Halk gençliğinin dinamik, sorgulayıcı, hızlı kavrama ve hemen harekete geçmeye yatkınlığı gibi özellikleri yıllar boyunca halk gençliğinin meydanlarda, işgallerde, barikatlarda emperyalist devletlere ve onlara bağımlı yarı-feodal yarı-sömürgelerde devlete karşı en ön saflarda yer almasını sağlamıştır. Emperyalist devletler ve onların uşakları bu gerçeği bizim kadar iyi bilmektedirler. Sömürü düzeninin gençlikle kurduğu bağ kendi geleceğiyle ilgilidir. Bundan kaynaklı diğer halk kesimlerinden farklı olarak halk gençliğini sistemin çıkarına uygun “biçimlendirmeye” dönük özel politikalar uygulamaktadır. Özelde üniversitelerdeki öğrenci gençliğe yönelik politikalar gerici devletler için her zaman elzem olmuştur; çünkü dünyanın birçok yerinde 68’ öğrenci hareketlerinden günümüze dek nice öğrenci hareketi kıvılcımı isyana dönüştürmüş, gerici devletleri derinden sarsan direniş ve eylemler yaratmıştır.
Faşist diktatörlük özellikle ‘68’den bu yana dönem dönem kendi “bekâsı” için ciddi bir “tehlike” olan öğrenci hareketlerini engellemek adına devrimci öğrencileri katletmekten geri durmamıştır. Öğrenci hareketlerini yalnızca faşist saldırılarla engelleyemeyeceğini bilen faşist diktatörlük, öğrenci gençliği ideolojik olarak yozlaştırmak için diğer üst yapı kurumlarını da kullanmaktadır. Bu yüzdendir ki devlet öğrenci gençliğini baskı altında tutmak, pasifize etmek, özgür düşünmekten alıkoymak, öğrenci gençliğinin örgütlenmesine ve mücadele etmesine ket vurmak için hâkim sınıfların ihtiyaçlarına göre dizayn ettiği üniversiteleri her türlü araç ve yöntemle kontrol etmektedir. Fakat bütün gerici devletler gibi faşist Türk devletinin de halk gençliğinin ve özelde öğrenci gençliğin kabaran öfkesini sonsuza dek bastıramayacaklarını bilmektedir ve bu azgın saldırganlıkları bu gerçeği gayet iyi bildiğinin göstergesidir.
EĞİTİM SİSTEMİNİN GELECEĞİ YOK
Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim hakkı talebi öğrenci gençliğin akademik-demokratik mücadele düzleminde geliştirdiği en ilerici taleplerinden biridir. Öyle ki öğrenciler eğitim hayatı boyunca bu sorunlarla sürekli karşı karşıya kalmaktadırlar. Liseli öğrencilere üniversitede özgürce bilgi üretim sürecine dahil olabilecekleri, 81 ilde üniversite projesiyle eğitime (!) erişebilecekleri, toplumsal yaşamda birey olmayı ve kendini geliştirme imkanlarına sahip olacağı propaganda edilirken aslında gerçeğin hiç de böyle olmadığını görmekteyiz. Rekabetçi sınav maratonundan kendini üniversite kampüslerindeki “özgür öğrenci hayatı”na bırakan gençler, ulaşımdan barınmaya, niteliksiz eğitimden faşist baskılara kadar eğitim sisteminin ve devletin öğrencilere yönelik politikalarının hedefi olmaktadırlar. Emperyalist-kapitalist sömürü düzeninin ve faşist diktatörlüğün “bekâ” sorunu onu eğitim sistemine yaklaşımında kimi “tedbirlere” itmektedir. YÖK eliyle üniversitelerdeki hakimiyetini güçlendirmeye devam ederken son yıllarda bazı kararları YÖK’e dahi gerek duymaksızın “Cumhurbaşkanı kararı” ile uygulamaya koymuştur. Yüzlerce muhalif akademisyen KHK ile görevinden atılmıştır. Var olan akademisyenlerin de bu yıldırma ve sindirme politikalarından etkilendiği, son yıllarda verdikleri derslerin de bilimsel niteliği tartışma konusu olmaktadır. Evrim, toplumsal cinsiyet, Marksizm gibi konular üniversitelerde işlenmemekte ya da yüzeysel ele alınmaktadır. Bu nedenle faşist diktatörlüğün baskısı altında geçen derslerin bilimsel olması da beklenemez. Bilgi üretim süreci ait olduğu sınıfa hizmet edecek biçimde dizayn edilmiştir, “bekâsı” için bu zorunludur. Anadilde eğitim hakkının gaspı da bu “bekâ” sorunu içinde değerlendirilmelidir; çünkü mevcut eğitim sistemi Türk-İslam sentezli oluşturulmuştur.
Yarı sömürge, yarı feodal ülkelerde emperyalizme olan bağımlılık ülke bütçesinde eğitime ayrılan bütçenin az olmasına neden olmaktadır. Devlet savaşa, diyanete, dış politikalara ayrılan bütçeyi güçlendirmek için eğitime ayrılması gerek bütçeden çalmaktadır. Egemenler de öğrenciler üzerinden kasalarını doldurmaktadırlar. Özel okullar, rekabetçi sınav sistemi nedeniyle alınan özel dersler, materyal ücretleri, barınma ücretleri ve KYK kredisi ile borçlandırma yöntemi ile öğrencinin kendi sömürü düzeniyle olan bağını güçlendirmektedir. Lise öğrencileri arasındaki fırsat eşitsizliği üniversiteye giriş sınavlarındaki eşitsizliği derinleştirirken üniversitelere yerleşecek gençler aile evinden çıkarak ev ekonomisinin bölünmesine neden olmaktadır. Sınıf kökeni olarak işçi bir ailenin çocuğu olan öğrenciler bu koşullara ayak uyduramadıkları için ucuz iş gücü olarak güvencesiz çalışmak zorunda kalmaktadır. KYK kredi ve burslarının ekonomik krizde bir karşılığı olmadığı için yarı zamanlı veya tam zamanlı çalışan öğrenci geçim derdiyle uğraşmaktan bilimle ilgilenememektedir. Ekonomik krizin derinleştiği ve özgürlüklerin faşist hegemonya ile baskılandığı ülkemizde halk gençliği içinde çözüm olarak yurtdışına “kaçma” eğilimi gelişmektedir. Fakat bu kaçma eğilimi bireysel bir “kurtuluş” dahi değildir.
ERKEK EGEMEN DÜZENİN KISKACINDA ÜNİVERSİTELİ GENÇ KADINLAR
Genel öğrenci gençliğin ortak sorunlarının yanında kadın öğrencilerin sorunları var olan cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı daha özelde incelenmesi gerekmektedir. Eğitim müfredatı kadın ve erkek öğrencileri toplumsal cinsiyet rollerine göre şekillendirmektedir. Öyle ki son yıllarda ortaya atılan “Kadın Üniversiteleri” projesiyle eğitim sistemindeki bu çatlak büyümeye devam etmektedir. Kadın kurtuluş mücadelesinin de gelişmesiyle toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine verilen dersler, eğitimler ve kulüpler artmıştı. Erkek egemen devlet ise bu girişimleri kendi erkek egemen niteliğine yönelen bir saldırı olarak değerlendirdi. Yani “kutsal aile” yapısını bozacak her türlü girişim engellenerek kapatıldı. Genç kadınlar üzerindeki hakimiyetini korumak ve geliştirmek için devlete bağlı her aracı kullanmaktan çekinmemektedir. Örneğin KYK yurtlarına gece giriş saati kadın ve erkekler için en geç 23.00’dır. Bu kısıtlama bile esasen kadın veya erkek fark etmeksizin bireyin özgürlüğünü kısıtlayan bir yerde durmaktadır. Fakat erkek öğrenciler yurda istedikleri saatte girebilirken hatta yurda günlerce uğramayabilirken kadın öğrenciler birkaç dakika bile geç kalsa tutanak tutulmakta ve yurttan atılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Erkek egemen devlet genç kadınlar üzerinde “ahlak zabıtalığı” yapmaktadır. Gerici bölgelerde okuyan kadın öğrenciler kadın veya erkek hocalardan onların istediği gibi giyinip yaşamadıkları için sınıfı geçmelerinin engellendiği veya engellenmeye çalışıldığı görülebilmektedir. Küçük, feodal kültürün daha yoğun olduğu bölgelerde ev kiralamak isteyen kadın öğrencilere “eve kimleri çağıracakları belli olmadığı” düşüncesiyle ev verilmeyebiliyor. Yine ekonomik olarak bağımsızlığı olmayan kadın öğrenciler ucuz iş gücü olarak çalışmaktadır.
GENÇLİĞİN ÖNCÜ GÜÇLERİNE YÖNELİK SALDIRILARI BERTARAF EDELİM
Bugün üniversitelerde “huzuru” sağlama adı altında üniversitelerin yönetmelik, yönerge ve genelgeleri devrimcilerin öğrenci gençlikle bağını koparmaya, devrimcileri “izole etme“ye kısacası öğrenci gençliğinin örgütlenmesini engellemeye yöneliktir. Örneğin İstanbul Üniversitesi’nin kulüp yönergesinde kulüp üyelerinin “siyasi partiler ile ilişki içinde olamaz” ifadesi yer almasına rağmen ülkücü faşist çeteler kulüplerde propaganda çalışması yürütebilmektedir. Disiplin cezası alan öğrencilerin de kulüplere girmesi yasaklanmıştır. Üniversitelerde afiş çalışması yapmanın idareden izin almaya tabi tutulması, bildiri dağıtmanın ve pankart asmanın “suç” olarak değerlendirilip yapanlara disiplin cezası verilmesi büyük tabloyu göstermektedir. Bu kurallar, kulüplerde devrimci çalışmalar örgütlenmesinin engellenmeye çalışılmasından başka bir şey değildir. Benzer şekilde güvenliği sağlama adı altında üniversitelerin her köşesi güvenlik kameralarıyla donatılmıştır. Bu kameralar aracılığıyla devrimcileri tespit eden üniversitedeki sivil polis ve faşist ÖGB’ler devrimcileri taciz ediyor ve ülkücü faşist çetelerin hedefi haline getiriyorlar. Ülkücü faşist çetelerin kalabalık şekilde üniversite içinde devrimcilere satırla, bıçakla saldırmalarına rağmen ÖGB ve polisin devrimci öğrencileri uzaklaştırmaya çalışmaları ve hatta direnen devrimcilere saldırmaları üniversitelerdeki faşist yapılanma-ÖGB-polis iş birliğini gözler önüne sermektedir.
Devlet boyutlanmış ekonomik kriz ortamının öğrenci gençliği derinden etkilediğini bilmektedir ve bu yüzden öğrenci gençlikten gelecek en ufak muhalefette bile ekonomik yaptırımlar uygulayarak onları yıldırmayı amaçlamaktadır. Boğaziçi Direnişi’nde kamuoyunun gündemine giren ve halen devletin uyguladığı bir yaptırım olarak KYK bursu alan üniversite öğrencilerinin burslarını kesmesidir. Bursun kesilme sebebi “anarşi ve terör olaylarına karışan, öğrenim özgürlüğünü ihlal edici davranışlarda bulunan (direniş, boykot, işgal, yazı yazma, resim yapma, slogan atma vs.) öğrencilere burs ve kredi verilmeyeceği” maddesine dayandırılmaktadır fakat bu madde 2008 yılında yönetmelikten çıkarılmıştır. Dolayısıyla yürürlükte olan yönetmelikte böyle bir madde yoktur. Bu politika faşist AKP-MHP blokunun ve eli sopalı bekçisi YÖK’ün öğrenci gençliği ve devrimci öğrencileri geri adım attırma politikasından ve keyfi uygulamasından başka bir şey değildir.
Akademik-demokratik mücadele en genel tanımı ile öğrenci gençliğin eğitim alanındaki çeşitli sorunlara karşı kısmi düzeltmeler uğruna verilen hak mücadelesidir. Yani tek başına bir reform mücadelesinin önüne geçmez. Ancak onun bu özü komünistlerin akademik-demokratik mücadeleden uzak durmasını gerektirmez. Zira bilinir ki reformist araçlar dahi pekâlâ bizlerin elinde devrimci bir tarzda kullanılabilir. Kendimizi MLM ideolojisiyle donattığımız, geliştirdiğimiz ve somut durumun somut tahlilini yapıp, çelişkileri can damarından yakalayıp doğru politikalar ürettiğimiz takdirde örgütlü bir düzeye kavuşturacağız. Tarih bize göstermiştir ki bu saydıklarımız yerine getirildiği zamanlar halk gençliği de dahil olmak üzere kitleler akın akın saflarımıza katılmışlardır.
Halk gençliğinin, özelde öğrenci gençliğin örgütlenip mücadeleyi büyütmesi devrimin geleceği için bir zorunluluktur. Bunun bilinciyle hareket edip, dünyayı temellerinden sarsacak gençliğe dört yandan saldıran faşist diktatörlüğe karşı örgütlenelim, örgütleyelim!