[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
İsrail, tarihinde görülmemiş protestolara sahne oluyor. Başbakan Netanyahu’nun yargı reformu tasarısını geri çekmesinin ardından da halk sokakları doldurmaya devam ediyor. Reformun geri çekildiği duyurulmasına rağmen halk endişeli. Netanyahu’nun ansızın bu kararı onaylatacağı düşüncesi halkın sokakları bırakmamasına yol açıyor.
Özellikle Netanyahu’nun Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden aldığını bildirmesinin üzerine protestoların düzeyinde artış olmuştu. Savunma bakanının görevden alınmasına halk büyük bir tepki göstermişti. Savunma bakanı, yargı reformunun orduda da tartışıldığını bildirmiş, buna tepkisini göstermişti. Bunun üzerine görevden alınmıştı. Ancak kısa bir süre sonra Netanyahu ve Gallant’ın hiçbir şey olmamış gibi yan yana poz vermesi dikkat çekmişti. Anlaşılan o ki iki kişi tartışmalarını bir süre daha ertelediler.
YARGI REFORMU NEDİR?
Daha önceki “İsrail Demokrasisi Filistin’de Katliam Demektir” yazımızda yargı reformunun getireceklerini, değişiklikleri incelemiştik. Yargı reformu Yüksek Mahkemenin yetkilerini sınırlandıracak özellikler barındırıyor. Bilindiği üzere İsrail, Anayasası yazılı olmayan ender ülkelerden birisi. Ülkede en yüksek yargı mercii olarak görev yapan İsrail Yüksek Mahkemesi, Meclisin çıkardığı kanunları bozma yetkisine sahip. Yani görece bağımsız bir yargı işlevine sahip. Netanyahu da yargı reformuyla mahkemenin bu özelliğini kısıtlamak istiyor. Ayrıca atanacak olan yargıçların yasama tarafından yani hükümet tarafından atanmasını istiyor.
HANGİ DEMOKRASİ?
Protestolarda karşımıza sıkça demokrasi söylemleri çıkıyor. Protestocuların taşıdığı dövizlerde “Suç Bakanı”, “Türkiye Gibi Olmak İstemiyoruz”, “Demokrasi Tehlikede” ifadeleri öne çıkıyor. Halkın yasaya bu kadar karşı çıkmasının sebebi İsrail demokrasisinin tehlikede olduğu düşüncesi. Bu durumda ülkede nasıl bir demokrasi olduğunu incelemekte fayda var. İşgalci bir devlet kendi halkına ne kadar demokrasi vadedebilir? Güvenliğine harikûlade önem veren, polisin ve ordunun geniş yetkilerle donandığı, neredeyse sadece güvenlik kurumlarının söz söyleme hakkına sahip olduğu bir ülkede hangi demokrasiden söz edilebilir? Demokrasi, ezilenler için var olmamıştır. Örneğin ezilen Filistin halkı hiçbir gün İsrail demokrasisinin o aydınlık yüzünü görememiştir. Şu anda da İsrail halkı için var olan bir demokrasiden bahsedemeyeceğiz. Öyle ki koalisyonda olan isimler demokrasi vaat eden isimler olarak gözükmüyor. Biri Arap karşıtlığından hüküm giymiş, diğeri yolsuzlukla suçlanan ve bir diğeri de “Havara’yı yok edeceğiz” söylemleriyle öne çıkan isimlerden oluşan bir koalisyon var. Ayrıca koalisyonda yer alan Ben Gvir, kendisine ait “ulusal milislerin” kurulmasını istiyor. Sanki İsrail’de yeterince gelişmiş ordu ve polis kuvveti yokmuş gibi! Koalisyondaki isimlerin hiçbiri İsrail halkının yaşam biçimiyle uyuşmuyor ve bu şekilde yeni reform önerileriyle Netanyahu, toplumun yaşam biçimini de değiştirmeye çalışıyor.
MESCİD-İ AKSA BASKINLARI VE TIRMANAN GERGİNLİK
Ramazan ayında Filistinliler ibadet ederken yapılan Mescid-i Aksa baskınlarında beş yüzden fazla Filistinli işkence edilerek gözaltına alınmıştı. Ertesi gün yine aynı şekilde İsrail güçleri tarafından baskın düzenlenmişti. Mescid-i Aksa baskınları uluslararası arenada gerginlik yaratmıştı. İsrail’in Gazze ve Lübnan’a saldırması birtakım gelişmelere yol açtı. Lübnan, Mescid-i Aksa baskınlarından sonra İsrail’e hava saldırısı gerçekleştirmişti. Bunun üzerine İsrail karşı saldırıda bulunmuştu. Filistinli güçler de işgalci İsrail’in bu saldırılarına yanıt vermişti. Batı Şeria’da 2 yerleşimci öldürülmüş, Tel Aviv’de de 1 kişi öldürülerek bu saldırılara yanıt verilmeye çalışılmıştı.
NETANYAHU YÖNETEMİYOR MU?
Devam eden eylemler, uluslararası arenadaki gerginlik, koalisyondaki çatırdamalar bize Netanyahu’nun bir yönetme krizi içerisinde olduğunu gösteriyor. Yargı reformunu ertelediğini duyurmuş olmasına rağmen eylemlerin devam etmesi halkın geri adım atmayacağının bir sinyali. Öyle ki bu protestoların çoğu muhalefet liderleri tarafından düzenleniyor ve halk bu çağrıya yanıt oluyor. Netanyahu’nun istifa etmesi, koalisyon içerisinde bulunan gerici aktörlerin değişmesi isteniyor ve muhalefet de bu gericilik kozunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanabiliyor.
Eylemlerin sönümlenmemesinin İsrail ekonomisine de ciddi zararları var. Yatırım yapmak isteyenler için bu eylemler “güvenli” bir ortam oluşturmuyor. Ayrıca İsrail Merkez Bankası, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ertelediği hükümetin tartışmalı yargı düzenlemesi nedeniyle ekonominin yılda 13 milyar dolar kaybedebileceğini bildirdi. Merkez Bankası faizi dokuzuncu kez yükselterek yüzde 4,5 ile 2007’den bu yana görülen en yüksek seviyeye ulaşıldı. Ekonomiye dair verilerin yer aldığı bir raporda da “Mevcut duruma ilişkin beklentilerde, yargı sistemine dair yasama sürecinden kaynaklı büyük bir belirsizlik görülmektedir.” denilmekte. Yargı reformunun içinde bulunduğu belirsizlik yatırımları engelleyen bir unsur. Ayrıca birçok patron, teknoloji sektöründeki yatırımcıların çoğu Netanyahu’nun yargı düzenlemesine karşı çıkıyor. Netanyahu zenginler dünyasından yardakçı bulamıyor. Bu da İsrail ekonomisini tehlikeye atıyor.
ABD SUÇLANIR OLDU
Netanyahu’nun oğlu Yair Netanyahu, ülkede devam eden protestolara yönelik sanal medya hesabından açıklamalarda bulunmuş ve ABD’yi suçlamıştı. Devam eden protestolarda da sıklıkla ABD suçlanır oldu. Hatta Biden yönetiminin de protestoları finanse ettiği iddia edildi.
Yargı reformu elbette ABD’nin isteyeceği bir şey değil. Çünkü İsrail, bölgede “demokrasi” ile yönetilen nadir ülkelerden birisi ve diğer Ortadoğu ülkelerine göre de daha “Batılı”. ABD özellikle bu imajın korunması yönünde karar kılıyor. Yargının kısıtlanmasına bu yüzden tepki gösteriyor.
İsrail, Biden’ın yargı reformundan vazgeçmesi gerektiği sözlerini dikkate almayıp “İsrail, dış baskılara göre karar vermeyen egemen bir ülke” demişti. İsrail’in ne kadar bağımsız bir ülke olduğu tartışılır. ABD ile koparılamayacak derecede güçlü bağları var. Sadece yargı reformu tartışmaları üzerinden de bu bağlar zayıflamayacaktır. Halihazırda Netanyahu’nun, içinde bulunduğu krizi ne derecede yönetebileceği ABD’yi ilgilendirmektedir.
Devam eden eylemler İsrail’in içinde bulunduğu siyasi krizi derinleştiriyor. Uluslararası camiada yaşanan İran-S. Arabistan yakınlaşması, bölgede ABD’nin çatırdayan hegemonyası İsrail’i de etkiler durumda. İsrail’in krizli yapısı özgülünde çatırdayan bir ABD hegemonyası mevcut. Ortadoğu’da gelişmekte olan yeni ittifaklar, yakınlaşmalar ABD egemenliğini tehdit eder durumda.
EN BÜYÜK TEHDİT EMPERYALİZM
Bölgedeki en büyük tehdit emperyalizmdir. Emperyalizmin dünya halklarına bir yararı yoktur. Halkları sömürmek, halklara zulmetmek, genişleme politikaları izlemek onun çıkarınadır. Bölge halklarının kurtuluşu için emperyalizmi def etmek, feodalizmin kalıntılarını süpürmek ana görevdir. Ancak bu şekilde tam kurtuluş sağlanacak, halk için demokrasi inşa edilebilmiş olacaktır.
İsrail halkı da Filistin’de yaşanan zulme kulak verdiğinde, kendi egemenlerine karşı mücadele yürütebildiğinde, gerçek bir demokrasi için savaşmanın adımlarını atabildiğinde özgürlüğe doğru yol almış olacaktır. Gerici kliklerden birini tercih etmek, onun mücadelesini vermek hiçbir yerde ve tabii ki İsrail’de de halkın sorununa çözüm getirmeyecektir.