Devrim için kahramanlık yapmak, devrim için, özellikle de komünizm için canını feda etmek şehitlerimizin temel özelliğidir. Bu özellikleriyle her biri öncülerimiz, sürekli parıldayan yıldızlarımız, yılgınlık, umutsuzluk zamanlarında yol gösterenlerimizdir. Bu temel özelliğin kavranması her devrimcinin, özelikle de her komünistin aynı yolda ilerlemesi ve aynı seviyede konumlanması bakımından belirleyicidir. Onlardan bahsettiğimiz, onları andığımız her anda aynı temel özelliği konuşuyor, değerlendiriyor ve onlardan bunları öğreniyoruz demektir. Bu özelliğin temelinde şu vardır: Bir komünistin düşüncesinde bugün yaratılabilecek bir sınıfsız ve sömürüsüz dünya yoktur; onun düşüncesinde bunun için bugünden verilen ve mutlaka tamamlanacak devasa bir kavga vardır. Bu kavganın muazzam derecede büyük olduğunu biliyoruz. Bütün büyük devrimlerde süreç böyle yaşanmıştır; devrim dönemlerindeki büyük alt üst oluşlarda, yıkım ve inşa, derin umutsuzluk ve büyük diriliş iç içe ve yoğun çatışmalar içinde var olmuştur. Tarihin ve şehitlerin büyük anısının öğrettiği şeyin yaşanacak bir dünya için bugünkü yaşanmaz dünyaya karşı büyük bir kavga vermek gerektiğidir. Bireyin sadece kendisi için yaşayamadığı, kendi başına var olamadığı dünyada toplumsal kurtuluş için, toplumsal ilerleme için öne çıkmak, bu yola öncülük etmek kendi başına büyük bir sorumluluktur ve eşsiz bir değerdir. Kuşkusuz bunun, bireyin kendi eylemi olduğu söylenemez. Her birey, her öncü, her devrimci içinde olduğu toplumsal hareketin bilgisiyle, birikimiyle doludur. Onların uğruna savaştıkları dünya salt “kendi dünyaları” değildir, içinde yer aldıkları toplumsal hareketlerin dünyasıdır. Bu yüzden onlar ezilenlerden, haklı olanlardan, baş kaldıran sınıflardan, bir toplumsal direniş ve dönüşümden söz etmişlerdir. Aynı şeylerden söz etmeye devam ediyoruz. İçinde olduğumuz toplumsal gerçeklerin kurtulmamız gereken gerçekler olduğunu söylüyoruz. İnsanlığın her bakımdan yıkıma, ahmakça bir karanlığa doğru sürüklendiğini görüyor ve bundan kurtulmanın mümkün olduğunu, bunun bir yolunun olduğunu söylüyoruz. Bu türden yıkımlar ve büyük karanlığa doğru sürükleniş tarihin farklı dönemlerinde defalarca yaşanmıştır. Böyle her dönemde “kendi başına” davranan, “kendi başına” düşünen bireyler umutsuzluğa düşmüş, girdaba kendini bırakmıştır. Buna karşın toplumlar bir bütün olarak ele alındığında buna ayak direyebilmiş ve kurtuluş yolunu bulmuşlardır. Bugünkü benzer koşullara bakarak benzer kurtuluş yollarını inkâr edenler, “bugün daha da kötü” diyerek “kurtuluşu” anlamsızlaştıranlar olsa da üzerimizdeki sorumluluğun “son sınıf kavgasını” tamamlamak olduğunu düşündüğümüzde bu düşüncenin ne kadar gerici olduğunu anlayabiliriz. “Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık; enternasyonalle kurtulur insanlık” dendiği unutulmamalıdır.
UMUTSUZLUĞUN YOĞUN OLDUĞU YERDE UMUT DA YEŞERİR
İçinde olduğumuz koşullar insana güvenin, gelecekten umutla söz etmenin pek de kolay olmadığı koşullardır. İnsanlığın sahip olduğu olanaklar ve geliştirdiği yetenekler muazzam olduğu halde yaşamlarımız hiç de muazzam değildir! Yoksulluğun, yer yer açlığın, bitmek bilmez haksız savaşların, açıkça yaşanan talanın, büyüyen umutsuzluğun pençesindeki yaşamlara tanıklık ediyoruz. Yaratılan büyük olanakların, gelişmiş büyük yeteneklerin insanlığın değil, bir avuç egemenin hizmetinde olduğunu görmek, yaşayabilmek için sömürüye, aşağılanmaya, kirletilmeye, düşünmeden var olmaya mahkûm edilmek günümüzün yadsınamaz bir gerçekliğidir. İnsanlık her zamankinden çok daha güçlü, bilgili olduğu halde her zamankinden daha fazla karamsardır. Kölelerin isyanları, köylülerin bitmek bilmez savaşları bugün hayal gibidir. Oysa her büyük yıkımın eşiğinde insan aynı durumu yaşamıştır: kurtuluş büyük bir çoğunluk için olanaksız görünmüştür; ama her seferinde buna karşı çıkan birileri de olmuştur. Devrimci öncüleri, büyük liderleri, kurtuluş için kitlelere yol gösterenleri unutmak tarihi silmekten başka bir şey değildir.
Şehitlerimiz yaşanmaz haldeki dünyada yaşanabilir bir dünyanın düşünü kuranlardır. Bir düşten bahsetmemiz bazılarına tuhaf gelebilir ya da düş kurmanın bir kurtuluş yolu olamayacağı söylenebilir. Ne var ki her düş boş değildir, geleceksiz değildir; insanlık, tarihi boyunca düşler kurmuş ve bunların en iyileri zamanı geldiğinde gerçekleşmiştir. Bugün var edemeyeceğimizi bildiğimiz bir dünya için düş kurmak o dünyanın yaratılmasının biricik olanağıdır. Komünizmin bugün için bir fikir olduğunu biliyoruz; komünizmin bugün için olanaksız olduğunun farkındayız. Bununla birlikte farkında olduğumuz bir şey daha var; bu düşü yaratacak olanlar bugün bizimledir. Hem bu düşü yaratacak sınıf olarak bizimledir hem de bu düşü kuran düşünürler, önderler ve öncüler olarak bizimledir. Dünyanın tüm değerlerini yaratanlar, devasa fabrikaları çalıştıranlar, bitmek bilmez yolları inşa edenler, uzayı öğrenmemizi sağlayan araçları geliştirenler ve daha nicesi bizimledir, komünistler de bizimledir. Komünizm için düşünenler, savaşanlar da bizimledir. Dünyanın her bir yanında, büyük yıkıma doğru sürüklendiğimiz koşullarda kızıl bayrakları sallayanlar ve onlarla yürüyen, yürümeye hazır milyarlar bizimledir. Görmeyenlerin, duymayanların sadece bugün görmediklerini, duymadıklarını söylemeliyiz; yarın, öbür gün görmeyenler de görecek, duymayanlar da duyacaktır. Dünya sadece yıkıma sürüklenmiyor, aynı zamanda kurtuluş yolunda ilerliyor. Bunu bize öğretenler özellikle şehitlerimizdir.
Büyük kitleler her geçen gün egemenlerin vaat ettiği kurtuluşun gelmediğini görüyorlar; geleceği kurtarmak adına attıkları adımların bir hiç olduğunu anlıyorlar. Büyük umutsuzluklarının temelinde inandıkları egemenlere karşı gelişen inançsızlık var. Onların bu büyük umutsuzluğu umudumuzun kaynağıdır. Şehitlerimizin yaşamındaki ya da can feda davranışlarındaki önemli kaynaklardan biri budur. Büyük umutsuzluk içindeki umudu kavradığımızda şehitlerimizin yolunun, önümüzdeki bu yolun ne derecede aydınlık olduğunu görebileceğiz. Onların inandığı şey kitlelerin mevcut haldeki durumları değil, bu durumda içerili olan kurtuluş zorunluluğudur. Bu zorunluluğu bize öğreten ve bundan sonra da öğretecek olan MLM’dir, toplumların tarihidir, proletaryanın koşullarıdır.
Şehitlerimiz, bir dava uğruna savaşan ve canını feda eden, insanlığın kurtuluşu davasına inanan, bunun için ne yapılması, nasıl davranılması gerektiğini gösteren yoldaşlarımız, dava arkadaşlarımız, siperdaşlarımızdır. Onların öğrettiği en önemli şey toplumsal düşünmektir, kitlelerin kahramanlığına güvenmektir. Canlarını ortaya koyduklarında her biri sömürüsüz ve sınırların olmadığı bir dünyanın bugünden kurulamayacağını biliyordu. Her biri büyük bir kavganın öncüleri olduklarını, sadece yol gösterdiklerini ya da yol açtıklarını, o yolda şehit düşeceklerini biliyordu. Bunun bir inanç olduğu kuşkusuzdur ve bu inanç, her inanışta olduğu gibi hatalar taşıyor olabilirdi. Buna rağmen yola çıktılar. Çünkü hataları aşmanın da yolu eylemektir, konu yol ise eğer o yolda yürümektir. İnandıkları şeyin temelde kitlelerin kurtulmak zorunda oldukları bir dünyada, bir toplumsal düzen içinde yaşadıklarıdır. Bu bir inanç değildir işte, bu bir gerçekliktir. İçinde yaşadığımız gerçekliğin kendisidir bu. Mahkûm edildiğimiz bu yasal soygun ve talan dünyasında yaşamaktansa bu dünyaya karşı ayağa kalkmak ve ayağa kaldırmak için can feda etmek yeğdir.
Kitlelerle ilişkili olmak, onlardan öğrenmek şehitlerimizin can feda davranışına kaynaklık eden büyük umutsuzluğu kavramak için belirleyici önemdedir. Merkezinde işçi sınıfının kötü ve düzelmez yaşam koşulları, derin açmazları olan büyük umutsuzluğun incelenmesi, açığa çıkarılması ve aşılması gerekir. Bunu yoksulluğu derinleşen, elindeki üretme olanaklarını kaybetmekte olan, hatta üretmemeye iteklenen köylülerin yaşamı için de yapmalıyız. Gözlerimizin önünde köylüler üretmemeye iteklenmektedir. Ürettiğini satamayan, olanaklarını kaybeden, gelecek umudunu toprağa gömen milyonlarca köylü çaresizlik içinde sürüklenmektedir. Bu insanların, savruldukları yerlerde büyük umutsuzluğun içinde debelendikleri bir gerçekliktir. İşçi sınıfının çıkarları ile bu insanların çıkarları aynı yerde birleşmektedir: şehitlerimizin açtığı yolda…
KİTLELERİN HAREKETİNE DAYANAN DEVRİMCİ ÇİZGİYLE YÜRÜYELİM
Onları farklı kılan önemli bir özellik de devrime ve onun araçlarına olan bağlılıklarıdır. Geniş kitlelerde olduğunu söylediğimiz büyük umutsuzluğa rağmen devrime ve onun araçlarına bağlı kalmak büyük bir meziyettir. Bunu incelemek, bunu anlamak, bunu öğrenmek her birimizin işi olmalıdır. Nedir bunu olanaklı kılan?
Bunu olanaklı kılan en önemli şey devrim çizgisidir. Bir devrimci çizgiye sahip olmak, bunun doğru olduğunu bilmek, her şeyin merkezinde bu olmak koşuluyla devrimci eyleme, harekete katılmak kitlelerle kuracağımız devrimci ilişkinin temeldir.
Devrimci çizgi her koşulda bir olgu halinde görülebilir, hissedilebilir olmalıdır; belirsiz, somut yapılara, kurumlara, kişilere, amaçlara, ilkelere dayanmayan, genel söylersek eğer “somutlaşmayan” bir devrimci çizgiden bahsedilemez. Böyle bir çizgiden bahsediliyorsa eğer bilmeliyiz ki havanda su dövülmektedir. Hemen her bakımdan somut olan, dahası teknik ve sayıca çok üstün olan bir düşmana karşı somutlaşmayan bir fikrin başarısı olanaksızdır. Kitlelerin eylemi devrimci fikrin tek gerçekleşme alanıdır. Bunun dışında kalan devrimci fikrin her şeyiyle somut ve güçlü olan düşmanı bırakalım alt etmeyi, sarsması bile olanaksızdır. Devrimci fikrin, dolayısıyla devrimci çizginin somutlaşması bu nedenle onun kaçınılmaz geleceğidir; o somutlaşmak zorundadır ve devrimci ise eğer zaten somutlaşacaktır. Devrimci fikir ancak somutlaşma gücüne, potansiyeline sahipse devrimcidir. Bu yaklaşım bizi devrimci fikrin somutlaştığı yapıya, devrimin biricik merkezine, partiye getirir. Şehitlerimizin devrim için merkez olan bu yapının parçaları olduğunu, kendilerini ancak bu yapıyı merkezlerine alarak gerçekleştirebildiklerini, bu olmadan onların devrime gerçek anlamda hizmet etmiş olamayacaklarını unutmamalıyız. Bu kesindir, bunun aksi düşünülemez. Bu nedenle her eylemimizin, her değerimizin ve doğal olarak şehitlerimizin de merkezinde ihmale gelmez, olmazsa olmaz bu yapı vardır. Her şeye o yön vermelidir; her şey onun merkezde olduğu bir süreç içinde gerçekleşmeli, gelişmeli, inşa edilmelidir. Onun merkezde olmadığı, onun gerçek anlamda önderlik etmediği herhangi bir sürecin ne kadar devrimci görünürse görünsün ne kadar coşku uyandırırsa uyandırsın geleceğin inşasında başarısız olacağını bilmeliyiz. Bu anlayışı bugün özellikle öne çıkarmalıyız. Şehitlerimizin üzerinde yükseldikleri temelin bu olduğunu bilerek, kendimizi aynı temelde geliştirebileceğimizi kavrayarak bu merkeze göre düşünmeli ve davranmalıyız. MLM’nin önderlik etmediği bir sürecin kitlesel karakter taşısa da devrime hizmet edemeyeceği açık olmalıdır. Elbette bu yapının sağlamlaşacağı, gelişeceği yer güçlü bir kitle hareketidir. Kitle hareketlerinin, partinin sağlamlaşacağı temel olduğunu asla ihmal etmemeliyiz. Bu kitle hareketi partinin güçlü kitle temelidir. Bundan mahrum olunduğunda her bakımdan üstün olan güce karşı uzun süreli bir hareket yaratmak olanaksızdır. Günümüzde bunun daha da zorlaştığını kabul etmeliyiz. Bununla beraber biliyor ve görüyoruz ki bütün bir kapitalist sistem kitlelerde derinleşen bir umutsuzluk üretmeye devam etmektedir. Bu devam ettikçe devrimin kitle temelinin güçlü olacağı ve daha da güçleneceği kesindir. Temel sorunun bu güçlü temeli parti merkezde olacak biçimde birleştirmektir.
YETMEZLİKLERİ GÖRELİM VE ORADA YOĞUNLAŞALIM
Şehitlerimizin kitle ve savaşla ilişkisindeki temel zayıflığın da partinin yetmezlikleri olduğunu söylemeliyiz. Onların eylemlerinden, yaşamlarından, başarı ve başarısızlıklarından öğreneceğimiz en önemli şeylerden biri de budur. Bu çok temel bir meseledir ve bu meselenin ciddi bir şekilde önemsiz kılındığı bir süreçten geçtiğimizi de düşünürsek buna vereceğimiz emeğin büyük olması gerektiği anlaşılır olacaktır.
Son yıllarda bizim de bünyemizden çıkan belli bir kesimin devrim çizgisinin yerine belirsiz ve her şeye açık “birlikler” önerdiğini, bu türden birliklere yaslanarak kitlelere seslenmeyi tercih ettiğini biliyoruz. Bu tutumun devrimci bir tarz geliştirmesi olanaksızdır; bu kitlelerdeki büyük umutsuzluğun utangaçça paylaşılmasından başka bir şey olamaz. Proletaryanın ideolojisine, bu ideolojiden beslenen genel siyasi hattına ve onun araçlarına dayanmadığımız her durumda kitlelerin büyük umutsuzluğuna kapılmamız kaçınılmazdır. Her düşünce, nihayetinde beslendiği kaynağa döner. Bu eğer devrimci bir kaynak değilse o düşünce devrimci bir rol oynayamaz. MLM’den sapan her düşüncenin kaynağı bu büyük umutsuzluktur. Komünizm fikrini tarihten, proletaryanın kendi hareketinden, sınıf savaşımının bütününden değil de etrafındaki küçük veya orta burjuvazinin türlü akımlarının hareketinde arayan düşünceler, yaklaşımlar, politikalar yenilmeye mahkûmdur. Şehitlerimizin özgünlüğü devrimci çizgiyi kitlelerin genel eğilimlerinde değil, MLM’de, onun ilkelerinde, komünist liderlerin görüşlerinde, incelemelerinde aramaları, bulmaları ve kitlelerin genel eğilimini bununla değiştirme çabalarıdır. Bu çabanın zorlu olması ve uzun süreli bir savaşla ilişkili olması hiç de ürkütücü olmamıştır onlar için. Yukarıda da değindiğimiz gibi onlar kendilerinin yaşayacağı kurtulmuş bir dünya için değil, komünizm için, yaşayamayacaklarını bildikleri bir gelecek için ve büyük bir yol üzerinde yaşamayı benimseyenler oldular. Bunun bir tercih olduğu söylenebilir. Hayır, gerçekte bu bir tercihten fazlasıdır. Aslında bu zorunluluğun kavranması ve hayata geçirilmesidir. Onlar kitlelerin buna zorunlu olduğunu, yaşadığımız dünyanın kitleler tarafından değiştirilmek zorunda olduğunu kavrayarak, bu doğrultuda hareket ettiler. O halde onlardan öğrenmek dediğimiz şey aynı zamanda kitlelerin zorunlu oldukları eyleme göre düşünmek ve buna uygun davranmaktır.
SAVAŞ İÇİNDE SAĞLAMLAŞACAĞIZ
Şehitlerimizi anarken onları bir savaşta kaybettiğimiz asla unutulmamalıdır. Onları büyük öncüler, yolu açan ve yolu gösteren büyük öncüler haline getiren şeyin bir savaş olduğu gerçeği kitlelerin zorunlu oldukları eylemin içeriği bakımından büyük önemdedir. Bu bizim için hiçbir koşulda ihmal edilemezdir. Öğretimizin temel görüşlerinden biri “ordusu olmayan halkın hiçbir şeyi olamayacağı”dır. Son çeyrek yüzyılda özellikle tanık olduğumuz halk ayaklanmaları bize bunun tam olarak doğru olduğunu ispatlıyor. Çeşitli ülkelerde halklar defalarca ayaklandılar, yaşam koşullarına baş kaldırdılar, kendilerini yönetenleri başlarından atmak, ülkelerinden kovmak istediler. Bunların dışarıdan yapılan kışkırtmalarla meydana geldiği söylendi, belli başlı güçler bu ayaklanmaların kaynağı olarak tartışıldı vs. Fakat hiçbir iddia ve hatta kışkırtma gerçekliği kitlelerini isyanlarındaki haklılığı ortadan kaldırmaz. İbrahim yoldaşın Şeyh Sait İsyanı için yaptığı belirlemenin içeriğini hatırlayalım; o ezilen bir ulusun haklı isyanını bir kışkırtma sonucunda gerçekleşse de haklı olacağını söylemiştir… Eğer bir yerde kitlelerin devrimci isyanı varsa orada kitlelerin kurtulma isteği de vardır. Bu isteğin de kaynağı tartışmasız yönetilme biçimleridir. Elbette kitlelerin ayaklanmasından çıkarı olan gerici, emperyalist güçler olabilir ve birçok ayaklanmada bu güçlerin parmağı olduğu reddedilemez. Ancak bu, kitlelerin isyanındaki devrimci öğeleri, haklılıkları inkâra yol açmamalıdır. Sonuçta sözünü ettiğimiz dönemde haklı nedenlere dayanarak isyan eden halklar aldatıldılar, isyanlarını sonuçlandıramadılar. Bu deneyimler bizim için “ordusu olmayan halk” konusunda temel bir uyarı niteliğindedir. Şehitlerimizin savaş içinde, bir ordulaşma sürecinde canlarını feda etmiş olmaları bu nedenle belirleyici derecede önemli bir konudur. Kavgamızda bizi güçlendirecek, sağlamlaştıracak şey pratiktir ve bu da nihayetinde savaştır. Biliyoruz ki sadece savaşan bir güç kitlelerden bir ordu inşa edebilecektir. Son çeyrek yüzyılda tanık olduğumuz isyanlardaki, ayaklanmalardaki aldanmaların, yenilgilerin, başlangıçtan daha geri noktalara düşmelerin nedeni bu isyanların bir savaşa göre gelişmemeleri, bir savaş içinde örgütlenmemeleridir. Hatta halihazırda gelişmeyen, sağlam bir yapı halinde örgütlenemeyen devrimci hareketlerin de temel zaafı bir savaş içinde olmamalarıdır. Savaş halkların çelikleşeceği yegâne yerdir. Ancak orada egemen gerici güçleri, proletarya bakımından söylersek burjuvaziyi alt edebileceklerini kavrayabileceklerdir. Böyle bir şeyin olmadığı yerde sağlamlaşan bir kitleden, yenme ve yönetme bilinci geliştiren bir kitleden söz edemeyiz. Savaşa göre şekillenmek şehitlerimizin öncü rolünde temel bir özellik olmuştur.
ONLARI KAVGAMIZIN HER ANINDA ANMALIYIZ Kİ YENİLENEBİLELİM
Şehitlerimizi onların yolunda olduğumuzu, adımladıkları yolun büyüyeceğine, yürüneceğine inandığımızı göstererek anabiliriz. Bu yolda bilinçle ve sabırla yürümeliyiz. Onların bağlı olduğu kurtuluş yolu kitlelerin zorunlu olduğu yoldur ve bu yol yürümekte olduğumuz yoldur. Temel özellikler olarak ifade ettiğimiz kavrayışlar taşıdığımız zaafların, eksikliklerin karşıtıdır. Unutmamalıyız ki iki çizgi mücadelesi dediğimiz şey bütünde ve her birimizde mevcut olan komünist çizgi ile toplumda egemen olan çizginin bizdeki yansımalarının savaşımıdır. Halkla kurduğumuz ilişkide bu savaşım her an verilmektedir. Şehitlerimizin yolu ile kurduğumuz ilişkide bu savaşım her an gerçekleşmektedir. Devrimle, devrimin araçlarıyla kurduğumuz ilişki her an bu savaşımla şekillenmektedir. Bu savaşımı, iki çizgi arasındaki bu mücadeleyi kim yönlendirmektedir? Bu soruyu her zaman sormalıyız. Bu soruya yanıtlar aradığımızda özeleştiri de başlayacaktır. Geri, zayıf, bireyci yanlarımızı ortadan kaldırmak için bu mücadele gerçekleştirilmelidir. Doğru şekillenmenin yegâne yolu budur. Halkın değerlerini korumak, halkı kendinden bile korumak komünistlerin, devrimcilerin en bilindik ve gururla övündükleri bir özelliği iken bugün bu özelliğin kaybolduğu görülmektedir, bu büyük ilke yer yer ihmal edilmektedir. Şehitlerimizin anısı önünde bu çok geri bir tutum değil midir? Savaşmaktan, ileri atılmaktan, tehlikeleri göze almaktan çekinen bir devrimci, bir komünist asla görevlerini layıkıyla yerine getiremez. Kurduğumuz ilişkilerin niteliği bu özellikleri taşımıyorsa iki çizgi mücadelesinde burjuvaziye kaybediyoruz demektir. Buna tahammül etmemiz savaşı kaybetmekle eş anlamlıdır. İki çizgi mücadelesinin durağan, ertelenebilir, kısa süreli bir mücadele olmadığını, şehitlerimizin hatalarında da bu mücadeledeki başarısızlıkların olduğunu bilmeliyiz. Onları anarken öğreneceklerimizin içinde bu hatalar da olmalıdır.
Önümüzdeki yol şehitlerimizin yoludur. Onları bu yolda yürüyerek, bu yolu büyüterek anıyoruz. Onların yaşamından, can feda davranışlarından öğreneceğimiz çok şey bulunmaktadır. Onları okumak, onlar için yapılan türküleri söylemek, onlar hakkında konuşmak, tanıyanlardan onları dinlemek ve hizmetinde olduğumuz devrimin ve devrimin araçlarının görevlerini titizlikle yerine getirmek onlardan öğrenmektir. İçinde olduğumuz her pratik de bunun sınandığı pratiktir.
Komünistlerin görevinin kitlelerin kaçınılmaz kurtuluş çığlıklarına, eğilimlerine önderlik etmek olduğunu ve şehitlerimizin bu göreve soyunduklarını, bu görevi yerine getirirken ölümsüzleştiklerini bilmeliyiz. Önümüze korku duvarları konmaktadır ve tabii ki konacaktır. Yolumuzun çok zorlu olduğu ve daha da zorlaşacağı söylenmekte dolayısıyla aşılmaz engellerle dolduğu söylenmektedir ve tabii söylenecektir. Bizim sözümüz her durumda şudur: “Komünist olarak biz hiçbir şeyden korkmayız. Dahası, Parti, ölüme meydan okumak ve canımızı parmaklarımızın ucunda taşımak üzere bizleri çelikleştirmiştir, ki devrim bizden canımızı talep ettiği an derhal verebilelim.” (Başkan Gonzalo, “Başkan Gonzalo Konuşuyor”dan) Böyle bir partinin bütünlüklü inşası için mücadeleye şehitlerimiz gibi atılalım ve kavgaya can feda sarılalım…