Gideni anlatmak geride kalanlara ya da anlatarak gideni daha fazla anlamak… Nasıl kabul edersek edelim, nerden bakarsak bakalım hep bir eksik kalacak gidene dair yazılanlar… Gidenlerin ardından kalanlara görevler devredilir. Bunlardan biridir onlara dair yazmak… En az diğer devralınan görevler kadar zorludur bu da. Layık olduğu biçimde anlatabilmek, yazabilmek… Yaşamları gibi sade ve net anlatabilmek, ölümleri gibi kararlı ve net cümleler kurabilmek, veda mektupları gibi değil, devralınan görevleri anlayarak yazabilmek. Çünkü onlar kendilerinden öncekileri doğru biçimde anladıkları için bayraklarını onlara layık taşıdılar. Şimdi onları anlayarak onlara layık bayrağı taşıma görevi bizde.
Beşlerin ölümsüzleştiği kara kışın baharıydı ilk karşılaşmamız. Gıyabındaki tanışıklığımız artık kucaklaşmayla birebir hale gelecekti. Gelişlerini bekliyorduk köyde, hava kararmış, köy halkını akşam yapılan işlerin telaşı sarmıştı. Köpeklerin havlamasıyla başlayan heyecan kucaklaşmayla bitmişti. Kulağıma adımı fısıldayarak kim olduğumu netleştirdikten sonra “bir daha sarılabilir miyim” diye sormuştu. Oraya giden her kim olsaydı o kucaklaşma iki kez olacaktı, çünkü ağır bir kayıp alınmış ve bu yara ancak partiyle kucaklaşarak sarılabilirdi.
Baharın ilk ayıydı beşlerin kaybını öğrendiğimizde. “Anlamlandırmadığımız” tüm soruların yanıtını öğrenmek ve geride kalanların nasıl olduklarını sormak için evin arka kısmına geçtik. Heyecanlı mıydı anlatırken, yoksa gözlerine biriken hüznün yansıması mıydı hâli, omuzlarına aldığı yükün sorumluluğu muydu ifadelerine yansıyan bilmiyordum. “Biz sırtımızı yasladığımız dağı kaybettik yoldaş” dedi Eylem yoldaştan bahsederken. Söz Derya yoldaşa gelmiyordu hiç, sözler boğazına düğümleniyor ama akmıyordu. Tanıdıkça anlayabilmiştim boğazında düğümlenen her sözcüğün onun beyninde bir bilinç ve daha fazla kararlılığa dönüştüğünü. Kavga ve savaş öğretmişti ona yaralarına tuz basarak yol yürümeyi. Ama Beşlerin kaybı bu bilincin oluşmasında önemli bir dönemeçti.
“Ne yaptınız yoldaşların kaybından sonra” sorusuna yanıtı çok netti. “Ne yapabilirdik ki tüm yoldaşlar gözüme ve bana bakıyordu. Yoldaşları toprağa verdik, anma yaptık ve planlanan çalışmalara devam ettik” demişti. İlk andan itibaren görevinin ne olduğunu anlamış ve buna uygun da adım atmıştı. Bu adımlarda tereddütleri yok muydu? Elbette vardı. Zira kayıpların açığa çıkardığı boşluğun doldurulması diye bahsi edilen alan savaş alanıydı ve önderlik daha da kritik bir önemdeydi. Ama o yeni durumun açığa çıkardığı çelişki ve görevleri doğru yerden çözümleme kapasitesine sahipti. Ya çelişki ve kaygıları çözümleyerek ileri adım atıp önderleşecek ya da bu çelişkilerin içinde boğularak sıradanlaşacaktı. Çelişkiyi bu kadar keskin yaşadı ve bu keskinliğe uygun da adımlar attı.
Beşlerin kaybı Nubar yoldaşın mücadele yaşamında dönüm noktalarından biri olmuştu. İlk görüşme yoldaşların kaybı, geride kalanların durumu, partinin kaybı nasıl karşıladığı ile geçmişti. Yakın zamanda bir daha görüşme sözünü vererek ayrıldık. Sonraki randevular, buluşmalar, konaklamalar, yürüyüşlerle ilerledi. Bu yürüyüşlerin her biri onun gelişiminin, ileri adım atışının, savaşın ve partinin sorunlarına daha güçlü kafa yoruşuna tanık oldu. Büyüyordu Nubar, politikleşerek, askerileşerek, yetkinleşerek…
Çocuk yaşında atıldığı kavga okulu Komsomol’da öğrenmişti kavganın töresini, yasalarını, ilkelerini. İyi bir öğrenci olmanın hakkını her pratiğinde vermişti. Anlatmazdı kendini Nubar, anlatmayı sevmezdi. Kafasını çevirip arkaya bakmazdı, geride bıraktıkları ile vedası çabuktu. Yeni olanı, yeni yürüyeceği yolu anlamaya çalışır, anılarıyla değil gelecek planlarıyla yaşamayı severdi. Bu yüzden hoşçakal ve merhabaları arasındaki zaman aralığı çok kısaydı. Daha sonraki yıllarda başka işlerden dolayı bir yıla yakın bir süre gerilla alanından uzakta kalmasına rağmen, içinde bulunduğu koşullara adapte olup üretmeye çalışmış, hızlıca adapte olduğu koşullardan sıyrılarak gerilla alanına yeniden adapte olmuştu. Kendisini bekleyen yoldaşlarıyla özlem yüklü kucaklaşması son bulduğunda, sırtındaki yükü de daha ağırdı.
Partinin birikmiş sorunlarını tartışma, savaşın sorunlarını kavrama, yeni ileri hamleler yapma beklentisi, daha karmaşıklaşan ve eklenen sorunlarla dönmüştü gerilla alanına. Dün omuzlamakla yükümlü olduğu görevlere, sağ tasfiyeci çizginin saldırısına karşı partinin korunması görevi de eklenmişti. Zorluydu görev ve gerilla alanının bu süreçte oynayacağı rol de önemliydi. Nubar yoldaş sürecin özelliklerini çok yönlü kavrama konusunda tartışmalar yürütmeye çalışıyordu. Alana, geçmişine ve Nubar’la geçmiş ilişkisine güvenerek gelen “komserin” ona sırtını yaslayarak kazanacağına olan inancı ve güveni boşa çıkmıştı. Nubar, Özgür, Deniz yoldaşların “eski sorumlularının” eskimiş olduğunun farkına varmaları çok zaman almamıştı. Çünkü “komser” parti anlayışı ve komünist şekillenişe veda busesi verip alana gelmişti. Yoldaşlar, karşılarında artık sadece küçük burjuva hırslarına yaslanmış ve partiyi bu motivasyonla felç etmeye odaklanmış kaygıları gördü. Bir ikiye bölünüyordu ve değişim bu bölünmenin yarattığı mücadele ile gerçekleşiyor ve zıddına dönen bir süreç işliyordu. O sırtını geçmişe ve yüzünü küçük burjuva hırs ve mülkiyetçiliğe çevirirken, Nubar, Özgür, Deniz yoldaşlar ise sırtını partiye yaslamış ve yüzlerini komünizm ideali ile geleceğe dönmüştü. Bu duruş anlaşılmadığı için beklenti ile gidilmiş ve eli boş dönülmüştü.
Partinin bu zorlu döneminde 12’lerin kaybı yaşanmıştı. Düşmanın tasfiye amaçlı saldırıları başlamış, artacak saldırıların ilk hamlesi ağır bir kayıpla başlamıştı. Düşmanın savaşta kullandığı yeni yöntem ve teknikleri öğrenmenin ve boşa çıkarmanın bedeli ağır olmuştu. Nubar yoldaş bir kez daha yarasına tuz basarak yürüyordu. Partinin sorunlarına eklenen savaşın sorunları ancak iki kat enerji ile aşılabilirdi. O hem dönemi anlamaya ve çözümlemeye hem de gerilla savaşını sürdürmeye ve savaşa önderlik etmeye çabalıyordu.
Bu dönem onun partili yaşamında olgunlaştığı, gençlik evresini geride bıraktığı bir dönemdi. Savaşın büyüten doğal yasaları, bilinç ve görevlerin kavranmasıyla çevrelenmişti. Partinin içinde bulunduğu koşullara eklenen savaşın ağır koşulları onu ne karamsarlığa ne de kararsızlığa hiç sürüklemedi. Ölüm zaten çözülmüş bir denklemdi onun yaşamında, savaşın bu aşamasında da hiç aklına gelmedi. Ancak geleceği kazanma kaygısı Nubar’da tepeden tırnağa kuşanılmıştı. Bugünü karşılarken geleceği hesaplıyordu. Tüm planlamaları, konumlanışı savaşın sürekliliği ve partinin bu sürekliliği sağlamasına en güçlü katkıları sağlamaktı. Tüm olasılıkları masaya yatırarak partiyle tartışıyor, öneriler sunuyor ve bir yandan da düşmanın vahşi kuşatmasına karşı çözüm yolları arıyordu. Bu onun deyimiyle “yola uzun bakma” tutumundan geliyordu. O yola hep uzun bakmayı başardı. Buna göre şekillendi, şekillendirmeye çalıştı ve parti içindeki mücadeleleri ve yoldaşlaşması da buna göre oldu.
Amansız gidişlere eklenmişti Mercan şehitleri. Alanda artan kayıplar, önderlik görevini yerine getirmeyi daha da zorlaştırıyordu. Görevi hiçbir zaman salt siyasi önderlik olarak kavramadı Nubar yoldaş. Pratik, askeri tüm sorunların muhatabı olmuş ve bunların çözümü için emek verip, çaba harcamıştı. Pratikten öğrenme, sorunları pratikten yola çıkarak tartışma, kavrama ve çözümleme yöntemine sahipti. Pratik sorunları teoriyle çözümleme gücü onu daha da yetkinleştiriyordu. Savaş onu büyütüyor ve o büyüdükçe de etrafındakilere güven veriyordu.
Komünist irade böyle çelikleşiyordu. Zorlu koşulların üstesinden gelme hedefi onu ileri atmıştı. Mücadeleyi kavrayışındaki derinlik, düğümü çözmeye başladığı andan itibaren ki netlik, onu hızlı sonuca ve soruna müdahale etmeye götürüyordu. Pratik zekası, onun sadece hazır cevap değil aynı zamanda sorunlara hızlı müdahale etmesine de neden oluyordu. Alan ve bölgenin sorunları, partinin bölgede örgütlenme sorunları onun tartışmalarının baş sıralarındaydı. Gerilla savaşının gelişimi ve bölgede partinin ve ordunun daha fazla etkinlik sağlaması için yürüttüğü tartışmalar sadece sorunları tespit içermiyordu. Bu sorunlara çözüm ve müdahale etmenin kanallarını da zorluyordu.
ZORLU YOLLARIN KOMUTANIYDI DENİZ
Savaşın göbeğinde, partiyle büyüyüp olgunlaşan ve sınıf mü cadelesinin ateşinde kavrularak komutanlaşanlarımızdan biriydi Deniz yoldaş. Deniz yoldaş gerilla alanına ilk çıktığında alan önderliği ideolojik olarak kırılmış ve dökülmüş bir durumdaydı. Bu gerçeklikle yüzleşmek ve sınanmak payına düştü. Bu sınavı başarıyla atlatan Deniz yoldaş, partiye daha fazla yaklaşırken savaşın sorunlarıyla daha güçlü kaynaşma yolunu güçlü bir iradeyle benimsedi. Sonraki süreç ise kayıplarla, yeni sorumluluklarla ve partinin savaşının sorumluluğu ile biçimlenen, şekil alan bir süreç oldu onun için.
İlk karşılaşmadan sonraydı, Deniz ve Nubar yoldaşlarla birlikte alanın malzeme ihtiyacını konuşuyorduk. Deniz yoldaş “kampet lazım” demişti. O yaz kampet gönderemedik ama bu durum Deniz yoldaşın uzun bir süre espri konusu olmuştu. “Yoldaş bir şeye ihtiyaç var mı” sorusuna yanıt “kampet yoldaş kampet” diyordu. Her seferinde “tamam” yanıtını alınca da o her durumdaki repliğiyle “vay arkadaş” deyip gülüyordu.
Deniz yoldaşın bu tutumu aslında onun sorunlar karşısında çözüm üretme yaklaşımına da işarettir. O Bölge Komutanlığı görevinde hazır olana güvenmek yerine, oluşturma, yaratma ve ortaya çıkan sorunlar karşısında güvensizleşmeden sorunları göğüslemeye işarettir. Komutanlık zor iştir. Savaşçıyı şekillendirmek, zor durumlarda motivasyonunu yüksek tutmak ve çaresizliğe müsaade etmemektir. Savaşın dinamiklerini tam bir kavrayışı gerektirir. Deniz yoldaş bu bilinci, her gelişme karşısında doğru konumlanarak sürekli örgütleme iradesi taşımıştır. Bir “kampet” yüzünden, bir ihtiyacın karşılanamaması karşısında homurdanan ve güvensizlik yayanlara inat, o esaslı sorunlara ve gerillanın doğru ruhsal şekillenişe girmesine odaklanmıştır. Onun için sorunlar çözülmek için vardır. O her şeyi dışından bekleyen değil yaratıcı olan yolla sorun çözen bir iradeydi. Ancak inceden inceye karşılanamayan ihtiyaçları başka bir şekillenişe yol açması için ironik şekle büründürendir. O espriyi trajedinin üzerinden geçen zamanla inşa etmezdi sadece. Çok çok tali sorunları ve meseleleri güçlü ve daha etkili bir duyarlılık oluşsun diye espriye dönüştürürdü.
Zorlu yolların komutanıydı Deniz. Zorlu her yürüyüşün planlayıcısıydı. Uzun yolları acemi bir yürüyüşçüye “az kaldı” telkinleriyle nasıl yürüteceğini çok iyi bilirdi. Küçücük bedenine sığdırdığı 15 yıllık birikim ve deneyimdi. Dersim’in her noktasında emeği ve özverisi vardı. Onun da mücadele yaşamında Beşler bir dönüm noktasıydı. Bölge Komutanı Emel yoldaşın görevini, Siyasi Komiseri Eylem yoldaşın silahını kavrayarak yürüyüşünü sürdürmüştü.
PARTİYE VE YOLDAŞLARINA BAĞLILIĞIN ADIYDI ÖZGÜR
Gerillanın neşe kaynağı ve gerillanın zorluklar karşısında kolaylaştırıcı komutanıydı Özgür. Her koşulda enerjisi bitmeyendi. Özgür her sorunu espri konusu yapacak ve gerillayı canlı kılacak bir enerjiye sahipti. Sanki gerilla olmak için doğmuştu, gerillaya motivasyon kaynağı olarak şekillenmişti. Özgür’e espri olacak malzeme haline gelmemek, onunla yaptığımız görüşmede en fazla dikkat ettiğimiz noktaydı. Ancak Özgür yanındaysa güvende olduğun duygusunu tüm hücrelerine kadar hissetmemek olanaklı değildi. Bunun için gösteriş, söz Özgür’de yoktu. Sadece duruşu, konumlanışı, yaklaşımı bu güven için yetiyordu.
Yoldaşlarına ve partisine bağlılığı her şeyin üstündeydi. Ama partisine ve önderliğe bağlılığı daha üst düzeydeydi Özgür’ün. Bu açıdan feda ruhu da çok güçlüydü. Yoldaşları için kendini feda etmede tereddütsüzdü. Ancak söz konusu parti ve önderliği olunca bu duyarlılık onda katı bir kural ve vazgeçilmeyecek bir konumlanış oluyordu. Bunun en yalın ispatıydı ölümsüzlüğe yürürken gerçekleştirmeye çalıştığı görev. Yoldaşları ve partisi için hiç tereddütsüz yürürdü ölümün üzerine.
Kavgası netti, kafasındaki bu netlikti onu partisine bağlayan. Sağ-tasfiyeci hizbin alana dönük planları bir kenara onun gerçekleştirmekle yükümlü olduğu görevleri vardı. Tüm bu tartışmalardaki muhataplığı da bu düzlemde olmuştu. Gerillaya gideceği yıldı ilk karşılaşmamız. Ayağı kırılmış ve o halde geldiği randevusunda durumla bir şekilde dalga geçiyordu. Bu durum gidişini ertelemiş ama engellememişti. Sonra gerillanın Özgür’ü olarak karşılaştığımızda artık büyümüş ve aldığı görevlere partili kimliği ile müdahale etme uğraşı içindeydi. Bu kimlik onun temel yapısında değişiklik yapmamıştı ancak bakış açısında ve sorumlulukları kavrayışında düzlemini değiştirmişti. Espriler için malzeme toplayan Özgür gidip yerine “ağır abi” Özgür gelmemişti. Ama bakış açısı derinleşmiş, partiyle ve mücadeleyle ilişkisi daha da güçlenmiş, sorumluluklarının ağırlığını taşıma bilinci berraklaşmış daha da büyümüş ama esprileri eksilmemiş bir Özgür olarak gelişiyordu.
Önder Nubar, Komutan Özgür ve Deniz çok uzun zaman yan yana omuz omuza savaşı göğüsledi, partinin mücadelesini en sıcak alanda örgütleme sorumluluğunu üstlendi. Üç yoldaş, üç ayrı karakter, üç komünist ve “uzağa bakan” ama anı karşılayarak düşmanla çarpışan üç yiğit yoldaş. Onlar bizim ayrıcalığımızdı. Ayrıcalıklı olarak yolu ve güzergahı emanet etmeyi başardılar ardıllarına. Savaş narası atmadan düşmanın can evine partinin kumandasında namluları yönlendiren önder ve komutanlar. Onlarla yoldaş olmak, onlarla Halk Savaşının sorunlarına ve yükseltilmesine kafa yormak ve şimdi bıraktıkları tüm değerlere en güçlü şekilde sahip çıkmak. İşte sorumluluğumuz.
2020 yılının Haziran, Eylül, Ekim, Kasım aylarında ölümsüzlüğe uğurladık önderimizi, komutanlarımızı, savaşçılarımızı. Aynı sofrada paylaşılan bir parça ekmek gibi paylaştık umudu ve zorlukları. Şerzan’ın yoldaş ve halk sevgisiyle dolu ruhu, Asmin’in küçücük elleriyle sardığı tütün, Rosa’nın keskin bakışları ve sessizliğine yüklediği kararlığı, Muharrem’in emmioğullarıyla hayalleri… Şimdi hayalleriyle yoldaşlarının yanında yan yanalar… O hayalleri gerçekleştirmek, umutlarını büyütmek, hedeflerini gerçekleştirmek bizim omuzlarımızda…
*Bu yazı İKK 134. Özel Sayısından alınmıştır.