“Bir başına savaşmayansa öldürülen
daha kazanmamış demektir düşman”
Bertolt Brecht
Nazım Daştan ve Cihan Bilgin… Tişrîn Barajı ve Sirîn beldesi arasındaki yolda, hedef gözetilerek katledildiler. Gazetecilerin bulunduğu aracın üzerinde “basın” ibaresi vardı. Buna rağmen faşist TC güçleri tarafından hedef alınıp SİHA saldırısıyla katledildiler. Elbette Tişrîn’de TC devleti için “basın” ibaresinin bir önemi yoktu. İsrail’in Gazze’de yaptıklarının tıpatıp aynısı yaşandu Tişrîn’de. Yüzlerce basın emekçisini katleden İsrail ile TC devletinin vahşet konusunda çok fazla ortak noktası olduğunu, birbirleriyle yarıştığını gösteren somut bir örnektir bu yaşanan.
Dünyada bu yıl en az 106 gazeteci katledildi, 520’den fazla gazeteci ise tutsak. Gazetecilerin çoğu savaş bölgelerinde katledildiler.
Öncelikle Kürt gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’e kısaca değinmek istiyoruz. Kalemlerini yerde bırakmamak, yolculuklarını yaşatmak adına… Ömürlerini halka bilgi ulaştırmaya adayan Nazım ve Cihan savaş bölgelerinde haber takibi yapan gazetecilerdi. Savaş bölgelerinde haber takibi yapmak elbette belirli riskleri bulunduruyor. Düşmanın eline geçmek, aç kalmak, yaralanmak, katledilmek gibi… Nazım ve Cihan da bu bedeli ödeyerek işlerini ölüm pahasına yaparak yolculuklarının sonuna geldi. Gazetecilik yolculukları tabii ki de “sıradan” değildi. Düşman güçler vardı karşılarında, gerçekleri anlatma hedefiyle çıkmışlardı yola. Öyle ki onlar öldüklerinde bile ölümleri bir gerçeği anlattı.
GAZETECİLERİN YOLCULUĞU
Gazeteci Nazım Daştan, 2012 yılında Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) muhabir olarak gazeteciliğe başladı. 2014 yılında IŞİD’in Kobanê saldırısını takip eden gazeteciler arasındaydı. Ağırlıklı olarak çatışmalı bölgelerde bulunan Nazım, Şırnak’ın Silopi ilçesinde sokağa çıkma yasakları döneminde haber takibi yaptı. 2016 yılında Antep’te gözaltına alındı. “Örgüt propagandası yapmak” iddiası ile tutuklandı. 5 aylık tutsaklık sürecinden sonra serbest kalan Nazım, hapishane kapısında “Kalemimizi daha fazla halka adayacağız” dedi. Nazım, Tabka’da operasyonu takip ettiği 5 Nisan 2017 tarihinde IŞİD’in saldırısında yaralandı. Bir süre tedavi gördükten sonra yeniden sahadaki gelişmeleri takip etmeye başladı. En son Esad’ın devrilmesinin ardından Rojava’daki gelişmeleri aktarıyordu. SMO’nun Minbic’e yönelik operasyonunu yerinden takip eden gazetecilerden biriydi.
Cihan Bilgin, gazetecilik hayatına Azadîya Welat ve Özgür Gündem gazetelerinin dağıtımıyla başladı. 2016 yılının aralık ayında itibaren ANHA’da çalışmaya başladı. IŞİD’in 20 Ocak 2022’de Heseke’nin Sina Hapishanesine yönelik saldırılarını gazeteci arkadaşı Nazım ile birlikte anbean takip etti. Cihan, 8 yıldır Rojava’daki gelişmeleri takip ediyordu.
Görüldüğü üzere iki gazeteci de ömürlerini bu alana adamıştı. Yaralanmalarına, hapsedilmelerine rağmen işlerini yapmaya devam ettiler. Onurlu ve özgür bir yaşam için mücadelelerini sürdürdüler. Halkın acılarının, sevinçlerinin, direnişlerinin, yenilgilerinin, zaferlerinin en yakın tanıklarıydılar. Gazetecilik “tarafsız” olmak değildi, onlar da taraflarını seçtiler! Savaş bölgesindeki halk ne yaşadıysa onlar da onu yaşadılar, tek farkla: Onların omuzlarında gerçekleri dünya halklarına mal etme sorumluluğu da vardı. Onların mücadelelerinin karşısında ise vahşetle hareket eden, kanla beslenen bir devlet vardı. Bu da TC devletinin Kürdistan’ın tüm parçalarındaki değişmeyen sorumluluğu! TC devleti bölgede kullanabildiği tüm aparatları kullanarak Kürt yerleşim yerlerini daraltma hedefi güdüyor, aparatları “yetmediği” zaman da SİHA’ları devreye sokuyor. Son bir aylık süreçte Suriye Kürdistanı’nda onlarca sivili katleden TC, halkın acılarını ve direnişini tüm dünyaya duyurmaya çalışan gazetecileri hedef almaktan geri durmuyor. Bu, TC’nin faşist ve katliamcı karakterinin en somut örneklerindendir.
SAVUNMAK SUÇ MU?
Gazetecilerin katledilmesini protesto etmek en doğal hakkımız olmalıyken fotoğraflarını taşımak “suç” sayıldı. Şişhane’de yapılan eylemde gazeteciler Gülistan Dursun, Can Papila, Pınar Gayıp, Serpil Ünal, Hayri Tunç, Enes Sezgin ve Osman Akın tutuklandı. Katillerden hesap sormak suç muydu? Elbette suç. Gazetecilerin adlarını yaşatmak, mücadelelerini aktarmak, halka gerçekleri yani TC devletinin katliamcı zihniyetini anlatmak; devletin “Suriye’de ne yaptığını” açığa çıkarmaktır. Devlet bu yüzden gerçekleri saklamak için gazetecilere ev hapsi veriyor, onları tutukluyor, katlediyor. Gazeteciler şimdi tutuklanan meslektaşları için birçok eylem örgütlüyorlar. Çünkü gözaltından çıkan gazetecilerin de adliye önünde haykırdığı gibi “Susma, Sustukça Sıra Sana Gelecek!”
Ayrıca katledilen gazetecilerin haberini yapmak, bu gerçeği anlatmak, gazetecilere “gazeteci” demek bile suç unsuru sayıldı! “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” ve “örgüt propagandası yapmak”tan İstanbul Barosu ve bir gazeteci ile haber kanalına da soruşturma başlatıldı. Bu soruşturmaların ilerleyeceği öngörülebilir. Meclis’te gazetecilerin katledilmesine ilişkin araştırma önerisi veren vekillerin bu talebi reddedildi. TC, aslında bu baskılarla bir mesaj da veriyor. Katledilenlerin adının bile anılmasını istemiyor. Fotoğraflarının taşınmasını, kalemlerinin sahiplenilmesini kendi güvenliğine bir saldırı olarak görüyor. Ancak her ne kadar baskılarıyla gerçekleri susturmaya çalışsa da gerçekler, korkulara ve baskılara karşı yükselen bir direnişin ışığıdır. Ne kadar bastırılmaya çalışılırsa daha da gür çıkar. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin direnen tüm dünya halklarına tarihin hâlâ gerçeklere dayanarak, onların lehine yazıldığını göstermektedir. İşte tam da bu nedenle Nazım ve Cihan’ın ölümsüzdürler. Faşist TC devleti ve paramiliter güçlerinin adları ise tarihe kara bir leke, halk düşmanı olarak yazılmıştır.