[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
21 Ocak, enternasyonal proletarya ve dünyanın ezilen halklarının büyük ustası, proletarya diktatörlüğünün mimarı ve kurucu önderi, Marksizm’in yaşayan ruhu Lenin yoldaşın ölümsüzlüğünün yıl dönümü.
Yaşamını işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin kurtuluş davasına adayan büyük bir beyin, teori ve pratiğin ustaca kaynaştırıldığı bir pratiğin sahibi Lenin yoldaş, bundan tam 100 yıl önce aramızdan ayrıldı. O kendisini sürekli gelişen, yenilenen, güncellenen Marksizm’i yeni bir aşamaya sıçratarak yaşadığı çağa damga vurdu; teori ve pratiğiyle ana ve geleceğe rehber olan ölümsüz bir eser yarattı. Lenin yoldaş, bugün de yolumuza ışık tutan eserleriyle ihtiyacımız olan her an yanı başımızda, açmazlarımızda anahtar, gelişimimizde ilhamdır.
Lenin yoldaşı anlamak ve uygulamak sınıf mücadelesinin zorunluluğunu kavramaktır. Onun ideolojik politik bilinci, ihtilalci pratiği, birbirine tamamen karşıt iki sınıf, iki görüş arasındaki savaşımın ürünüdür. Lenin’i Lenin yapan, bu savaşım içerisinde siyasal bilincin ve pratiğin kendiliğindenlik tarafından boğulmasına asla izin vermemesidir.
Açık düşmana karşı planlı, programlı, örgütlü bir mücadeleyi inşaya önderlik ederken aynı zamanda devrimci hareket içinde çöreklenen burjuva-küçük burjuva her türden anlayışa karşı da bayrak açışın adı olmuştur.
Lenin yoldaşın Marksizm’i yeni bir aşamaya sıçratarak proletaryaya armağan ettiği Leninizm, iki eğilimin; devrimci eğilim ile oportünist eğilimin savaşımının somutlaşmış halidir. Sınıf mücadelesi keskin bir savaşımdır. Proletaryanın ideolojisi bu keskinlik içinde şekillenmiş, devrimci pratiğe yön vermiştir. Oportünist eğilim ise bu keskinliği silikleştiren, bulanıklaştıran, Lenin yoldaşın deyimiyle “kitlelerin eylemini en geri seviyeye” çeken bir anlayıştır. Gıdasını burjuva ideolojiden alan bu eğilimle mücadelesi içinde Lenin yoldaş, Bolşevik Parti anlayışı şekillendirmiştir. Bolşevik Parti anlayışı, bir yandan burjuvaziye karşı iktidar savaşımının öncü, örgütlü ve bilinçli aygıtı olmuş, diğer yandan kitlelerin zihnini bulandıran, eylemini körelten oportünizme panzehir olmuştur. Onun teori ve pratiğinin temel unsuru olan “kendi bağımsız eylemine proletaryanın kendisinin önderlik edebileceği” iddiası, oportünizme açılmış bir savaş ilanı ve tüm reformizmden devrimci bir kopuştur. İnandığı çizgide sonuna kadar ısrarcı olmasına güç katan şey ondaki bilimsel bakış açısı, analiz yöntemidir. Bu onun keskin ve tutarlı bir rotada yol almasına zemin sunmuştur. Lenin yoldaş, sınıf mücadelesinin toplamı içinde önemli bir parçayı oluşturduğu inancıyla komünist hareket bünyesindeki oportünist eğilime karşı hiçbir geri adım atmadan en güçlü bir darbeleri indirmeyi başarmıştır. Lenin’in ölümünden sonra Buharin ve Tomski’nin Lenin’in “ikna edilmesinde” oynadıkları rol bakımından Zinovyev ve Stalin’e atıfla yaptıkları “Zinovyev’in ve kısmen de senin lütufkâr yardımlarınızla” çıkışına Stalin şu yanıtı verir. “Eğer Lenin’i kendisinin inanmadığı bir şeye inandırabileceğini söylemek istiyorsan buna yalnızca gülünür.” Stalin’in Lenin için vurguladığı inanç, gıdasını bilimsel sorgulayıcılıktan, proletaryanın çıkarlarından, teorinin pratikle bütünleşen gücünden almaktadır. Oportünizmin, proletaryanın iktidar ihtiyacına ve olanaklarına, kurtuluş mücadelesine verdiği zararı kavrayan Lenin, oportünizme karşı mücadelede her zaman bu kavrayışın sağladığı inançla kararlı ve keskin bir duruş sergilemiştir.
İçinden geçtiğimiz süreçte sınıf mücadelesi tüm keskinliğiyle sürerken reformist oportünist eğilimlerin kitlelerin bilincini ve eylemini körelten çizgisi devrimci hareket içinde etkili bir rol oynamaktadır. İktidar hedefinden yoksun, devrimci militan çizgiyi silikleştiren oportünist eğilime karşı mücadelede Lenin yoldaşın bilimsel çizgisine sıkı sıkıya sarılmalı, oportünizmin ilkel, tutarsız, kendiliğinden çizgisine karşı profesyonel, ilkeli, tutarlı ve hedefi net/açık mücadelenin teori ve pratiğini kuşanmalıyız.
Oportünizme karşı mücadeleyi elden bırakmamak, her zamankinden acil ve elzemdir. Önümüzde yerel seçim süreci var. Her seçim süreci aynı zamanda devrimci militan çizgi ile reformist-oportünist çizginin de mücadele alanına dönüşmektedir. Elbette tüm mücadele alanlarından/araçlarından devrimci mücadelenin gelişimi ve zaferi için faydalanılabilir. Bununla birlikte tali olanın esas hale geldiği, iktidar mücadelesinin yerine kitleleri sisteme yedekleyen bir çizginin geliştiği koşullarda devrimci militan çizgiyi vurgulayacak alanlara yönelmek ve buna uygun araçları kuşanmak daha bir gereklidir.
Alt edilmesi, mücadele edilmesi gereken çizgiye karşı nasıl bir pratik çalışma izlemeliyiz? Mao yoldaşın deyimiyle partinin bütün çalışma alanlarındaki önderlik pratiği “kitlelerden kitlelere” ilkesine uygun olmak zorundadır. Bunun için kitlelerle birleşmiş, kitlelerle kaynaşmış doğru bir önderlik çizgisinin hayata geçirilmesi zorunludur.
İktidar mücadelesinde kitlelerin bilincini körelten, onların bağımsız eylemini gerileten oportünizmin etki sahasını zayıflatacak şey kitlelerin içinde iktidar bilincini tesis eden çalışmalar yapmaktır. Bunun için kendiliğinden hareketin içinde kalmamayı, sorunlara oradan bakmamayı öğrenmek önemlidir. Kendiliğindenliği aşan çalışmaları yaratacak olan Lenin yoldaşın dikkat çektiği gibi, “amatörlükten kurtulmuş, siyasal savaşıma gerekli enerjiyi, oturmuşluğu ve sürekliliği sağlayabilecek profesyonel devrimciler örgütünün yaratılması”dır.
Kitleleri örgütleyebilmek bir siyasettir. Bu siyaset, toplumsal ve siyasal yaşamın bütün alanlarına, bütün sorunlarına iktidar bilinciyle müdahale edildiği oranda gerçekten proletaryanın çıkarlarına hizmet edebilir. Siyasal sınıf bilinci, iktidar bilincidir. Oportünizmin körelttiği bilinç bu bilinçtir. İçinde bulunduğumuz seçim süreci, oportünizmin bu bilinci köreltme eylemine nesnel zemin sunan süreçler olmaktadır. Böylesi süreçler ideolojik netliğin pratiğe yön verdiği süreçler olmak zorundadır. Ancak bu, kitleleri devrimci bir çizgi etrafında birleştirebilir. Oportünist eğilimin güçlü olduğu koşullarda siyasal çizginin netliği, her türlü oportünist eğilimle köprülerin atılması demektir. Lenin yoldaşın yaptığı gibi en güçlü şekilde bu köprüleri atmalıyız.
“Kaynaşmış bir grup halinde, sarp ve zorlu bir yolda, birbirimizin ellerine sıkı sıkıya sarılmış olarak ilerliyoruz. Düşman tarafından her yandan sarılmış durumdayız ve bunların ateşi altında hemen hemen hiç durmadan ilerlemek zorundayız. Özgürce benimsediğimiz bir kararla, düşmanla savaşmak amacıyla daha başından kendimizi tek başına bir grup olarak ayırdığımız için ve uzlaşma yolu yerine savaşım yolunu seçtiğimiz için bizi suçlayan kimselerin bulunduğu yakınımızdaki bataklığa çekilmemek için birleşmiş bulunuyoruz. Ve şimdi aramızdan bazıları şöyle bağırmaya başlıyorlar: ‘Gelin bataklığa gidelim!’ Ve onları ayıplamaya başladığımız zaman da karşılıkları şu oluyor: ‘Ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma özgürlüğünü bize tanımamaktan utanmıyor musunuz?’ Evet beyler, yalnızca bizi çağırmakta değil, istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz. Aslında bize göre sizin gerçek yeriniz bataklıktır, oraya ulaşmanız için size her türlü yardımı yapmaya da hazırız… Biz de dilediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz’, yalnızca bataklığa karşı değil yüzlerini bataklığa doğru çevirenlere karşı da savaşacağız.”
Bu savaş, işçi sınıfı ve ezilen halkların son kurtuluş savaşıdır. Hiçbir lekenin bu savaşı kirletmesine, bu savaşın gerçek özneleri, gerçek kahramanları olan işçi sınıfı ve halk kitlelerinin bilincini bulandırmasına izin vermeyelim. Görevlerimize dört elle sarıldığımız, ideolojik politik sağlamlığımızı tesis ettiğimiz her an bu savaşımın gereklerini yerine getirdiğimiz andır. Devrimci inancın pekiştirilmesi, kitlelere devrim/iktidar bilincinin taşınmasının, bu bilincin pratiğe dönüşmesinin güçlenmesidir. Buna güçlü bir şekilde inanalım. İnanalım ki attığımız her adım güçlü olsun.
Kitleleri bataklığa doğru sürüklemeye çalışan oportünist anlayışlara karşı, kitleleri iktidar yolunda birleştirmek için daha planlı, daha ilkeli, daha örgütlü çalışma… Lazım olan budur.