“Kavga ve parti var oldukça ben ölmem. Dağlar var oldukça, hele medetsiz Munzur var oldukça ben ölmem. Ben Partime, yoldaşlarıma, halkıma yüreğim ve beynimle emek verdim. Yüzlerce tohum ektim. Bu tohumlar yeşeriyor-yeşerecek. En güçlüsünü de dağlara, Munzur’a ektim. Bunu hiçbir güç söküp alamayacak, bunu biliyorum. İşte bu yüzden ben ölmem.”
15 Ocak 1997 yılında ölümsüzleşen Polat İyit yoldaşa ait bu sözler. Kavga içindeyken ölümü tanımlayarak aynı zamanda ölümsüzlüğün şart ve koşullarını da anlatmaktadır. Ölümsüzlüğün ön koşulu kavgamızın sürekliliği ve bu kavganın kurmayı Proletarya Partisi’nin varlığıdır. Bu nedenledir ki 48 yıllık mücadele tarihi içinde hiçbir şehit yoldaş unutulmadığı gibi, kavganın sürdüğü koşullarda yeni şehitler eklenmeye devam etmiştir. Ölümsüzleşenlerimiz yaşamları boyunca oluşturdukları mücadele ve örgüt birikimi ile birlikte, ölümsüzleştikleri dönem itibariyle Proletarya Partisi’nin tarihi içinde yer almış ve bu tarihin özneleri olmuşlardır. Bu nedenledir ki 48 yıllık tarih şehitlerle yazılmıştır ifadesi kullanılmakta, kavga ve mücadeleyi temsil eden bu tarihsellik ancak ve ancak şehitlerle yazılmaktadır. Proletarya Partisi’nin tarihinin anlaşılmasının bir ayağını oluşturan bu dayanak doğru biçimde anlaşılıp kavranmadığında eksik bir tarih okuması ve kavrayışı olacaktır.
NEDEN ŞEHİTLER HAFTASI?
Proletarya Partisi, 1. Konferansı’ında Ocak ayının son haftasını Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası olarak ilan etmiştir. Çünkü Ocak ayı devrim ve komünizm uğruna yaşamlarını proleter devrimlerin gelişimine adamış birçok komünist ve devrimci önderin ölümsüzleştiği tarih olması açısından anlamlıdır. Enternasyonal proletaryanın büyük ustası Lenin 21 Ocak 1924’te ölümsüzleşmiştir. Yine Alman Komünist Partisi kurucu önderlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebhneckht, 15 Ocak 1919’da Alman faşizmi tarafından katledildiler. 1921 yılının Ocak ayında 28’i 29’a bağlayan gece faşist Kemalist diktatörlük tarafından TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı Karadeniz’de alçakça katledilirken, Maria Suphi ise aylarca işkence ve tecavüz edilerek katledilmiştir. 25 Ocak 1973’te Proletarya Partisi’nin ilk kadın şehidi Meral Yakar ve 24 Ocak 1973’te Vartinik’teki Köm Baskını’nda Ali Haydar Yıldız ölümsüzleşmiştir. Bu baskında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya ise yaralı ele geçmiş, aylar süren işkencelerin ardından 18 Mayıs 1973’te katledilmiştir.
Parti ve devrim şehitlerini andığımız Ocak ayının son haftası enternasyonal proletaryanın kurtuluş davasının önderi, öğretmenini ölümsüzlüğe uğurladığımız aydır. Sınıf mücadelesinin farklı kesitlerinde, farklı dönemlerinde yaşayan, aynı amaç uğruna, aynı yolda yürüyen ve hepsi komünizm davasında ortaklaşmışlardır. Onları ortaklaştıran temel özellik komünizm hedefiyle, yani aynı hedef için, aynı yolda yürümeleri ve yine bu uğurda, farklı coğrafyalarda ölümsüzleşmeleridir. Bu nedenledir ki bu ay içinde andığımız önderlerimizin yaşamları uluslararası proletaryanın süren savaşımına ışık olmakta, yol göstermektedir. Uluslararası proletaryanın mücadelesine yaşarken sundukları eşsiz katkı, onların açtığı yoldan yürümeye devam eden KP tarafından yaşatılmakta, bu ışığın yol göstericiliğinde komünizm davası sürdürülmektedir.
Devrettikleri bayrağın taşıyıcısı ve devamcısı olan Proletarya Partisi tarafından ölümsüzleşenlerin anılması kaba haliyle onları belli bir zaman dilimi içinde hatırlatmak değildir. Ölümsüzleşenlerin ideallerin taşıyıcısı ve sürdürücüsü olan Proletarya Partisidir. Bu bağlamda içinden geçilen tarihsel koşullarda onların öğretilerini daha net ifade etmek ve belirtmek ve taşınan bayrağın daha güçlü biçimde taşınmasının kaldıracı haline getirmek için bu zaman dilimine yoğunlaşılır. Bu nedenledir ki Ocak ayını ve onun son haftasına dair alınan kararın kavranışını salt bir anma olarak değil, mücadelenin somut koşullarında ölümsüzleşenlerimizin yarattığı değer ve etki gücüyle anlaşılmasıdır.
Proletaryanın ve ezilen dünya halklarının yürüttüğü haklı mücadelenin nihai zafere kadar sürecek olmasının en net sembolü ölümsüzleşen yoldaşlarımızdır. Onlar “bir hayalin” peşinden koşan “serüvenciler” olarak tanımlanmalarına rağmen, bu koşudan hiç geriye düşmemişlerdir. Davanın sürdürücüsü olmak ve bunun için kendi yaşamından vazgeçmek. Ölüm ve yaşam denklemini çözümlemenin, bu çelişkiyi aşarak geride bırakmanın yegane şartı uğruna ölümü göze alacak davanın haklılığına ve mutlak zaferine inanmaktır. Bu inancı koşullayacak olansa tarihsel akışın zorunlu yasalarının kavramak ve bilince çıkarmaktır. Bu kavrayış derinleştiği ve berraklaştığı oranda ideolojik duruşumuz da netleşecektir.
“Devrim tarlasının bir tohumu olabilmek insanlık aleminin tarihsel ilerleyişinde kendi eliyle yarattığı çirkefliklerin içinden sıyrılıp güneşe gömülebilmek; her türlü kişisel menfaatin yeminli düşmanı olup, davaya bağlılık temelinde silah elde sonsuzluğa yönelmek; insan bilincinin vardığı en yüksek düzey olan Marksizm-Leninizm-Maoizm biliminin ışığında ölümün kucağına koşmak… İşte her proleter devrimcinin sonsuzluğa yürüyüşünde geride bırakmak istedikleri.” (Halil Çakıroğlu) Ölümsüzleşen yoldaşlarımızın yaşamları boyunca tanık olduğumuz ve öğrendiğimiz tüm kişisel menfaatlerini bir kenara bırakarak devrime yönelmek. Mutlak zafere kilitli bir davanın neferi, önderi, komutanı, savaşçısı olma bilinç ve kararlılığını görüyoruz her birinin yaşamında. Bu bilinç onları yaşarken ölümü yenmeye, uğruna ölümü kucaklayacak bir inançla yaşamı anlamlandırmaya götürmüştür. Ölüm ve yaşam bu bilinçle karşılandığında, ölümü kucaklama durumu bir ayrıcalık değil, bir zorunluluğun kavranışı olarak karşılık bulmuştur. Ölümsüzleşen yoldaşlarımızın yaşamlarında tanıklık ettiğimiz de budur.
Yine parti ve devrim şehitlerine atfedilen Ocak ayının son haftasının doğru temelde kavranması, bu günün sınıf mücadelesinin ve örgütün içinden geçtiği süreçle birleştirilerek yoğunlaştırılması parti ve devrim ilişkisinin doğru temelde kavranması ve bilince çıkarılması ile mümkündür. Bu ilişki doğru biçimde anlaşılmadığında, kavranmadığında şehitlerimizi anmakla sınırlanan, görev savuşturan yüzeysel bir ele alış olacaktır. Ölümsüzleşenler proletaryanın devrim teorisini üretenler, bu teoriyi hayata geçirenler, bu teoriyi bulunduğu ülkenin koşullarında ete-kemiğe büründürenler ve bu yolda hiç tereddütsüz ölümsüzleşenler… Devrime kodlanan bir bilinç ve bunun için gerekli tüm araçların ve yol yöntemini belirleyen önderlerimizden savaşçılarımıza her birinin ölümsüzlüğe yürürken bu zorunluluğu hayata geçirmenin sembolleri olmuşlardır.
Proletarya Partisi’nin 48 yıllık tarihi bu anlattıklarımızın örnekleriyle yüklüdür. Daha kuruluş aşamasında kurucusunu kaybeden Proletarya Partisinin yolundan hiç şaşmadan yürümesinin nedeni, İ. Kaypakkaya yoldaşın ülke devrimine dair oluşturduğu fikirlerin netliği, berraklığı ve bu fikirlerin devamcıları tarafından doğru bir biçimde kavranmasıdır. İbrahim yoldaşın işkencehanelerden, Ahmet Muharrem Çiçek’in Şehremini’den, Meral Yakar’ın işkencedeki haykırışı Proletarya Partisi’nin temellerine kanlarıyla filiz ekenlerdir. Bu filiz yüzlerce ölümsüz yoldaşın kanıyla sulanarak büyümüş ve 48 yıllık kesintisiz savaş bu biçimde gelişmiş, ileri atılmış, geri düşmüştür. Savaşın bu tarihsel gelişimi içinde olan ve sabitlenen ise savaşın kesintisiz sürdürülmesi olmuştur.
Bu tarihsel akışın içinde ölümsüzleşen her yoldaş aynı zamanda kendinden önce ölümsüzleşenlerin devamcısı olmakla sınırlı kalmayarak, onların bıraktığı görevi daha ileri taşıyarak son görevlerini yerine getirmişlerdir.
Devrim mücadelesini koşullara bağlayan, koşullara bağlı strateji geliştiren küçük burjuva reformist hareketlerin devletin topyekün kuşatmasını gerekçe göstererek geliştirdikleri tüm teoriler mücadeleden ve savaştan kaçışın teori ve dayanakları olmuştur. Silahlı mücadelenin özelde gerilla savaşının bu ağır saldırılar altında yürütülemeyeceği savunusu aynı zamanda devrim fikri ve hedefinden vazgeçişi de anlatmaktadır. Oysaki devrimin önderleri mücadeleyi kavradılar ve yaşamlarıyla da geride kalanlara bunu öğütlediler. Roza Luxemburg ve Karl Liebknecht’in devrim hamlesi için koşulların el vermediği teorilerinin ve revizyonist kuşatmasının altında, tüm bu yaklaşımlardan koparak Büyük Ekim devrim, yolunda bir irade koyarak soluksuz yürüdüler. İçinde bulundukları çağın kendilerini kuşatan tüm olumsuz fikirlerini dağıtan komünistleri bugünkü çağda takip eden yeni komünistler olmuştur. Şerzan, Nubar ve Rosa, Özgür ve Asmin, Deniz ve Muharrem. Onlar bu çağda kendilerini kuşatan tüm olmazlık teorilerine, düşmanın her türlü kuşatmasına karşılık siyasi iktidar perspektifi ile soluksuz ve tereddütsüz yürümüşlerdir. Komünist bilinç, komünizm ideali bu duruşu ve bu yürüyüşü emrediyor çünkü.
Düşmanın her türden kuşatmasının ancak can feda bir direniş, kararlı bir duruş ve devrime kilitlenmiş bir yürüyüşle aşılacaktır. Düşmanın tüm kuşatmalarının yanı sıra, “gerilla savaşı için şartlar uygun değil” çığırtkanlığına eklenen gerilla savaşının “sol maceracı çizgiyi temsil ettiği” naraları eklenmiş ve tüm bunlara karşı tutunma savaşı ile saldırılar bertaraf edilmeye çalışılmıştır.
Yoldaşlarımızın oluşturdukları mücadele birikimi onların yaşam öykülerinde toplanırken, bu öykünün özünde Proletarya Partisine ve mücadeleye sıkı sıkıya bağlılık, kararlılık ve proletaryanın nihai kurtuluşuna olan inanç vardır. Ne Emre Bilgin yoldaşın kanıyla Proletarya Partisinin ismini duvara yazması, ne de başka ölümsüzleşen yoldaşlarımızın son nefeslerinde Proletarya Partisinin ismini haykırması saflarında ölümsüzleştikleri örgütün fetişizmi değildir. Bunların tümü enternasyonal proletaryanın ülkemizdeki temsilcisinin işçi sınıfı ve ezilenlerin bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesine sadece KP’nin öncülük edeceğine olan inancın ifadesidir. Bu nedenledir ki bu durumu bir haykırış değil aynı zamanda bir inancın ifadesi olarak anlamak ve kavramak gerekir.
Sınıf mücadelesi nihai zafere kadar içinden geçtiği sürecin özelliklerini çözümlemiş, buna komünist bir bilinçle hükmetmeye çalışan ölümsüzleşenlerimizle ilerleyecek. Bu akış bilince çıkarıldığı oranda ölümsüzleşenlerimizin temsil ettiği nitelik ve özellikler anlaşılacaktır. Mücadelenin ve Proletarya Partisinin içinden geçtiği dönemin özellikleri anlaşılmadan bu dönemlerin sembolü olan şehit yoldaşlarımız da anlaşılamaz. Eylül, Ekim ve Kasım 2020 tarihlerinde ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşların devrettiği görevlerin anlaşılması, sonuçlar çıkarılması ve bu görevlere hazırlanılması ancak böylesi berrak bir kavrayışın ürünü olabilir.
Yoldaşlarımız içinden geçtiğimiz süreçte gerek içeride gerekse de dışarıda Proletarya Partisini kuşatan tasfiyeciliğin özellikleri ve niteliği anlaşılmadığında, yoldaşlarımızın yaşamları ve ölümleriyle tasfiyeciliğe nasıl barikat oldukları da kavranamaz. İçte Proletarya Partisinin temellerini ortadan kaldırmaya yönelen tasfiyeci çizgi, proletaryayı önderliksiz bırakmayı hedeflerken, dışarıda düşman proletaryanın gerçek kurtuluş yolu olan halk savaşına ve gerilla mücadelesinin tasfiyesine yönelmiştir. Bu çift taraflı kuşatmaya karşı ölümsüzleşen yoldaşlarımız İbrahim Kaypakkaya yoldaşın tüm lekelerden arındırarak göklere çektiği bayrağın taşıyıcıları ve bu kuşatmaya karşı Proletarya Partisinin MLM çizgisinin andaki temsilcileri ve taşıyıcıları olmuşlardır. Bu imha ve teslim alma kuşatmasına karşı sadece silah elde konumlanmakla sınırlı kalmayarak, yoldaşlarımız ideolojik mücadelenin de birer özneleri olmaya çalışmışlardır. Bu duruş ve kavrayış aynı zamanda bir niteliğe tekabül eder ve meselenin sadece silah elde dövüşmekle sınırlı olmayacağını anlatır.
Düşmanın geliştirdiği tasfiye ve imha saldırılarına karşı ölümsüzleşen yoldaşlarımızın kaybı Proletarya Partisi açısından ciddi niteliksel bir kayba denk düşmektedir ve bu nedenledir ki geride bıraktıkları görevler boşluklarının fiziki olarak doldurulması olarak anlaşılmamalıdır. Yoldaşlarımız ideolojik ve politik duruşlarıyla, mücadele de ve Proletarya Partisi’nde kapladıkları yer bakımından önderleşmeyi, komutanlaşmayı ve savaşçılaşmayı emretmektedirler. Bu talimatın yerine getirilmesi ifade ettiğimiz gibi yoldaşlarımızın devrettiği görevlerin kavranması ile mümkündür.
Mercanlar’da Altılar, Aliboğazı’nda Hasret ile Gül ve ardından 2020 yılında ölümsüzleşen yoldaşlarımızın ortak noktası tasfiyeciliğe aldıkları tavır bu kuşatmayı Proletarya Partisi’ne ve halk savaşına tutunma iradesini geliştirerek parçalama iradesini geliştirmek olmuştur.
Proletarya Partisi’nin 48 yıllık tarihinde ölümsüzleşen başta önderlerimiz olmak üzere yüzlerce ölümsüzleşen yoldaşımız bir ideolojinin, bir çizginin sadece devamcıları olmakla sınırlı kalmayarak aynı zamanda bu çizginin uygulayıcısı ve geliştiricisi olmuşlardır. Halk Savaşı’nın ve Proletarya Partisi’nin bu savaşa önderlik etme düzeyinin geliştirilmesi uğruna yoldaşlarımız canlarını ortaya koymuşlardır. Bu gerçeğin diğer bir anlamı kitlelerin kurtuluşunun ancak kitlelerin savaştırılması ile mümkün olacağı gerçeğinin ölümsüzlüğe yürünmesi ile cisimleşmesidir. Onlar yaşamları ve ölümsüzlüğe yürüyüşleri ile birer kahraman olmayı amaçlamamışlardır. Yaşarken üstlendikleri görevleri yerine getirmede mütevazılıkla örülü bilinç son anlarına dek hakim olmuştur.
“Nerede mücadele varsa, orda fedakarlık vardır, ölüm de olağan bir şeydir. Ama halkın çıkarlarına, halkın büyük çoğunluğunun acılarına ilgi duyduğumuzdan halk için ölmek, ölümümüze bütün anlamını vermek demektir.” Bizi şekillendirmesi gereken, yaşam ve ölüm denklemini nasıl anlamamız gerektiğini Mao yoldaş net biçimde ifade etmiştir.
ÖLÜMSÜZ YOLDAŞLARIMIZDAN ÖĞRENELİM
Sınıf mücadelesinin her dönem ve süreci kendine has özellikleri ile birlikte bizleri şekillendirir ve kalıba döker. Bu nedenledir ki, devrimci saflara katılım dönemin özelliklerini bünyesinde taşıyan bireylerle gelişir. Burjuvazinin şekillendirdiği bireyin iliklerine sirayet eden hastalıklara müdahale ancak örgütlü yaşamın içinde yeniden kalıba dökülmesi ve şekil alması ile mümkündür. Farklılıklara rağmen ortak ruha sahip olmak ancak böyle mümkün olur.
Mücadelenin keskin dönemeçlerinde ölümsüzleşen yoldaşları birleştiren, ortaklaştıran ve aynı özelliklere sahip kılan tam da budur. Örgüt ve örgütlü yaşamda sağladıkları değişim ve dönüşüm, onları en berrak noktaya, ölümü yaşamın içinde kucaklama bilincine götürmektedir. Bu nedenledir ki her bir yoldaşımızın kendine ait yaşam ve mücadele geçmişi fedakarlık, cüretli olma, ataklık, gözü peklik, davaya ve partiye bağlılık gibi daha bir dizi özellikte hepsini ortaklaştırır.
Proletarya Partisi’nin ilk şehidi Ali Haydar Yıldız’dan son şehidi Ferdi Tosun’a kadar şehit düşen yoldaşların yaşamı kendi gerçeklikleriyle doğru temelde yüzleşerek, kendi ihtiyaçlarını değil halkın ihtiyaç ve çıkarlarını gözeterek, devrimi bir avuç kadro ile değil kitlelerle yapılacağını kavrayarak, PP’yi bu savaşın önder kurmayı olduğunu kavrayarak mücadeleyi adımladılar. Kimi küllerinden yeniden yarattı kendini, kimi ayağına asılı prangaları aşarak çelikleşti, kimileri sistemin kendilerine dayattığı olanakları elinin tersiyle itekleyerek atıldı savaşa, kimi geldiği sınıfın özelliklerini kaynaştırdı kavgada, kimi kendinden öncekilerin hesabını sormak için, kimi gelecek düşünü kurmak için… Ama hepsinin ortak düşü sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın yaratılmasıdır.
Devrimi gerçekleştirmeye kilitlenen bilinç, önderlik misyonunu kavramayı, örgütünü buna uygun şekillendirmeyi, buna uygun militan yetiştirmeyi ve buna uygun konumlanmayı beraberinde getirmiştir. Yoldaşlarımızın yaşamlarından ölümsüzleştikleri ana kadar geçen zaman bu bilinçle örülüdür ve bu bilincin yaşamlarında ki izdüşümleriyle yüklüdür. Onlardan öğreneceğimiz temel olgu budur. Kendimizi, kendi varlığımızı kavgada tanımlarken ne yapmak istediğimizi, nasıl yapacağımızı ve üzerimize düşen sorumlulukların ne olduğunu bu bilinçle çarpıştırarak şekilleneceğiz.
Onlar kendilerinden önce gidenlerin boşluğunu bu bilinçle doldurdular. Ne salt bayrak taşıyıcıları ne de isimlerini devralmadılar. Oluşan nitelik boşluğun doldurulması ancak oluşan boşluğun niteliğini anlamakla mümkündür. Bu nedenledir ki Nubar yoldaşın Proletarya Partisi’nin militanlarına çağrısı önderleşmedir. Devrim stratejimizin temellerinden olan gerilla savaşının sadece sürdürülmesi değil geliştirilerek ilerletilmesi için Özgür ve Deniz yoldaşların çağrısı komutanlaşmak olmuştur. Yine Rosa, Asmin ve Ferdi yoldaşlar savaşta sürekli gelişim ve ilerleme çizgisinde gelişim göstermişler ve ölümsüzleşen yoldaşların boşluğunu bir adım öne çıkarak doldurmuşlardır. Yoldaşlarımızın PP’ye doğru attıkları adım aynı zamanda devrim iddiasına, savaşı başarma kararlılığına doğru atılan adımlardır.
Bu gerçek tüm ölümsüzleşen yoldaşlarımızın ardıllarına devrettikleri görevlerdir aynı zamanda. Öğrenmek bir yanıyla onların yaşamlarından öğrenerek ilerlemekken bir diğer yanı da ölümsüzleşenlerimizin örgütte ideolojik zaaflardan arınmanın, politik etkinliği arttırmanın ve sürekli gelişimin anahtarı haline getirmektir. Yoldaşlarımızın mücadele yaşamımızda sadece bireysel gelişimin değil, kolektif gelişimin ve sıçramanın dinamiği haline gelmeli, getirmeliyiz.
2021 YILI PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİ HAFTASINA DAHA GÜÇLÜ HAZIRLANALIM!
Eylül, Ekim, Kasım aylarında savaşın merkezinde ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşlarla karşılayacağız 2021 yılının Ocak ayını. Kavganın en seçkinleri ve cesurları, önderlik düzeyinde ve komutanlık düzeyinde toprağa düştü. İçinden geçtiğimiz koşullarda ve düşmanın her türden saldırısının devam ettiği koşullarda gireceğimiz Ocak ayı etkinliklerine bu bilinçle hazırlanmalıyız. Ölümsüzleşen yoldaşlarımızı mücadele de gelişim kaldıracı haline getirmek, onları kitlelere mal etmek ve kendi ellerimizde bir meşaleye dönüştürmeliyiz.
Düşmanın “bitirdik” naralarıyla sürdürdüğü kuşatmayı can bedeli karşılayan yoldaşların takipçileri olarak, bu kuşatmayı bulunduğumuz her yerde yarma görevi bizleri beklemektedir. Düşmanın yoğun kuşatması altında bedel ödemek kadar bu bedelin verdiği ideolojik-politik mesajı algılamak da önemlidir. Nubar, Özgür, Deniz, Rosa, Asmin, Muharrem ve Şerzan yoldaşlar savaş çizgisini en önemlisi de iktidar perspektifli konumlanışın tereddütsüz isimleridir. Bu düşman kavrayışıdır, tarih bilincidir, yolun uzunluğunun kesin kavranışıdır. Bu tutum tüm alanlarda, faaliyetlerde bir siyasi çizgi olarak kavranmalıdır.
Tereddüt etmemek, çelişkileri keskinleştirmekten korkmamak, doğru olan şeyi doğru anda ve zamanda en korkusuz şekilde hayata geçirmek tüm sürecin ana halkasının kavranması, Halk Savaşı çizgisinin tüm cephelerde donanması anlamına gelecektir. Bu nedenledir ki savaşın sorunu aynı zamanda ezilen halk yığınlarının çelişkilerinin doğru temelde ele alınması ve yönlendirilmesi sorunudur. Savaşın ve gerillanın sorunu aynı zamanda onun etrafını dolduracak, hareket alanını genişletecek, savaşta etkin ve yetkin bir konumlanış almasını sağlayacak şekilde meseleyle ilişkilenme, olanakları seferber etme, örgütü ve en yakın kitleyi bu savaşı sahiplenecek düzeye getirme mücadelesidir.
Ocak ayı boyunca yürüteceğimiz faaliyetler hedefe kilitlenmiş biçimde soluksuz yürümeyi bize dayatmaktadır. Nasıl ki yoldaşlarımız sadece bayrağı devralmakla kalmayarak onu daha da ilerde dalgalandırmaya çalıştılarsa, bunun için kavgaya atıldılarsa biz de aynı bilinçle yürüyeceğiz. Sadece yoldaşlarımızın bıraktığı bayrağı taşımayacak bu bayrağı her tarafta dalgalandırmayı hedefleyeceğiz. Geçmişteki görevler ile bugünkü görevler, bugünkü görevler ile gelecekteki görevler, mücadeleyi keskinleştirme ile kitlelerin çelişkilerini yakalama, içinden geçtiğimiz tarihsel koşullardaki sorumluluk ile tarihsel eğilim arasındaki ilişkiyi doğru kurmak, sorumluluk tanımını buna göre yapmak zorunludur. Her cephede kendi perspektifimizi, bugünkü özgün sorunda ortaya çıkan çelişkiyi kitlelere ve en ileri kitlelere yaratıcı şekilde anlatmak, siyasal sorunlar karşısındaki konumlanışı şekillendirmek ve bu bilincin nasıl ve ne biçimde bir devrimci çalışmaya dönüştürülmesi gerektiğini bulma görevi vardır. Bu cüret, cesaret, iktidar perspektifi, savaşın sorunlarına odaklanma, kitlelerin politik çelişkilerinde ana halkayı yakalama çabası, geleceği karşılayacağına inandığımız tutunma savaşının çeşitli olanaklarla kuşatılması göreviyle kaynaşmalıdır. Bu kaynaşma dar bir örgütsel çıkar, ihtiyaç olarak kavranmamalıdır. Bu sınıf savaşımının tasfiyecilikle kuşatılan, yılgınlıkla zehirlenmeye çalışılan yanına karşı komünist bir kararlılık ve tutumu ifade edecektir. Bu enerjik ve aktif bir ideolojik mücadele yanında, güçlü ve kararlı bir devrimci pratik ve yönelimi gerektirir. Bu aynı zamanda şovenizm kuşatmasını parçalama, devrim fikrinin iğdiş edilmesine karşı her şeyi kazanmaya kilitlenmiş çizginin örgütlenmesi meselesidir.
Tüm bu hedefleri başarmaya odaklanmış ölümsüzleşenlerimizi aynı ruhla anmak, bu ruhla görevlere sarılmak ve bu ruhla anmak için tüm benliğimizle kavgaya atılalım!