Koronavirüs ülkemizde hızla yayılmaya devam ediyor. Birçok devlet gibi salgının ilk günlerinde hiçbir tedbir almayan faşist iktidar, salgın yayıldıktan sonra göstermelik tedbirler almaya başladı. Tedbir diye açıkladıkları ilk şey, üretim adı altında patronları ve kendi sermayelerini koruyacak ekonomik destek paketleri açıklamak oldu. Halka ise “herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” diyerek salgınla kendi başınıza mücadele edin dendi. Salgına karşı yapılması gerekenler konusunda doğruları ortaya koyan bilim insanlarının ve doktorların önerilerine kulaklarını tıkayan devlet, sadece ve sadece üretimi, ihracatı korumaya odaklandı. Egemenler üretimi devam ettirme ve kar hırsı uğruna işçileri alınan tüm “tedbir”lerden muaf tuttu. Bu da yetmiyor gibi salgını ekonomik fırsata çevireceklerini propaganda ederek, salgın sonrasında “güzel günler bizleri bekliyor” diyerek halkın tepkisini satın almaya çalıştılar. Aldıkları “tedbirler” işçi sınıfına verdikleri değerin yansıması, burjuvazinin aynasıydı.
Peki ne oldu sonra? Salgın hızla yayıldı, halk sağlık hizmetlerinden yoksun bir biçimde bir başına bırakıldı. Vaka ve ölüm sayıları artarken devlet göz boyamak için 65 yaş ve üstü insanlara sokağa çıkma yasağı getirdi. Yeterince belirti göstermediği için salgının en çok gençler üzerinden yayılabileceği bilinmesine karşın yaşlı insanlar üzerinden senaryolar yazıldı, ölümler açıklanırken bu insanların “yaşlı” ve “hasta” olduğu özellikle vurgulandı. Virüsün yayılmasını gizleyemeyen devlet sürekli olarak hedef şaşırtmaya çalıştı.
İlerleyen günlerde seyahat kısıtlamaları; il, ilçe, köy bazında karantina ve 20 yaş ve altı gençler için sokağa çıkma yasağı kararı alan devlet bir kez daha göz boyamaya çalıştı. Tüm bu göstermelik tedbirler salgının yayılmasına engel olmuyordu. Çünkü işçiler sağlıksız koşullarda, dip dibe çalıştırılmaya devam ediyordu. Devletin üretimi ve patronları ayakta tutmaya endeksli salgın politikası, üretim zorunluluğu dayatarak; işçilere, kendi başınızın çaresine bakın diyerek bütün halkı salgının hedefi haline getirdi. İktidar ve patronlar kârlarını korumaya o kadar şartlanmışlardı ki ek bir genelge yayınlayarak 20 yaş ve altındaki kişiler eğer işçiyse sokağa çıkma yasağının onlar için geçerli olmadığını açıkladı. Seyahat yasaklarının ticari işler ve işçi servisleri için geçerli olmadığını da duyurdular. Ne olursa olsun, işçiler ve aileler büyük risk altında olsa da çarklar dönmeli, işçiler çalışmalı, patronların ve devletin kasası dolmaya devam etmeliydi. Son olarak ise Türkiye’de iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildi bu yasağın hafta sonuna getirilmesi ise işçi-emekçiler açısından çok manidar oldu ve sokağa çıkma yasağının haftasonları olarak devam edeceği de duyuruldu.
Devletin işçi düşmanı politikasından cesaret alan patronlar onlarca işyerinde koronavirüs vakalarını gizledi. Fabrikalarda, şantiyelerde işçiler hastalanmaya, karantinaya alınmaya başladığında ise patronlar gerçek yüzlerini göstermeye başladı. İşten atma ve tazminat haklarını gasp etme tehdidiyle işçiler çalışmaya zorlandı.
ÖLÜM PAHASINA ÜRETİM!
Akar Tekstil’de ise patron fabrikada koronavirüs çıkması nedeniyle iş bırakan işçilere sopalarla saldırdı ve Akar’da 50’yi aşkın işçinin testi pozitif çıktı. Valfsan patronu işçilere “üretim durursa tazminatsız işten atarız” diyerek tehditte bulundu. İnşaat işçilerine “çalışırken virüs kaparsam tüm sorumluluk bana aittir” taahhütnamesi imzalatıldı. Galataport şantiyesinde koronavirüs pozitif çıkmasına rağmen işçiler çalıştırılmaya devam edildi ve üretime devam kararı sonucunda Dev Yapı-İş Sendikası temsilcisi Hasan Oğuz hayatını kaybetti. HCS Kablo genel müdürünün koronadan ölmesi ve 5 işçinin de testinin pozitif çıkmasına rağmen üretim sürdürülüyor. “Evde kal” çağrıları yapan devlet, kargo çalışanlarını fazla mesaiye ve kölece çalışmaya zorladı ve onlarca kargo çalışanının testi pozitif çıktı. Şok Market internet üzerinden verilen siparişlerde evlere çalışanlarını araçsız bir şekilde göndermeye başladı. Oysaki yasaya göre işçilerin sağlığını tehdit eden çalışma ortamı varsa işçiler çalışmaktan kaçınabilirler. Ama ortaya çıkan tabloda zayıf burjuvazinin zorba iktidarını görmekteyiz. Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüsle mücadele kapsamında işyerlerinde alınan “önlem”lere dair yayımladığı broşürde; maske takma kurallarına “tam uyularak” çalışılan bir işyerinde bir işçiye Kovid-19 tanısı konulması durumunda diğer işçiler maskelerini takarak çalışmaya devam edecek ve hastalanan işçinin yakınında çalışanlar “yakın temaslı” kategorisinde değil “temaslı” kategorisinde değerlendirilecek yani bu işçilere karantina uygulanmayacak. Burjuvazi üretimi işçilerin ölümü pahasına devam ettirirken kendi yasalarını çiğnemekten bile çekinmemektedir. Bu durum açık bir biçimde gösterdi ki devlet, yasaları, valisi ve polisi ile patronlar için seferber olmuştu. Faşist devlet, gerçek niteliğini, yani patronların devleti olduğunu açıkça ortaya koydu.
Mart ayına dair yayınlanan işçi cinayetleri raporu, 114 işçinin bu süreçte katledildiğini, bunların kayda geçen 13’ünün koronavirüs nedeniyle olduğunu ortaya koydu. Biliyoruz ki yüzlerce fabrika ve şantiyede işçiler koronavirüsle mücadele etmekte, aileleriyle birlikte milyonlarca insan risk altındadır.
İŞÇİLERE SEFALET, PATRONLARA DESTEK!
Yeni “düzenleme”ye göre işten çıkarmalar yasaklandı ve işçilere İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapılacak yardımın koşulları esnetildi (!) Egemen sınıfların tarihi demagojilerle doludur. Bu düzenleme de “taşerona kadro müjdesi” gibi bir demagojiden ibarettir. İşten atma ‘yasak’lanırken ücretsiz izin devreye giriyor. Patronlar işçiyi işten atamıyor ama ücretsiz izne gönderebiliyor. Ücretsiz izne gönderilen işçilere günlük 39.24 TL, aylık 1177 TL sefalet ücreti ödenecek. Patronlara destek sunulurken krizin yükü de işçilere ödetilmektedir.
Salgın sınıfsal çelişkileri daha da keskinleştirmekte, iki sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi belirginleştirmektedir. İşçilerin canının burjuvazi ve onun temsilcisi devlet nezdinde hiçbir değeri olmadığı bu süreçte işçiler için berraklaştı. Devletin, işçileri sefalete mahkum ederek patronlara sınırsız destek sunduğu su götürmez bir gerçektir ve tüm çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır. Devletin tüm kurumları da bu süreci algıyla, demagojiyle yürütmeye çalışacaktır. Başta TÜİK’in ortaya koyduğu veriler buna örnektir. TÜİK’e göre Ocak 2020 döneminde geçen yılın aynı dönemine göre işsizlik, genç işsizlik oranı, kayıt dışı çalışma “azaldı”. Bu süreçte yüzlerce işçi işten atılmış ve bir kısmı da ücretsiz izne gönderilerek pasifleştirilmiştir. TÜİK sürecin yarattığı yönetme krizini gizlemek için üç maymunu oynamakta ısrarcıdır. Aynı şekilde sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve sağlık alanındaki altyapı yetersizliği medya üzerinden yapılan algı operasyonlarıyla gizlenmeye çalışılmakta, sağlık emekçilerinin çalıştığı koşulların da üzeri örtülmektedir.
Ancak ülkemizde işçileri kuşatan zorba düzen sadece devletten, patronlardan güç almıyor. Bu süreçte patron ve devlet işbirlikçisi sendika bürokratları da işçi düşmanı yüzlerini bir kez daha göstermekten geri kalmadı. İtalya ve İspanya’da sendikalar grev kararı alırken Türk İş Başkanı Ergün Atalay “lütfen işçi çıkarmayın” diye patronlara ricada bulundu. Oysa milyonlarca işçi işten atılmaya, ücretsiz izne gönderilmeye devam etti. Salgın bahanesiyle işçilerin yıllık izinleri gasp edildi. Kalanlar ise hastalık ve ölümle yüz yüze çalıştırılmaya devam etti. Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen, Kamu-Sen gibi işbirlikçi sendika ağaları ricacı olmakla da kalmadı. Patronların hazırladığı bildiriye imza atarak “üretim devam etsin” dediler. Belli ki işçi sınıfının patronlara karşı mücadelesi sendika bürokratlarının kafasına da yumruk patlamayı gerektiriyor.
“Tek kelimeyle bizi, sizin mülkiyetinizi yok etme niyetimizden dolayı kınıyorsunuz. Kesinlikle öyle; niyetimiz tam olarak budur.” (Engels)
Her şey gibi virüs de sınıfsal bir özellik gösteriyor. Hastalananlar, ölüme sürüklenenler, işsiz ve aç kalanlar yine emekçilerdir. Bu sömürü ve baskı sistemine dur demenin, emeğimizi ve yaşamımızı korumanın zamanıdır artık. Egemenlerin bizi içine çektiği korku ve belirsizlik sarmalını kırmalı. Hakim sınıflardan hesap sormadıkça, mücadeleyi yükseltmedikçe ne salgından ne de işsizlik ve açlıktan kaçamayacağımızı bilmeliyiz. Eğer işçiler evde kalamıyorsa, evde kalanlar gıda ve beslenme ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa, salgın gerekçesiyle hayata geçirilen yasaklar bizi susturmak dışında bir işlev görmüyorsa o halde itirazımızı yükseltmeli, hastalığı, açlığı, ölümü beklememeli, bize bunları dayatanlara karşı örgütlenmeli ve eyleme geçmeliyiz.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 16 Nisan 2020 tarihli 59. sayısından alınmıştır.