[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Zamlar… Her yeni güne bir zam haberi ile uyanıyoruz. Halkın zamla kavgası gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda artık. Zamlar eskisi gibi de şaşırtmıyor halkı. Süreklileşen bir şey bir süre sonra sıradanlaşıyor da haliyle. Ekonominin içinde bulunduğu kriz hali istikrarını korumaya devam ediyor. Türk hâkim sınıflarına göre bunu aşmanın bir yolu Körfez sermayesi, bir diğer yolu da bilindik zam furyası, vergi artışı. Para arayışı için yollara dökülenler krizde soluklanacak liman arıyorlar. Bunun çözüm getirmeyeceğini, sadece belirli bir süre için idameyi mümkün kılacağını daha önce belirttik. Halk nezdinde de bu arayışların bir karşılığı yoktur. Akacak sermayeden sonuçta emperyalistler faydalanırken Türk hâkim sınıfları krizi geçiştirecek bir payla yetinecektir. Halk gene yoksullaşmaya, nasıl geçineceğini düşünmeye mahkûm edilir.
Çok bilinen bir söz vardır: “Evdeki hesap çarşıya uymaz.” Bunu, planlanan durumların istenen biçimde gerçekleşmediği zamanlar kullanırız. Halkımız yoksullukla mücadele ederken sıkça bu sözü kullanmaktadır. İçinde olduğumuz şartlarda halk tam da bu söze göre yaşamaktadır. 5 liraya 1 ekmek dahi alınamıyor. Asgari ücretlinin maaşı eline geçmeden eriyor. Enflasyon ve zamlar karşısında alınan ücretler ay sonunu geçirmeye yetmiyor. Geçinememek hemen herkesin yakındığı bir dert. Erdoğan pişkince “çalışan, emekli ve memurları enflasyona karşı ezdirmeyeceğini” söylüyor. Emekli maaşında yapılan artış ise başka bir gerçeği anlatıyor.
Seçim öncesi yapılmayan zamlar seçim ertesi ardı arkası kesilmeden yapıldı. “Rasyonel politikalara” geçilmişti! M. Şimşek politikalarıyla vergiler artırıldı, zamlar yapıldı. Merkez Bankası faizleri de Gaye Şimşek vesilesiyle artırıldı. Politika faizinin kademe kademe yükseltilmesi beklenmekte. İşçilerin aldığı maaş dışında her şey yükselişe geçmiş durumda. Ücret de arttı elbette. Ancak yapılan zamlar karşısında işçinin aldığı zamlı ücret de eridi. Öyle ki asgari ücret uzun bir zamandır açlık sınırının altında kalmaya devam ediyor. Bu da demek oluyor ki ülkede çalışan kesimin büyük çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Peki asgari ücret ortalama ücretken halk geçimini nasıl sağlayabiliyor? Ya ailedeki birçok kişinin çalışması gerekiyor ya da borçlanma yolu seçiliyor. Burada kredi kartı borçları önemli bir yerde duruyor. Hayat pahalılığının arttığı, alınan maaşla hangi borcun önce kapatılacağı düşünülen bu dönemde kredi kartlarının esas işlevi borçlandırmadır artık. Yapılan bir araştırmaya göre artık 1 kredi kartı insanların geçimini idame ettirmesinde yetmiyor. Kişi başına düşen kredi kartı sayısının 3’e çıkması geçim koşullarının ne kadar zorlaştığını göz önüne sermektedir. Ortalama bireysel kredi kartı borcu 22 bin 534 lira olmuştur. Bu borç geçen yılın aynı döneminde 8 bin 781 liraydı. Kredi kartı olan kişi sayısı bir yılda yüzde 9 artarken kişi başına düşen kart borcu da yüzde 156,7 artmıştır. Durumun bu şekilde, hatta daha da kötüye gideceğini tahmin etmek gerekir. Zira enflasyonun artış göstereceği M. Şimşek’in kendisi tarafından söylenmektedir. Mevcut tabloyu Erdoğan şu sözlerle dile getirmektedir: “Küresel krizlerin etkisinden kaynaklanan pahalılığın milletimizi bunalttığının farkındayız.” Evet, halk mevcut durumdan bunalmaktadır. Bu bunalma bir potansiyel barındırmaktadır.
İçinde bulunduğumuz koşullar çelişkilerin derinleştiği ve alabildiğine keskinleştiği koşullardır. Koşullar ezilen ve sömürülenin aleyhine işlemektedir. Her geçen gün bu durum artmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi geçinememe halkın ortak sorunudur. Geçinememe stresiyle yaşamını devam ettirme çabasında olan örgütsüz halk şimdilik sessizlik içindedir. Ancak bu, halkın duruma tepkisiz olduğu anlamına gelmez. Dışarıda karşılaştığımız, sohbet ettiğimiz hemen her kişi durumun kötülüğünden şikâyetçidir ve bireysel bir öfkeye sahiptir. Bu öfke kendiliğindendir ve dert yakınma şeklindedir. Krizin yaratıcısı olarak görülen Erdoğan’a sözlü atıflarda bulunanlara rastlamadan sokaklarda ilerlemek olanaksız. Yani anlatmak istediğimiz bir öfke, durumdan memnuniyetsizlik vardır; ancak öfke aktif bir eyleme, halkın sorunlarını yaratanlara yönelmemiştir. Bireysel tepkilerin toplumsallaşması, halkın birlikte hareket edip tepkisini eyleme dökmesi önümüzdeki dönemlerde karşılaşabileceğimiz durumlardan olacaktır. Sistemin krizi halk kitlelerinde etkisini daha fazla hissettirdikçe, geçinemeyenlerin elinde sadece açlık kaldıkça isyanın koşulları olgunlaşacaktır. Çünkü kaybedecek bir şeyi olmayanların isyan etmekten başka da çaresi yoktur. Kendiliğindenlik bu hareketlere yön veren bir olgu olacaktır elbette. Halkın öfkesinin doğrudan egemenlere, krizin sorumlularına yönelmesini bekleyemeyiz. Tabii böyle durumlar da olabilir. Ülkemiz gerçekliğinde öfkenin daha çok bireysel olaylarda ya da tepkisel bir durumla karşı karşıya kalındığında patlak verdiğine tanıklık ederiz. Örneğin elektrik zammı protestolarını, işçilerin düşük ücret dayatmalarına karşı eylemlerini, en güncel olarak da Akbelen örneğini verebiliriz. Bu tepkilerin temelinde geçinememe, devletin özel mülkiyet alanlarına sirayet etmesi yatmaktadır.
Düşük ücret dayatmasına karşı belirli bir tepkiden söz edebiliriz. Belediye işçileri, sağlık emekçileri ve güncel olarak Antep’te hakları için direnen işçiler eyleme geçmiş, haklarını isteyip kazanmışlardır. Egemen sınıf temsilcileri tabii böyle bir durumdan hoşnut değiller. En ufak hak arama talebi şiddetle bastırılmıyorsa “uzlaşma” yoluyla önlenmeye çalışılmaktadır. AKP’li Fatma Şahin’in işçileri grevden vazgeçirmeye çalışması bunun en somut örneğidir. Aynı şekilde CHP’li vekilin de bunu destekler pozisyonda olması bir bütün devletin, hakkını arayanlara bakışını göstermektedir. Ayrıca belli bir direnişin toplumsallaşmaması, halk nezdinde kabul görmemesi için türlü yollara başvurmaktadırlar. Erdoğan’ın Akbelen direnişçilerine “bir avuç marjinal” yaftalamasında bulunması devletin çıkarlarına karşı gelen kesimlere bakış açılarını özetlemektedir.
Ekonomiye duyulan tepki her bireyin yaşamında mevcuttur. Bunu doğrudan bir halk hareketi olarak gözlemlemesek de gündelik yaşantıda tepkilerin artık farklı yollarla dışa vurulduğunu görüyoruz. Buna kimi zaman yer verme kavgasında, kimi zaman ATM sırasında, dahası küçük anlaşmazlıklarda rastlayabiliriz. Var olan öfke halkın tüm yaşamına sirayet etmiş ve bilinçsiz bir şekilde ona yön vermektedir. Örgütsüz öfke hedefini bulamamaktadır ve çoğu zaman da bu öfke kendisiyle aynı dertten mustarip olan birine yönelmektedir. Toplumu çemberine alan öfke sarmalı gün geçtikçe kendini daha fazla hissettirmektedir. Bu da ilerleyen günlerde şiddet olaylarının artacağı anlamına gelmektedir. Bu şiddet, örgütsüz olduğu için esas sorumlulara değil de yine aynı ekonomik kriz içinde debelenen halk kesimlerine yönelebilir. Egemenler tarafından propaganda edilen şovenizm ve milliyetçilik halkın öfkesinin başka kanallara akmasına yol açabilir. Örneğin büyük öfke duyulan Suriyelilere karşı nefret olayları artabilir ya da Kürtlere karşı nefret, öfke kendini daha fazla hissettirebilir. Tüm bunlar halkın içinde bulunduğu durumdan duyduğu memnuniyetsizliğin dışa yansımasıdır. Kendiliğinden ve örgütsüz olan bu memnuniyetsizlik doğru bilinçle örgütlenmedikçe kuşkusuz yenilmeye mahkûmdur. Kendiliğinden patlayıp sönen ya da hedefini bulamayan bir rotada savrulmak onun kaderidir. Burada yapılması gereken halkın öfkesini krizi yaratanlara yöneltmek ve öfkeyi doğru politikayla örgütlemektir. Öfke yaydan çıkmıştır ve hedefini aramaktadır. Halkın doğru hedefi bulmasında MLM bilimi ve komünist öncü yol gösterici olmak zorundadır…