Bu iki kelimeyi unutmayın asla! Bu iki kelime duyup duyabileceğiniz en unutulmaz acıya, en unutulmaz yardım çığlıklarına dairdir. Hayattan yavaş yavaş kopup giderken, dudaklarımın arasından çıkan ve tüm dünyaya yolladığım feryadımdır!
Nereden bilebilirdim günün birinde, ben de bir darbeyle bütün hayallerimden koparılacağım! Şimdi, sırt üstü düştüğüm fayans döşeli iş yerinin beyaz zemininde ölümün soğukluğunu içim ürpererek bedenimde taşıyorum. Korkuyorum! Hiçbir ölümün soğukluğu, içinde bulunduğum durumdan kötü olamazdı herhalde! Bedenimden damla damla akıp giden kanımın sıcaklığını duyumsayacaktım; ama öyle olmadı. Üşüyor, ağzım, burnum, yüreğim! Üşüyor bütün hücrelerim! Gökyüzü üzerimi sarmalasa ısınır mıydım? Ölüyor bütün hücrelerim ağır ağır. Göz kapaklarım az sonra tamamen kapanacak ve ben gideceğim sahipsizler toprağına!
Etrafımı sarmış olan insan kalabalıklarının görüntüsü silikleşiyor önce… Sesler geliyor kulağıma; ama ne dediklerini anlamıyorum… Anlasam bile, bir saatten sonra benim için anlamı olmayacaktı! Bir ömür sürüyor gibi geçen saniyeleri düşünüyorum. Ve o saniyelerin, son anlarım olduğunu…
Başucumda hıçkırıkları göğe ulaşan, bedenime tarifsiz acılar veren kızım can olmaya çalışıyor bana, biliyorum. Ellerimden tutuyor, yanaklarıma dökülen gözyaşlarımı topluyor minik avuçlarıyla. Beni bırakmak istemiyor biliyorum. Minicik elleriyle güç vermeye çalışırken, ben iyice ürperiyorum. Artık onun varlığı da sadece bir karartı olarak duruyor.
Ölmek istemiyorum! Yaşamak ve küçüğümle beraber güzel bir gelecek örmek… Hayalini kurduğum yaşamın bir parçasını bile görsem… Hayalini kurduğum gelecek, ölümün soğukluğuyla kuşatılmış vaziyette… Hayal kurmamızı, mutlu olmamızı istemiyorlar. Hayallerimize düşmanlıkları bitmeyecek asla…
Ne ilk oldum ne de son olacağım! Hayat, biz kadınlara yaşama hakkı sunmak konusunda cimri davranıyor. Kaç kadın; eş, sevgili, baba, erkek kardeş tarafından şiddet görmüştür sordunuz mu kendimize? Ben sormadım! Peki, rakamlar gerçeği ifade edebilir mi? Yakıcı gerçekler rakamlarla ortaya konabilir mi? Yüz desem? Bin desem? On bin desem? Kimi “Namus!”, “Töre!” diyor. Kimi “Kıskançlık krizim tuttu!” diyor. Her zaman bir kılıf uyduruyorlar yaptıklarına! “Pişmanım!” derken dahi pişkinler, arsızlar, sahtekarlar! Oysa bir cana kıymak, onu çok sevdiği yaşamdan koparmak bu kadar kolay olmamalı! Hatta hiçbir gerekçesi olmamalı.
Ölmek istemiyorum! Kimseye ne yapacağımı sormadan, kimseye hesap vermeden yaşamak istiyorum! Yaşamak ve kendi ayaklarımın üzerinde, bir ağaç gibi dik durmak, tüm zorluklara göğüs gerip, karşı durmak istiyorum! Ama şimdi canımdan can çekiliyor! Gitgide sana yaklaşıyorum. Kalp atışlarım da yavaşladı. Aklımdan o kadar çok şey geçiyor ki her birini tak tak haykırmak istiyorum avazım çıktığı kadar.
Uzaklardan gelen ambulansın siren seslerini işitiyorum. Hayata tutunacağım ve kurtaracaklar beni! Korkuyorum ölmekten! Yaşamayı seviyorum çünkü!
Ölmek istemiyorum! Var mıydı ötesi? Dayak yemek, şiddete maruz kalmak istemiyordum! Haklarım vardı, onları yaşamak istiyordum korkusuzca.
Birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Karşı karşıyaydık. Gözlerinden nefret fışkırıyordu. Ağzından salyalar akıtarak bağırmaya, hakaretler yağdırmaya başladığında korkum depreşmişti. Biliyordum, tanıyordum. Tokatın, yumruğun, tekmenin ilkin nereme geleceğini hesaplıyordum. O ellerin kaç defa zalimce, suratıma patladığını biliyordum. İşte geliyor! Ama hayır! Bu sefer başka bir şey oluyor! Göz alıcı parlaklığıyla metal bıçak cebinden çıktığında, son defa yutkunuyordum artık! Bir son vardı ama böyle olmamalıydı!
Etrafımıza toplanan bir sürü “Erk-ek!” sadece izliyordu! Kimisi telefonunu çıkarmış kaydediyor, kimisi de “kim bilir neler yapmıştı da sonu böyle oldu! Dağ gibi adamın başını yaktı hiç yoktan!” diyerek suçluyordu belki.
Bıçağın soğuk metalini boğazımda hissettiğimde derinlerden bir çığlık kopardım…
Ölmek istemiyorum! Herkes sessizlik içinde, “ah-vah” ederek izledi. Kimse engellemedi! Tıpkı öncekiler gibiydi her şey!
Ölmek istemiyorum! Ama biliyorum ki, tutunamayacağım bu hayata.
Özgecan’ı, Münevver’i, Şule’yi ve daha nicelerini düşünüyorum gözlerim kapanırken. Şimdi onların yanındayım. Hepimizin hikayesi ne kadar da bir birine benziyor. Onlar da ölmek istemiyor; dayak yemek, tacize-tecavüze uğramak istemiyor…
Ölüm alıyor beni karanlığına; ölüyorum. Kötülüğü son kez yaşadım ve gidiyorum. Arkamdan konuşulacakları biliyorum; daha önce de defalarca dinlemiştim. Kanlı bıçağı tutan suçludur; ama bir tek o değil suçlu olan. Sokaklarda yürürken bakan imalı gözler, okullarda öğretilenler, evlerdeki işbölümü, gazetelerdeki haber yorumları-manşetleri, mahkeme kararları, televizyon programları, diziler, sinema filmleri, bütün egemen siyasetimiz; sizi siz yapan her şey, bize ölümü yazan her şey. O kadar çok ki suçlu! Öfke ile “İdam!” diye bağırmak üzerini örtüyor hepsinin! Ölümüme ağlayanlar yaşarken öldürülmüş olmama aldırmayanlar kadarlar suçludur. Bu suç bizim hepinizin. Kaldırmadıkça başımızı, başlarımızı utanç yaşatacaklar bize: Ölümün-öldürmenin utancını… “Kadın, çocuk, ağaç ve hayvan olmak bu ülkede kötüdür” utancını yaşadım ölürken! Artık yeter olsun bu utanç. Bu yüzden de ölmek istemiyordum; ama ben de öldüm. Siz; siz yaşıyorsunuz!
Bir YDK’lı