Sanat söz konusu olduğunda “sanat sanat içindir”, “sanat halk içindir gibi anlayışlar” sanata yön veren temel tartışma konularının başında gelir. Çelişkinin her iki ucunu temsil eden bu bakış açılarının ortak noktası ise aslında sanatın sınıfsal olduğuna vurgu yapmasıdır. Bu anlayışlardan ilki, sanatı tarihsel köklerinden koparan, nesnel gerçeğin bir yanını topluma sunan burjuva bakış açısını temsil ederken; ikincisi ise sanatın da toplumsal yaşamın bir ürünü olduğunu, dolayısıyla bireylerin ürünü, birey ya da sınıflar üstü bir olgu olmayacağını, bütün topluma ait ve halk için yapılması gerektiğini savunan proleter sınıf bakış açısını temsil eder. Sanat bu bakış açılarıyla bağlantılı olarak (sanat nedir? kökeni, amacı nedir? ve ne için yapılır? vb.) bir çok boyutuyla sınıfsal bir arena olarak karşımıza çıkar. Burjuva ve proleter kültürün çarpıştığı bu arenada başarılı olmak; kendi kültürünü, ideolojisini sanat yoluyla kitlelere taşımayı başarmak kitleler üzerindeki etkiyi arttırmak ya da pekiştirmek sanatın sınıf mücadelesine olan katkısını tartışmasız bir şekilde büyük ve önemli.
Tarihsel deneyimlerle de altı çizilmiş olan bu gerçekliğin önemi konusunda yüzeysel bir kavrayışa sahip olduğumuz ortadadır. Mao yoldaş, 2 Mayıs 1942’de Yenan Sanat ve Edebiyat Forumu’nun açılışında devrimci sanat ve edebiyatın doğru bir yol izlemesini ve ezilenlerin kurtuluş mücadelesinin başarıya ulaşması için verilen devrimci çalışmalar konusunda sanatın önemli bir yer tuttuğunu vurgulamak için yaptığı konuşmada oldukça çarpıcı noktalara değinmektedir. Mao yoldaş “yoksul emekçi halkın kurtuluşu uğrundaki mücadelesinde çeşitli cepheler vardır: kalem ve silah cepheleri; yani kültürel ve askeri cephelerde bunlar arasındadır. Düşmanı yenmek için öncelikle silahlı orduya dayanmak zorundayız. Ama bu ordu tek başına yeterli değildir. Saflarımızı birleştirmek ve düşmanı yenmek için kesinlikle bir kültür ordusuna da sahip olmalıyız” sözleri kültür-sanat çalışmasında konunun önemini ortaya koyan çarpıcı bir özet niteliğindedir. Mao yoldaş devrimci sanat ve edebiyatı sömürücü egemen sınıflara karşı devrimci mücadelenin bir silahı olarak görür.
İdeolojik biçimler olarak sanat ve edebiyat eserleri belli bir toplumun hayatının insan bilincindeki yansımasının ürünüdür. Dolayısıyla bütün toplumlarda her kültür her sanat ve edebiyat belli bir sınıfa aittir ve belli bir ideolojik ve siyasal çizgiyi temsil eder. “Sanat için sanat”,”sınıflar üstü sanat”, “siyasetten uzak ya da bağımsız sanat” diye bir şey yoktur. Bu söylemler burjuva sınıfının bakış açısından ibarettir. Bu yanıyla egemen sınıflar sanat ve edebiyatı toplumsal özünden kopararak tekellerine almaya çalışırlar. Çünkü topumun egemen gücü olanlar aynı zamanda toplumun düşünsel gücüne de hükmederler. Ve sanatın kendi dünya görüşlerini kitlelere taşımak için en güçlü araçlardan biri olduğunu bilirler. Bununla birlikte egemen sınıflar sanat ve edebiyatı bir meta, lüks bir tüketim maddesi haline getirecek halkın üstünde küçük bir ayrıcalıklı grubun uğraşı, eğlence ya da hobisi olarak ele alırlar. Sanat ve edebiyatında kendi kurulu düzenlerini yüceltmesini ve devamlılığına hizmet etmesi temel felsefeleridir.
Sanata bakışta halkın gerçekliğine odaklandığımızda, halkın egemen sınıfların etkin manipülasyonunu, ideolojik-politik bombardımanı altında burjuva bakış açısından fazlasıyla etkilenmiş olduklarını görürüz. Sanatın ve edebiyatın gerçekte ne olduğunu, amacını kavramaktan uzak kılındığı bir tabloyla karşı karşıya kalırız. Bu tabloyu tersine çevirmenin tek yolu ise ancak zorlu bir ideolojik ve siyasal savaşım içerisinde mümkün olabilir. Burada da en büyük görev bu siyasal savaşım içerisinde proletaryaya öncülük edip onu harekete geçirecek olan komünistlere düşmektedir. Bu nedenle bütün süreçlerde yani devrimden öncede devrimden sonrada aydınlara, sanatçılara, emekçilere önderlik etmeli körelmiş zihinler aydınlatılarak ideolojik bakımdan yeniden kalıba dökülmelidir.
Proletarya bir taraftan kendini yeniden kalıba dökerken aynı zamanda aydınlara, sanatçılara da yol göstererek onları topluma yararlı olabilmelerinin öncelikle kendilerini değiştirmekle mümkün olabileceğine ikna etmelidir. Bu sürecin başarıyla sonuçlanması için aydın ve sanatçılar tam olarak inandırılmalı ve bu sürece kendi istekleriyle katılmalarını sağlamalıdır. Bu durumda seçimini yapan sanatçı ve aydınlar ya bir meta üreticisi olmayı kabullenirler, daha fazla para kazanmak, sistemde yer edinmek için çalışırlar. Ya da halkın içerisinde onlarla bütünleşerek kendi eserlerini toplumsallaştırırlar. Ama hiç kuşkusuz egemenlerin hizmetine girmeyi seçenler; aydın ya da sanatçı olarak değerlendirilemez. Çünkü aydın ve sanatçı olmak en başta halkın, ezilenlerin yaşamına katkı sunan, onurlu bir duruşu gerektirir. Gerçeğin izinden yürümek ve eserlerine bu gerçekliği aktarmayı varlık sebebi olarak görmek zorundadırlar. Gerçeğin izinden yürümeyenler ise toplumsal hayatın (halkın) onlara sundukları bütün bilgi, birikimleri ve yeteneklerini, insani değerlerini bir kenara bırakarak ve bir avuç sömürücü sınıfın hizmetine sunarak, onların karanlık dünyalarının birer parçası ve suç ortakları olmuşlardır. Sanat adı altında metalaşan bir üretimin çürümüşlüğünün pençesinde olmaktan rahatsızlık duymazlar. Keza ”sanat için sanat”, “sınıflar üstü sanat” vb. söylemler özel mülkiyetin özünde var olan bencil, bireyciliğin yansımasından başka bir şey değildir. Bu anlayışa sırtını yaslayan aydınlar, sanatçılar gerçek esin kaynağından yani halktan uzaklaşarak kendi benliklerini kaybederler. Egemen olana benliğini satmaktan da kurtulamazlar.
Zira, sanatçılar ve aydınlar bir yanıyla toplumun birer temsilcisi ve sözcüleridir aynı zamanda. Halkın, sınıfın bulunduğu çağın önemli bir olay ve düşüncelerini yansıttığı oranda bireysellikten çıkar gerçek esin kaynağına yani halka geri dönerek toplum için sanat ve edebiyat yaratırlar. Çünkü sanat ve edebiyatın asıl görevi insanlara olayların gerçek anlamını açıklamak, tarihsel gelişmenin neden ve sonuçlarını anlatmak, bireysel hayatı toplumsal hayata çevirmek ve aynı zamanda insanlar arasındaki birliği sağlamaktır. Devrimci ve komünistlerin yapması gereken de tam da böyle bir sanat ve edebiyat ordusunu yaratmaktır. Bu ordu görevini ancak Marksizm’in ışığında halk kitlelerinden beslenerek, onlarla büyüyerek başarıya ulaşabilir. Elbetteki sözünü ettiğimiz, rehber edindiğimiz Marksizm, küçük-burjuvazinin, liberal burjuvazinin Marksizm’i değildir. Biz halkın hayatında, mücadelesinde etkili bir rol oynayan ve yaşayan Marksizm’den bahsediyoruz. Gerçek Marksistler iyiyi kötüden ayıklamayı, neden ve sonucun birliğini sağlayarak başarılı olabilirler. Çünkü çürüyen bir toplumda eğer sanat ve edebiyat doğru bir yol izliyorsa bu çürümeyi yansıtabilir. Ve toplumsal görevinden kaçmadığı müddetçe dünyanın değişebileceğini göstererek mücadelenin ayrılmaz bir haline getirilebilir.
(Bir Yeni Demokrasi Okuru)