Eğer siyaset yapılmak isteniyorsa, olguları tespit ve/veya tahlil ile “ne”, “nasıl oldu” sorularına cevap aramak, sadece bununla yetinmek, alınacak pratik tavrı buna münasip belirlemek siyasete dairdir fakat pratiğini de bu bağlama hapseden bir siyasettir. Bu yaklaşımın doğası her defasında sonuçtan hareket etmek mecburiyetine düşeceğinden hedefe yönelik süreçlerin ardında kalır ki bu da hedefin uzaklaşması anlamına gelir.
Olguların geleceğine yönelik “nereye gidilecektir”; ona müdahale etmek bağlamında “nasıl hareket etmek gerek” sorularının cevabına dair öngörüler, siyaset felsefesi bağlamında belirlenmezse sezgilerle veyahut akılcılıkla süreçlerin yakalanması ya da sadece pusulasız pratikle süreçlerin; süreçteki problemlerin lehte çözümünün gayreti siyaset etmek zannedilirse de esasen o anlamı taşımaz. Ortaya çıkanın anlamı dogmatizm ve onun kardeşi ampirizmdir ve de bu güne kadar bu anlayış bıktırıcı mahiyette defalarca test edildi ve bütün acı testlerde ibre aleyhimize sonuçları gösterdi.
Sonuçtan hareket etmek geç kalmaktır. Daha önce ikaz edilmiş olmasına rağmen olacakları beklemek kadar tehlikeli bir saçmalık var mıdır? An gelip her şey olup bitince ve ispatlandığında her şey için geç kalınmış olmayacak mıdır? An’da hapsolup sonuçtan hareket ederek öğrenmek her anlamda bol zayiatı olan, pahalı bir öğrenme yöntemidir. Siyaset felsefesi bilinmediğinde bu neticeler bitmez bir döngü olarak hakim olup ve muhataplarını hırpalayıp nihayetinde bitirecektir. Muhatabın devrim iddiasının haybeye olduğunu ispat edecektir.
Elbette olguları tespit ve tahlil etmek, doğru yöntemle yapıldığında müthiş bir cephanedir. Bunu anlamlı kılacak olan bu cephanenin devrimci öngörüye dönüşme şartıdır. Siyaset yapmak budur. Aksi halde Platon’un diyaloğundan öteye gidilemez.
Siyaset kültürsüzlüğü, siyasal ukalalıkla olguların genel görünümünü genel söylemlerle betimleyerek sözümona belirlenimleri siyaset yapmak/zannetmek dogmatizmdir. Farklı olguları aynı süreç içine sokarak, tekmiş gibi görerek tek siyasi belirlemeyle anlamaya çalışmak ve bunun da çözüm olduğunu savunmak bildiğimiz anlamda siyaset yapmak değildir. Zira anlamayı bağlamından; kendi içsel süreçlerinden ayırarak hakikatin bilgisine varılamaz. Olgulara müdahaleyi baş çelişmeye bağlayarak, ona ilişkin başka bütün bağlı olanları görmezden gelmek de olguların yok sayılması anlamını taşır. Ki bu da sürece müdahalesizliğin mazereti olarak görülmektedir. Bu anlayış ertelemeci ve indirgemeci olduğundan diyalektik metottan uzak ve kolaycılığa kaçmaktadır. Esasen kolay görünen bu dogmatik akılcılık, zannedildiği gibi kolay netice vermez-hiç vermez- bilakis çelişmeler karmaşasının içinde kaybolmayı ve türlü çıkışsız zorluğu doğurur. Toplumsala dair olan, salt bir belirlemeye indirgenemez ve başka bütün meseleler salt bir belirleyen var olduğu için var değildir. Her süreç kendi özgünlükleriyle karmaşık, çoklu bağlantılarla şekillenir ve özgün metodolojik yaklaşımlar gerektirir. Biz metodoloji olarak tarihsel materyalist diyalektiktik görüşün savunucularıyız. Bunun böyle olduğunu anlamamak dogmatizmin kuluçka yuvasıdır ve çokça çektiğimiz ağrı sebebidir.
Buna bağlı olarak hakim olan bir hastalık da salt pratiğin çözümcül müdahale olduğunu zanneden anlayıştır. Bazen pratik, her şey tıkandığında iyi bir çözümcül yöntem olabilir fakat Napolyon’un dediği gibi “önce yapılır sonra bakılır” anlayışı, kuvvetler dengesini bir tarafa bırakarak söylemek gerekirse, kendiliğindenci bir yaklaşımdır. Ki bu da dogmatizme içkindir. Bunun, özneyi pratiğe hapsettiğini; dogmatizm ve ampirizmin kardeş olup birbirini beslediğini söylemeye gerek dahi yoktur. Devrimci pratiğin seyrini belirleyen, tecrübelerden çıkarılan dersler ve öngörüler olmalıdır.
Bilmek hayatidir. Fakat kendi başına yeterli değildir. Sonuçlar manzarasını görerek “böyle olacağını biliyordum” demek siyaset veyahut müdahalecilik değildir. Sezgilerle hareket etmek ise Bergsonculuğa daha iyi ihtimalle Marks’ın eleştirdiği Feuerbahçılığa denk gelir. Aslolan süreçleri doğru okumak ve devamı hakkında öngörülerde bulunmaktır. Lenin’in ifadesiyle “şeylerin dış görünüşü onun dilidir” olguların dili vardır, onlar bizimle dış görünüşleri ile konuşurlar. Biz bunlardan hareketle onların mahiyeti hakkında bilgi elde ederiz; öngörülerimizi bu bilgi vasıtasıyla oluştururuz. Pragmatizme yön veren bu öngörüdür. Siyasal cesaret budur; siyaset yapma kültürü böyle oluşturulur. Daha fazlasına bundan sonra ihtiyaç duyulacaktır.
Yorumlamakla yetinmek yerine doğru müdahale etmek mecburiyeti idrak edildiğinde, verili olanı bozacak ihlaller, devrimci irade ve metotla yıkıcı fırsatları yakalamak ve yaratmak görevi de çıkar karşımıza. Anlık geçici tavırların ötesinde öngörülebilir süreçle bağlantılı pratik bütünün hizmetinde olunacak yönetimlerin hakim olması başarı anahtarıdır. Buradaki “bütün”, nihai sürecin devrimci ifadesidir. An’da gerçekleştirilen eylem bunun bir parçası ve hizmetindedir.
Bir vurguyu da bu hususta müşterek bir dil-anlayış-yakalamak hakkında ifade etmek gerek. Müşterek bir devrimci kültüre sahip kolektif bütünün içinde, bundan azade bireysel hareket etmek diye bir şey söz konusu olamaz; olduğunda orada kolektiften bahsedilemez. Bireyselcilik ve kolektif doğası gereği birbirinin zıddıdır. O halde burada ortak hedefe eşgüdüm hareket etmek zarureti ortak bir dil gerektirir (Burada tektipleşmeden birbirini tekrar veyahut ezberden bahsetmiyoruz. Diyalektik ve tarihsel materyalist görüşün gereği ve onun etrafında şekillenen kültürün dilinden bahsediyoruz). Bunu yapabildiğimizde olgulara nasıl yaklaşılabileceği, eleştirilerin nasıl anlaşılabileceği, kararların ne şekilde tatbik edileceği kavranmış, aynı oranda da karmaşadan uzaklaşılmış olunacaktır. Aynı anda farklı notalarla icra edilen bir müzik estetik duygumuzu besleyen dinlemeye değer bir müzik olabilir mi? Böyle bir orkestraya kim teveccüh gösterebilir ki? Diyalektik ve tarihsel materyalizm metodunun idrakiyle süreçlere eşgüdüm müdahale etmek, bizi ileriye taşıyacak ihtiyaç duyduğumuz kuvveti ortaya çıkaracaktır.