“Başarı kaçınılmazsa mesele onu örgütlemektir!”
Ortalığı kasıp kavuran bir illettir gidiyor… İlletin büyüklüğü ne olursa olsun – emperyalistlerin kendi sistemleri dahi tehlikede olsun ya da öyle gösterilsin fark etmez – yine de böylesine bir tehlikeyi bile fırsata çeviren bir burjuvazi karşımızda duruyor. Önlem olarak belirledikleri pratikler faşist devletin kendi burjuvazisini korumaktan başka bir şey değildir. Bir yandan devletin “Evde Kal” çağrılarını diğer yandan devletin valilerinin 15 gün süreyle her türlü eylem ve etkinlikleri yasaklaması, işçilerin işe gitmeye mecbur bırakılması, gerici devletin kendi söylemlerindeki çelişki ve pragmatizmin göstergesidir. Emperyalistlerin ve onların güdümünde hareket eden yarı sömürge ülkelerin bütün hareketleri, varlığını devam ettirme ve korumakla mükellef oldukları sınıfın gücüne güç katmaya yöneliktir. Halktan para dilenmek ve bunca rantı kimseyle paylaşmak istememek (diğer sistem partilerinin belediyelerinin yardım kampanyalarını yasaklamak gibi), “Evde Kal” talebinin belirli bir zümreye hitap etmesinin sonucunda önlemlerin taraflı olması bunlara örnektir. Ülkede çalışmaya mecbur bırakılan işçilerin, bunun yanında hayatlarını günlük kazançlarla idame ettirenlerin “Evde Kal”malarına yönelik herhangi bir söylem dahi geliştirilmemiştir. Doğal afetlerde, kıtlıklarda, ekonomik buhranlarda, gerici savaşlarda ve bu tip salgın hastalıklarda her zaman ezilen, yok edilen-edilmek istenen ülkelerin yoksul kesimi, işçi, köylü, emekçi tabandır.
Peki biz devrim neferleri ne yapmalıyız? Evde, virüs bulaşmaması için izole bir hayat mı sürmeliyiz? Devrimci mücadeleye ara mı vermeliyiz? Tabiki hayır! Burjuvazinin ve onların devletlerinin kendilerini koruma altına almaya çalışmalarına karşı biz de emekçi halkımızla mücadeleyi örgütlemeliyiz. Önümüze onlarca bahane sürülecek. Örneğin; virüs bize bulaşırsa mücadele hepten sekteye uğramaz mı, halk bizi dinlemiyor, kimse evden çıkmıyor, evlerine gittiğimizde bizi dinlemiyorlar, esnaflar satış olmadığı için kimseyi dinlemiyor vs. Bunlar bizi yolumuzdan alıkoyabilecek türden engeller değildir. Gerçek olsalar dahi biz hayatın her yönünü örgütlemekten sorumlu devrimciler olarak alternatifler ortaya koyan, sorunlara, engellere çözüm odaklı yaklaşan neferler olarak bu mücadelede yer almalıyız.
1980 darbesinin devrimci-demokrat çevrelerin üzerindeki yıkıcı etkisinde ya da faili meçhullerin doruklarda hissedildiği JİTEM davalarından geçilmediği dönemlerde bile bir şekilde devrimci duruşundan, pratiğinden ödün vermeyen, geri durmayan bir hareketin parçasıyız. Kendi iç sorunlarımızın arasından eskisinden daha güçlü çıktığımız zamanlar oldu. Bunun sebebi mücadeleye olan inancımız, kararlılığımız ve Proletarya Partisi’ne karşı güvenimizdir.
Şehit bir yoldaşımızın dediği gibi “Başarı kaçınılmazsa mesele onu örgütlemektir.” Başaracağımızı biliyoruz ve kaçınılmaz diyoruz. Biz de bu zor koşullarda hayatı örgütlemekten geri durmamalıyız.
Yaşamda üretken olmak, üretimin içinde yaşam bulmak
Devrimci mücadelemiz yaşamda üretken olmak, üretimin içinde yaşam bulmakla ileri sıçrayacaktır. İşçi ve emekçiler nerede eziliyor; emeği ve yaşamı için baş kaldırıyorsa biz de oralarda olabilmeli, onların sesi olmalı, o güçten beslenmeliyiz. Üretkenliğin kısır olduğu koşullar bizi geriye götürecek küçük burjuva üşengeçliğimiz baş gösterecektir. Bununla birlikte “kendini düşünme, koruma” gibi bencil tavırlara bürünme ortamı kendini gösterebilir. Kolektif içinde yaşanan bu ufak gibi görünen çatlaklardan liberal tutum ve davranışlar sızacaktır.
Egemen güçler; kitle iletişim araçlarıyla, gerici meclisiyle, polis gücüyle tam bir teyakkuz halindedir. Bu panik durumu halkın güvenliğini sağlayamamaktan kaynaklı değil bizzat kendi varlığının güvenlik tehlikesinden kaynaklıdır. Bunun aksi düşünülemez. Çünkü devlet kendini var eden sınıfın devletidir. Korumasız kalan kesim ise bizim doğrudan ilgilenmemiz gereken kesimdir. Bu zor şartlar altında ezildikçe ezilen halkımıza bu zamanda sırtımızı dönersek güvensizlik yaratmış olmaz mıyız? Pratiklerimizi her zaman kendi penceremizden bakarak gerçekleştiremeyiz. Düşmanın da penceresinden bakmalıyız. Bizim için geçerli olan (hastalanma durumu gibi) bütün durumların düşman için de geçerli olduğunu unutmayalım. Tek yanlı düşünmek bizi dar bir bakış açısına mahkûm kılar. Böylesi bir durumda bizi en doğru taktiklerle halka yöneltecek olan MLM bilimine sarılmalıyız.
Tüm bunlarla birlikte kendi yarattıkları kaosu kendi lehlerine çevirmeye çalışmalarını görmezden gelemeyiz. Hapishanelerin durumu, ölüm orucundaki Grup Yorum üyeleri ve avukatlar, ekmekleriyle sınanan emekçiler, madenciler görmezden gelinmektedir. Gündemi sürekli salgın ile meşgul etmekte bir yandan da sosyal medyadaki en küçük tepkiye tahammülsüzlük gösterip gözaltılar ve işten atmalar gerçekleşmektedirler.
Peki ya öğrenciler?
Öğrencilerin durumu da çok “vahim”. Çürümüş sağlık sistemi ve eğitim sistemi çürümüşlükten kaynaklı trajikomik çözümler üretmektedir. Ülkenin her yerinde elektronik ortamın, internetin olmadığını bilen gerici sistem bu duruma kayıtsız kalıyor. Buna çözüm olarak elektriğin ve televizyonun olmadığı köylerde TRT’yi alternatif olarak sunuyor. Derslerin, konuların içeriği bir o kadar da saçmalıktan ibarettir. Otuz dakikanın beş dakikasının matematik, geri kalan sürenin ilahilere ayrılması temelsiz bir sistemin temelsiz önlemlerine örnektir. Dönem boyunca çalışılan matematik konularını sene sonunda yapılacak sınavdan çıkarmakla önlem aldıklarını sanıyorlar. Salgın sadece gıda, beslenme, sağlık gibi sorunlarla değil öğrencilerin eğitim ve gelecek sorunuyla da ilerliyor. İşçi değilse sokağa çıkması yasaklanan 20 yaş ve altı gençler, öğrenciler için de “Evde Kal” çağrılarının hiçbir hükmü yoktur. Gençlik geleceğini evde kalarak değil mücadele içerisinde inşa edeecektir.
Sonuç olarak halkın çoğu kesiminden bu salgından nasip alan kişiler mevcut. İşçiler, emekçiler, yoksullar, yaşlılar, öğrenciler, kadınlar… Bu kadar mağduriyet ve hiçe sayılma varken biz devrimcilerin boş durması kabul edilmez. Barbara yoldaşın dediği gibi “Bu artık bir vicdan meselesi ötesindedir. Bu bir tarihsel sorumluluktur.” Hepimiz bu tarihsel sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Halkımızı burjuvazinin her türlü komplosuna halkı sindirme taktiklerine karşı uyarmalı, halkı direniş için örgütlemeliyiz. Bunu ancak kolektifimize, ideolojimize, halkımıza güvenerek, her adımı Maoist bakış açısıyla atmakla başarabiliriz.
Antakya’dan bir Partizan Okuru