Marksizmin çıkışıyla doğayı, toplumu anlama bilimi olarak tanımlanan felsefe, yeni bir tanıma kavuşmuş oldu. Felsefenin soyut izahatı insan öznesiyle bütünleşerek, doğayı toplumu insanın müdahalesiyle değiştirme noktasına ulaşarak, somuta indirgenmiş, bilim ayakları üzerine dikilebilmiştir. Felsefede diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemin açığa çıkarılmasıyla realite tanımlanabilirken mevcut realiteyi değiştirme koşulları da ortaya çıkmış oldu. Felsefede bu devrimin yaşandığı dönem; feodal karanlığı aydınlatan kapitalizmin aydınlatma barutunun tükenerek azgınlaşan sömürünün, dünya genelinde yayılma hedeflerinin filizlendiği dönemdir de. Bu süreçte Marks’ın, felsefeyi taşıdığı nokta ise dünyayı yeniden tahlile, doğallığında kapitalizmi tahlile yönelmiştir. Marks bu tahlil içerisinde insanlığın nihai kurtuluşunun dinamiklerini tespit ederek kapitalizm koşullarında biricik devrimci sınıf olan proletaryanın bu değişimdeki rolünü ve yaratacağı sınıfsız sömürüsüz dünyayı ortaya koymuştur. Bu toplum biçimini de komünizm olarak tanımlamıştır. İlkel toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum biçiminde akan zincir kaçınılmaz olarak komünist topluma ulaşacaktır. Kapitalist toplumda ortaya çıkan yeni sınıf, üretimdeki rolü ile nihai kurtuluş bilincine ulaşacak, kendisini üreten kapitalist toplumu alt ederek komünizmi inşa edecektir. Üretimde yaratan olmasına rağmen mülksüzleşen, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bu sınıfın zincirlerini parçalaması mevcut sistemi parçalamasıdır. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla varolan sömürü, değişik toplumlarda değişik biçimlerde sürmüştür. Proletaryanın ortaya çıkışıyla yeni altüst oluş, özel mülkiyetin ortadan kalkması sonucunu doğuracağından mülke dayalı egemenlik sistemleri topyekûn tarihin çöplüğüne atılacaktır.
ÇAĞIMIZ EMPERYALİZM VE PROLETER DEVRİMLER ÇAĞIDIR!
Proletaryanın bu tarihsel rolünü kavrayışı ve müdahalesi kendiliğinden bir süreç olarak işlemez. Proletaryaya bu bilinç dışarıdan taşınacaktır. Ve bu dış müdahalenin organizasyonu ile bu müdahale sağlanarak gerekli altüst oluş başarılacaktır. Bu aktarımı sağlayacak olan da proletaryanın öncü örgütü Komünist Partisi’dir. Proletaryanın altınçağı yaratmadaki rolü Paris Komünü, 17 Ekim Devrimi, Çin Devrimi takip eden devrimlerde ve sosyalizm pratiğinde somutlaşmıştır.
Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla sınıflar da ortaya çıkmıştı. Bu dönemde başlayan sınıf mücadeleleri de her toplumsal aşamada yeni biçimler alarak sürmüştür. Kapitalist toplumun ortaya çıkışıyla sınıf mücadelelerinin son biçimi proletaryanın yaratacağı yeni toplumsal yapı olan sosyalist ve komünist toplum mücadeleleri, sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelelerinin sonu; devrim yürüyüşü komünizmle sonuçlanacaktır. Kapitalist emperyalist sistem sınıflı toplumun son aşamasıdır. Lenin yoldaşın çağ tespiti “emperyalizm veproleter devrimleri çağı” tereddütsüz, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak ölçüde geçerliliğini korumaktadır. Proletarya kurtuluş mücadelesinde Sovyet, Çin ve takip eden devrimlerle sosyalizmi inşada önemli bir mesafe kat etmiştir. Modern revizyonizmin iktidarı ele geçirmesiyle proletarya, iktidarını kaybetse de bu deneyimler proletaryanın altınçağ yürüyüşünü engelleyemeyecek hatta çok daha kararlı ve boyutlanarak büyüyecek yürüyüşün tohumları olacaktır.
SOSYALİZMDE SINIFLAR MÜCADELESİ SÜRÜYOR
Modern revizyonizmin maskesinin düşmesiyle “komünizm öldü”, “sosyalizm çöktü” naralarıyla burjuvazi yırtınırken Peru’da; Maoistler zirvelere taşıdıkları bayraklarla bu yürüyüşün engellenemez olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. 1950’li yıllarda modern revizyonizmin inşasıyla halkların umutlarındaki gerilemeye paralel Marksist cephedeki savrulmalara rağmen Marksizm’in günümüz temsilcileri Marksist-Leninist-Maoistler Nepal’de, Hindistan’da, Filipinler’de yeni yeni zirvelere taşıdıkları bayraklarla “yıkılan” umudun dirilişine önemli bir katkı sunmaktadır. “Sosyalizm öldü” naraları atarak sınıfa ve ezilen dünya halklarına yönelen saldırı sahiplerine, bu atmosfer içerisinde bocalayan devrimcilere Marksizm-Leninizm-Maoizm’in kızıl güzergahı ışık oldu. Bu karanlığı da aydınlatacaktır. Bu sis perdesini de parçalayacaktır.
KARADENİZ’DE BOĞULAN TENDİ, UMUT ÖLESİ DEĞİL!
Sınıf mücadelesi, nihai hedef komünizme varıncaya kadar daha birçok badire atlatarak yoluna devam edecektir. Sınıf mücadelesinin bu badireli yolculuğunu bir de topraklarımızda irdeleyelim. Ekim Devrimi öncesi ülkemizde kapitalist dinamiklerin geriliği nedeni ile sosyalizm hedefi bir yürüyüş şekillenmese de belirli bir aydın kesim içerisinde sosyalizm ve sınıf mücadelesi ile tanışıklık sağlandı. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı koşulları bu tanışıklığı, bir nebze daha ileri taşısa da örgütlü karşılık cılız kalmıştır. Ekim Devrimi ile arayışlar boyutlanmış M. Suphi önderliğinde kurulan TKP, bu toprakların umut yolculuğunu omuzlamıştır. TKP’nin kuruluş tohumlarının atılmasıyla başlayan bu süreç, uzun sürmemiş, Suphi ve 14 yoldaşının faşist Kemalistler tarafından katledilmesinin ardından önderliği ele geçiren anlayış, revizyonist, reformist ve ekonomist hatta takılı kalmış, birçok kez faşizme alkış çalma pozisyonuna düşmüştür. Sınıf mücadelesinin kitleselleştirilmesi noktasında bir mesafe kat edememiştir. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı ardından Çin Devrimi ile tüm dünyada olduğu gibi sosyalizm umudu bu topraklarda da dirilmeye başladı. 1960’lardan itibaren demokrasi, hak arama mücadelesi, örgütlenme özgürlüğü vb. eksenli demokratik mevzilerde önemli bir hareketlilik, gelişme yaşandı. Legalist, reformist, revizyonist, parlamentarist hat içerisinde süren mücadele TKP, TİP sınırlarını aşamadı. Çin Devrimi’nin ilerleyişi, takip eden devrimler, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyada yarattığı etki vb. nedenleriyle dünyada ‘68 çıkışı diye ifadelendireceğimiz sürecin Türkiye’ye yansıması da sosyalizm umudu üzerinde derin bir tartışma, bir mücadele hattı, umudun araçlarını oluşturma eksenli bir derinleşme oldu. 70’lerle birlikte İbo, Mahir, Denizler’in çıkışı reformist revizyonist hatta indirilen en büyük, darbe idi. Denizler’le, radikal devrimci mücadele, devrim mücadelesinde silahın rolü gün ışığına çıkmış oldu. Denizler’in çıkışı kurtuluş umudunu saran kabuğun kırılmasında önemli ve temel bir etki olsa da umudun inşasını, hedeflerini ortaya koymada yetersiz kalmıştır. Bu adımı Mahirler THKP-C ile daha ileriye taşımıştır.
KİTLELER BAĞRINDA ÇOK ALAMETLER BİRİKTİRİYOR
Komünist Partisi, Türkiye’de devrimin yolu, nihai hedef komünizme giden güzergah vb. noktalarda önemli oranda teorik derinleşme sağlanmasına vesile oldu. Umudu inşada silahın rolü, direnme geleneği, zorun rolü belirli anlamıyla somutluk kazanmış oldu. Bu süreçte TİP içerisinde ayrışımla başlayan tartışma süreci Dev-Genç içerisinde MDD (Milli Demokratik Devrim), Sosyalist evrim tartışmasıyla derinleşerek Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını tahlil noktasında önemli bir adım atıldı. MDD çizgisinde tartışma daha da derinleşerek Mao Zedung düşüncesi, sosyalizm ve komünizm mücadelesi bu topraklarla kaynaşmaya başladı. MDD içinde Aydınlık çıkışı, takibinde PDA (Proleter Devrimci Aydınlık) çıkışı TİİKP’in kuruluşu, TİİKP’den DABK (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) çıkışıyla kopuş ve Proletarya Partisi’nin kuruluşu ve “kahraman işçi sınıfımızın, özverili köylülerimizin ve yiğit gençliğin çığ gibi yükselen mücadelesi hızla yayınlanan Marksist-Leninist yapıtlar, Çin’de Başkan Mao’nun önderliğinde gerçekleştirilen Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan etkileri… Bütün bunlar ülkemiz toprağında yığınların mücadelesine önderlik edecek geniş bir komünist hareketin fışkırmasına elverişli ortamı hazırlıyordu.
Yığınların mücadelesini gerici kliklerin bazen birini, bazen diğerini iktidara getiren bir kaldıraç olmaktan kurtaracak olan, bu mücadeleyi muzaffer bir halk devrimine dönüştürecek olan, kitlelerin şiddetle gerek duyduğu komünist bir önderliktir.” (İ. Kaypakkaya)
VE GENÇ BİR KOMÜNİST HAREKET BOY VERİYOR
Bu gelişim sürecinde aydın kesim içerisinde başlayan teorik tartışmalar, toprakla kaynaşma imkanı bulmuştur. Proletarya Partisi’nin doğuşu; Türkiye topraklarında Marksizm’le Maoizm’in bağını kurarak Marksizm biliminin geldiği aşama, Maoizm’in kavranması ve bu bilim rehberliğinde yaşadığımız toprağın tahlil edilerek altınçağ yürüşünün bilimsel temellerinin oluşturulması, oturtulması uğraşıdır. Bu temelin yakalanmasında en önemli faktör Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünya ve ülkemizde yarattığı etkidir. KP içerisinde sapmalara karşı başlatılan mücadele sosyalist inşa ve burjuvaziye karşı yürütülecek mücadelenin tüm Çin toprağına yayılması esas olarak sosyalizm, nihai hedef Komünizm mücadelesinin nasıl başarıya ulaşacağını gösteren ışık; toprağına düşen, sökülüp atılamayacak tohumdur Büyük Proleter Kültür Devrimi.
Proletarya Partisi, bu tohumun bir sonucudur. BPKD, salt bir eğitim hareketi değildir. Kitleleri yönlendirilen kalabalıklar olarak gören anlayışın yerine insanı aktif özne gören anlayışın geçmesidir. Yeniyi inşa sürecinde insanı belirleyen, yaratan, kitleleri devrimin mimarları noktasına taşıyan anlayıştır. İnsanın “kurtarıcılar”dan beklediği umudu yıkan, tek kurtarıcının kendisi olacağını öğreten anlayıştır. Burjuvazinin sınıf olarak tasfiyesinin yeterli olmayacağı, komünizme kadar KP içinden her alana kadar burjuvaziye karşı mücadelenin boyutlanarak sürmesi gerektiğini öğreten anlayıştır. Ancak bu anlayışla sosyalist inşanın başarılabileceğinin pratik ispatıdır BPKD. BPKD sosyalizmde bir devrimdir. Burjuvaziye karşı sosyalizmde de uyanık olmak, devrimler gerçekleştirmek, altüst oluş süreçlerinin yaşanmasıdır. BPKD bu anlamıyla bir devrimdir. Bir sınıfın parti içi ve dışındaki burjuvaziyi yıkma, sosyalist inşayı BPKD ile devam ettirmesi eylemidir. Bu pratiğin dünya üzerindeki sarsıcı etkisinin toprağımızdaki meyvesi de Proletarya Partisi’dir. Bu meyvenin oluşum tarihi 24 Nisan 1972’dir. Sonrası süreç bu meyvenin olgunlaşma sürecidir.
MLM, ÜLKEMİZ GERÇEKLİĞİYLE BULUŞUYOR
Marks-Engels kapitalizmin koşullarını tahlil ederken bu koşullar içerisinde kurtuluşun nasıl yaratılacağının yolunu da ortaya koymuştur. Lenin bu teorinin pratik inşacısı olurken emperyalizm koşullarında devrimin yolunun nasıl olacağını pratik ispatla ortaya koymuş, sosyalist inşa sürecini başlatmıştır.
Emperyalist abluka ve saldırı altında Stalin bu inşa sürecini devam ettirmiş, sosyalist inşada önemli bir mesafe kat etmiştir. Mao, Sovyet pratiğinden çıkardığı eleştirel dersler dışında kapitalist olmayan ülkelerde devrimin yolu, stratejisi Halk Savaşı’nı formüle etmiştir.
İnşa sürecinde BPKD, iki çizgi mücadelesi formülasyonları ile önemli katkılar sunmuştur. Bunun yanı sıra diyalektik materyalizmin temel ilkeleri içerisinde çelişki yasasının esas oluşunu ispatlayarak felsefeye önemli bir katkıda bulunmuştur. Politik-ekonomi konusunda sosyalizm politik-ekonomisine dair katkılarının altını çizmekte fayda var. Başkan Mao’nun Marksizm-Leninizm’e katkılarının özlü ifadesi bunlardır. Bir diğer nokta Kruşçev modern revizyonizminin iktidara gelişiyle başlayan sürecin artık sosyal emperyalizm olduğu tespitidir. Bu bağlamıyla Maoizm’in kavranışı yarı-feodal yarı-sömürge ülkelerde devrim stratejisinin kavranışı ile Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimi Türkiye toprağıyla kaynaştırılmış oldu. Proletarya Partisi’nin kuruluşu ile komünizm mücadelesinde Komünist Partisi’nin rolü bu topraklarda bilinçlere kazınmıştır. Devamında ortaya konulan mücadele pratiği, devrimin Türkiye toprağında aşamaları, tahlili, halk savaşının en olumsuz koşullarda inşa girişimi, iktidarın namlunun ucunda olacağının somut ifadeleri olmuştur. Bu mücadele hattında Proletarya Partisi’nin kadroları, gösterdikleri çaba, feda ruhu Kaypakkaya’nın zindanlarda direniş geleneğini yaratması ile mücadelenin ne olduğu, nasıl olacağı, en boyutlu badirelerin nasıl aşılacağı noktalarında toprağımızdaki devrim yürüyüşüne Proletarya Partisi’nin önemli katkıları olmuştur. 1972, 24 Nisan’ından bugüne kadar yürütülen kararlı mücadele, atlatılan badireler, kat edilen mesafe açısından devrim mücadelesinin ne olduğu noktasında önemli dersler üretilmesine vesile olmuştur. 46 yıllık mücadele içerisinde Proletarya Partisi 500’ü aşkın şehit vermiştir, şehitler kervanına dört Genel Sekreter, yüzlerce ileri kadrosu katılmıştır.
Proletarya Partisi, Türkiye’nin ekonomik yapısını yarı-feodal, yarı-sömürge olarak tahlil etmiştir. Proletarya Partisi kuruluşundan bu yana Halk Savaşı stratejisini savunmuştur. Bu, somut şartların somut tahlili ilkesine dayanıyordu. İbrahim Kaypakkaya yoldaşın şu belirlemesini süreç açısından önemli görmekteyiz.
“… Yarı-sömürge ülkeler emperyalizmin yarı işgali altında olan ülkelerdir. Bu gibi ülkelerde emperyalizm egemenliğini esas olarak yerli gerici sınıflar aracılığıyla devam ettirmekle birlikte kendisi onlara üsleriyle, tesisleriyle, askerleriyle, filosuyla, silah yardımıyla… Çeşitli şekillerde destek oluyor.
Bu nedenle yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde ‘şehirlerin kırlardan kuşatılması’ stratejisi sadece feodalizmin varlığından ve köylülerin nüfusun çoğunluğunu oluşturmasından değil, aynı zamanda emperyalizmin yarı-işgalinden ileri gelmektedir.
Yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelere özgü olan şey, feodalizme karşı özü toprak devrimi olan Demokratik Devrim ile emperyalizme karşı ulusal devrimin birleşmiş olmasıdır. Feodalizmin varlık derecesi ve köylülerin genel nüfusa oranı (ki bunlar birbirine bağlı şeylerdir) demokratik devrimin programını etkiler. Ama ‘şehirlerin kırlardan kuşatılması’ stratejisini değiştirmez… ” (İ. Kaypakkaya)
Egemen sınıflar feodal toprak ağaları, emperyalist acenteler, komprador burjuvazidir. Proletaryanın ittifak cephesi köylülükten ulusal burjuvazinin sol kanadına kadar bütün ara katmanları kapsar. Devrim; Yeni Demokratik Devrim ve Sosyalist Devrim olarak iki aşamalıdır. Devrim stratejimiz Halk Savaşı, temel güç köylülüktür.
Önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın kısa yaşamından miras kalan salt yaratmış olduğu hareket değildir. Bu kısa yaşamına sığdırdığı engin mücadele deneyimi, Marksizm-Leninizm-Maoizm biliminin toprağımızla kaynaştırılarak kurulan Proletarya Partisi’nin programatik görüşleri; beş temel belge, onbir ilke yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor, edecek.