliyorduk. Sanki iki gündür ölüme bu kadar yaklaşan biz değildik, sanki az sonra düşmanın gelebilme ihtimaline karşı konumlanan biz değildik gibi, sen yine kuralları çiğneyerek koşullara göre yüksek sesle gerilla anılarını anlatıyordun. Ertesi gün ise yine o koşullarda yükselen kahkahanda sonra senin bu özelliğini değiştiremeyeceğimizi anladım. Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu tezine “Tuncay’ın kahkaha özelliği istisnası”nı da eklemek gerekli…
Şimdi arada, o gecenin sabahı çantamızda kalan bir hazır çorbayı dört bardağa bölerek içerken çekildiğimiz fotoğraflara bakıyorum. Kulağımda 24 Kasım günü Heronun ilk geldiği anda görebildiğin hareketini diğer yakınındaki yoldaşlara aktarmak için yüksek sesle yaptığın koordine sesin var. Bu sefer yüksek sesin bir zararı yoktu. Onun rahatlığıyla bağırıyordun. Senin duyduğum son sesin bu oldu.
Siz ölümsüzleştikten sonra gitmeyi istediğim bir yayla vardı. Yasaklardan sonra düşman izin vermediği için yaylaya çıkamadılar. Orada bir yaylacı seni kendi çocuğu gibi seviyordu. Sen ona “anne”, o da sana “bu benim oğlum” “iyi bakın ona” diyordu. Kim bilir sizin ölümsüzleştiğinizin haberini aldıktan sonra hangi duyguları yaşadılar. Az çok tahmin edebiliyorum ama aranızda öyle bir bağ oluşmuştu ki, hani karşılıklı bir teselli olurdu.
24-28 Kasım operasyonu bizi çok derinden yaraladı. Kaybımız çok ağır oldu. Özellikle sizleri tanıyan Dersim köylüleri de çok fazla etkilendiler. İşte biraz da bunun için gitmek istedim o yaylaya. Ne için yaşadığınızı ve ne için ölümü kucakladığınızı senin/sizin adın(ız)a bir kez daha anlatmak için. Yayla yasakları devam ediyor. Ve yaylaya halen çıkamıyorlar. Ama yasaklar bir gün delinecek. Ve yaylacılar gelecek. İşte o zaman şu an sizleri nasıl anlatıyorsak, sizler bizlerle beraber kavganın içinde nasıl yaşıyorsanız, “annem” diye seslendiğin yaylacıya senin yerine de gideceğiz. Ve her an sizler yanımızda olacaksınız.
Bir TİKKO gerillası