NATO, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşının sonlanmasıyla emperyalist bir savaş ve saldırı aygıtı olarak 1949 yılında kuruldu. Esas olarak SSCB’ye karşı kurulmuş, Sovyetler Birliği’ni kuşatmayı, gelişen sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini ezmeyi önüne koymuştur. Kuruluşu aynı zamanda emperyalist kampın “savunulması” misyonuyla gerekçelendirilmiştir. “Sovyet tehdidine” karşı birleşmek başta olmak üzere emperyalist-kapitalist ülkelerde gelişen mücadelelerin boğulması, sayısız ülkede ortaya çıkan toplumsal mücadelelerin provokasyonlar, katliamlar ve askeri darbeler yoluyla kanlı bir biçimde bastırılması da dahil kuruluşun sorumluluk alanına dahil edilmiştir. Türkiye, NATO’nun karanlık dehlizlerinde planlandığı bilinen askeri faşist darbelerle bunun iyi bir örneği durumundadır.
RSE’nin (Rus Sosyal Emperyalizminin) ömrünü tamamlamasıyla NATO’nun tasfiyesi şöyle dursun hegemonya aracı olarak genişlemeye devam etti. RSE’nin dağılmasıyla emperyalist kapitalist sistemde değişen dengeler, emperyalist dünyada ortaya çıkan yeni çelişkiler ve pazarların yeniden paylaşımı sorunu NATO’yu daha da önemli hale getirerek ona yeni misyonlar yükledi. Bu dönem aynı zamanda AB’li emperyalistlerin NATO’nun kuruluş gerekçelerinin ortadan kalktığı tartışmaları eşliğinde ABD emperyalizminin gölgesinden çıkmaya yöneldikleri, Avrupa ordusu kurma hayalini gerçekleştirmeye ağırlık verdikleri bir dönem olmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron’un “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği” yönündeki çıkışı kuruluşu bir kez tartışmaların odağına taşımakla kalmamış, emperyalistler arası çelişkilerin derinliğini de göstermiştir. NATO için çalmaya başlayan alarm zilleri NATO’nun varlığını sürdürmesi için harekete geçmesini sağlamıştır. Üye ülkelerin, “NATO 2030: Yeni bir çağ için birleştik” başlığı altında toplanan önerilerinin tamamı NATO’nun yeniden yapılandırılmasına odaklanmıştır. Yeniden yapılandırma sürecinin düşman bir kamp yaratmayı içerdiği açıktır. “Çözülen” ittifak ruhunun diriltilmesi, güncellenmesi ancak yeni tehditlerin yaratılmasıyla, düşmanlıkların körüklenmesiyle mümkün olacaktır. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, ABD emperyalizmi başta olmak üzere NATO’nun yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç duyan emperyalist güçler açısından “kurtarıcı” olmuştur. Böylelikle Ukrayna işgali Rus yayılmacılığının yeni bir hamlesi olarak görülmüş, NATO’nun Doğu Avrupa’ya doğru genişleme planlarını hayata geçirmesinin fırsatı olarak değerlendirilmiştir. ABD emperyalizminin en başından itibaren kışkırttığı Rusya-Ukrayna savaşı NATO’nun aşınan cilasını yeniden parlatmaya yaramış, hegemonya dalaşında onu öne taşımıştır. Ancak bunun kusursuz biçimde süreceğini söylemek mümkün değildir. Bir yandan yeni küresel tehditler yaratılarak NATO’nun ömrü uzatılmaya çalışılırken NATO’da çıkar birliği yapmış haydut devletlerin bir arada kalmayı daha ne kadar başaracakları önümüzdeki beş-on yılın yanıtlanmayı bekleyen önemli sorularından birisi olacaktır. Buradan hareketle NATO strateji belgesinin yeni tehditler üzerinden güncellenmesi ittifak içerisinde oluşan çatlakları bir süreliğine perdelese de hegemonya dalaşı derinleşmeye devam edecektir. Dolayısıyla askeri ve ekonomik saldırganlığın “temsilcisi” Rusya-Çin düşmanlığının NATO’da toplanmış emperyalistleri tutkal gibi bir arada tutması emperyalistler arası rekabetin kızışma derecesine bağlı olacaktır. Bugün bunun belli düzeyde sağlandığını söyleyebiliriz. Emperyalistler arası hegemonya yarışında konumunu korumak isteyen ABD’nin karşısına Rusya’nın ve daha iddialı bir biçimde Çin’in dikilmesi, AB’li emperyalistlerin bu yarıştan geri kalmayarak yeni pazar alanları yaratmaya, yeni ittifaklara yönelmeye, halihazırdaki ittifaklar içerisinde etkili olmaya dönük hamleleri emperyalistler arası rekabetin kızıştığını göstermektedir. Bununla kalmayarak ABD, NATO çatısı altında çıkar birliği yaptığı diğer emperyalist güçlerle Rusya-Çin ittifakına karşı yeni hamlelere girişerek Asya-Pasifik ülkeleriyle siyasi, askeri, ekonomik iş birliğini derinleştirmektedir. NATO, ABD emperyalizminin hegemonik çıkarları öncelikli tutularak genişletilmeye devam etmektedir.
NATO Genişledikçe Güç Devşiriyor!
Bir savaş aygıtı olarak NATO’nun “açık kapı politikasıyla” üye sayısını Finlandiya ve İsveç’in katılımıyla 32’ye çıkarmak istemesi en genel anlamda ittifaka dahil olan ülkelerin ekonomik, siyasi ve askeri gücünün ABD’nin başını çektiği emperyalist blokun çıkarları yönünde kullanılması anlamına gelmektedir. NATO’nun bu yayılmacılığının gerisinde üyelik için başvuran ülkelerin “ulusal güvenliğinin” olmadığı sır değildir. Rusya ve Çin’e karşı genişleme hamlesidir. Pentagon’un “21. yüzyılın en büyük stratejik tehdidi” ilan ettiği Çin ile “küresel etkisini artırmaya ve yıkıcı rol oynamaya kararlı düşman” olarak tanımlanan Rusya, ABD emperyalizminin hedefindeki rakip emperyalist güçlerdir. ABD emperyalizmi Çin ve Rusya’nın yükselişini önleyerek yaşadığı gerilemeyi durdurma çabasındadır. Ukrayna-Rusya savaşının kışkırtılmasında etkin rol oynayan ABD, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini destekleyerek Rusya’ya yönelik kuşatmayı Baltık ülkelerine doğru genişletmenin adımlarını atmıştır. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği için geliştirilen hamle, Rusya tarafından tehdit olarak algılanmıştır. Rusya Dışişleri Bakanlığı, Moskova’nın “ulusal güvenliğine yönelik tehditleri durdurmak için hem askeri-teknik hem de başka türlü misilleme adımları atmaya mecbur olduğunu” açıklarken Çin, NATO’nun İsveç ve Finlandiya’ya doğru genişlemesini dünya barışı için bir tehdit olarak gördüğünü söylemiştir.
Son NATO zirvesi rakip emperyalist güçlerin karşılıklı geliştirdiği hamlelerin Doğu Avrupa ve Asya-Pasifik’te suların daha da ısınacağını, emperyalistler arası güç ve egemenlik mücadelesinin daha da şiddetleneceğini göstermektedir.
Kırıntılar için “Pazarlık”
NATO’ya yeni üyeliklerin birçok aşamadan geçerek ittifak üyesi devletlerin oy birliği şartına bağlanması ise Türk devletine “pazarlık” fırsatı yaratmıştır. Pazarlıktan anlaşılması gereken birtakım kırıntılar uğruna efendileri tarafından muhatap alınmaktır. Türk hâkim sınıfları kuşkusuz bu fırsatı zayıf konumunu güçlendirmek ve kimi tavizler kopartmak için kullanmak istedi. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliklerini veto “şovuyla” pazarlık konusu haline getirmesinin temel nedeni Türk hâkim sınıflarının efendilerine kendilerini yeniden kabul ettirmek ve Kürt ulusunun kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik yeni işgal ve saldırılara onay istemekti. “Veto şovu” bu beklentiyi gerçekleştirmek için yapılmış bir dikkat çekme “eylemiydi”! Böylelikle emperyalist efendilerden kopartılacak her taviz aynı zamanda ekonomik ve siyasi krizin yarattığı yükün hafifletilmesine tahvil edilecekti. Ancak iç kamuoyunda “zafer” havası estirilmeye çalışılsa da işler pek de yolunda gitmemiştir. Denilebilir ki NATO zirvesi Türk hâkim sınıflarının uşaklığını bir kez daha tescillemiştir. NATO zirvesi öncesi pazarlığı kızıştırmak için üst perdeden gösterilen çıkışlardan eser kalmamıştır. ABD tarafından oturtulduğu masadan, attığı naraların karşılığı sayılabilecek kayda değer bir taviz kopartılamamıştır. Buna rağmen Türk hâkim sınıfları Madrid’de gerçekleşen NATO Zirvesi’nde İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini “üçlü mutabakatla” onayladığını açıklamıştır. Zira yüksek perdeden nutukların ardından gelen 180 derecelik dönüşlerin yabancısı da değiliz. Söz konusu olan ABD emperyalizminin temsilcisi Joe Biden tarafından dikkate alınmak olunca yalanıp yutulmayacak hiçbir söz olamaz. Türk hâkim sınıflarının çapsızlığını dış politikada en iyi özetleyen ise RTE’nin “dün dündür, bugün bugündür” sözleri olmuştur. Kapalı kapılar ardında hangi pazarlıkların yapıldığı bilinmese de faşist diktatörlüğün baskı ve uyguladığı zulüm nedeniyle İsveç ve Finlandiya’ya siyasi sığınma talebinde bulunanların iade edilmesi koşullarının yeniden incelenmesi anlaşılan konulardan birisidir. Burjuva demokrasilerinin iki yüzlü tutumunun görülmesi bakımından bu karar ibretliktir. Yine İsveç ve Finlandiya’dan Türkiye’ye uyguladıkları silah ambargosunu kaldırma sözü alınmıştır. Böylelikle AB üyesi kimi devletlerin uyguladığı silah ambargosu kaldırılmaya çalışılmaktadır. Ancak İsveç ve Finlandiya’nın Türk devletinin stratejik ve ana silah tedarikçileri olmadıkları gerçeği bu ambargonun kaldırılmasını sembolik olmaktan öteye taşımıyor.
Suriye ve Rojava’ya dönük saldırı ve işgal hazırlığı ise Türk hâkim sınıflarının umduğu gibi NATO zirvesinde gündeme gelmemiş, ötelenmiştir, hatta görmezden gelinmiştir. “Veto” kartının esas olarak işgal ve saldırganlığa vize çıkartmak için kullanılmaya çalışıldığı açıktır. Türk hâkim sınıflarının Kürt ulusunun kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik saldırıları her fırsatta devreye soktuğu bilinmektedir. Hatırlanacak olursa en son ekim ayında Rojava’ya yönelik bir askeri operasyon yapılacağıyla ilgili takvim işletilmeye başlamıştı. Yapılamayan harekât için fırsatların yeniden doğduğunu düşünen Türk hâkim sınıfları NATO zirvesi öncesi kendilerine bağlı çeteleri harekete geçirerek sahayı hareketlendirmeye çalışmıştır. İşgal edilecek yeni yerler için hazırlıklar yapılmaktadır. Bir kez daha altını çizmek gerekir ki Türk hâkim sınıflarının bugüne kadar Rojava’ya yönelik geliştirdiği saldırılar bölgeye hâkim olan emperyalist güçlerin iznine ve onayına bağlı biçimde gelişmiştir. Bundan sonra da bir istisna yaşanmayacağı bilinmelidir.
Biden’la görüşmek Türk hâkim sınıflarının tesellisi olmuştur. Diğer yandan ABD Başkanı Joe Biden, Türkiye Cumhurbaşkanı RTE ile 29 Haziran’da NATO Zirvesi’nde yaptığı görüşme sonrası Türkiye’ye F-16 savaş uçakları satışıyla ilgili ABD Kongresi’nden onay alabileceklerini söylemişti. ABD’nin Türkiye’ye F-16 satışını şarta bağlayan tasarı Temsilciler Meclisi’nde kabul edilirken F-16 satışının “Yunanistan hava sahasına yönelik sürekli ihlallerde kullanılmayacağı” şartı koşuluyor. ABD ve Yunanistan arasındaki yakınlık, karşılıklı jestler ve taahhütler gözetildiğinde F 16’ların satışının “Yunanistan hava sahasına yönelik sürekli ihlallerde kullanılmayacağı” şartı dikkate değerdir. Yunanistan’da 2021 yılının Ekim ayında ABD ile imzalanan ‘Karşılıklı Savunma İş Birliği Anlaşması’nın yakın zamanda onaylanması ülkedeki geniş çaplı ABD varlığının önünü açmıştır. Bu anlaşma kuşkusuz ABD’nin küresel hegemonyasını derinleştirme ve genişletme hamlesinin bir parçasıdır ve özellikle Rusya’nın hamlelerine karşı geliştiği, bununla birlikte Avrupa üzerindeki gölgesini büyütme amaçlı olduğu açıktır.
Yunanistan ile ABD-NATO ilişkilerinde yaşanan yakınlaşma özellikle Batı Trakya’daki Dedeağaç şehrini ABD’nin yeni gözdesi haline getirmiştir. Yunan Ordusu’nun önceleri Elevsina bölgesindeki Kavala şehrine kadar uzanan akaryakıt hattının Dedeağaç’a uzatılması için gerekli olan maddi fonun NATO tarafından sağlanmasının nedeni Rusya-Ukrayna Savaşı henüz patlak vermeden bölgede yaşanacak olası bir çatışmada ABD-NATO’nun müdahale kapasitesini artırmak olduğu söylenmiştir.
Emperyalist kapitalist sistem düzenlediği zirvelerle, yeni ittifak arayışları ve kurduğu dengelerle dünyayı çıkar birliği yaptığı emperyalistler lehine biçimlendirmek istemektedir. Bölgesel gerilim ve savaşlarla işçi ve emekçi halk yığınlarına gözdağı verilmeye çalışılmaktadır. Söylemek gerekir ki hiçbir zirve, ittifak ve kurulan denge emperyalist-kapitalist sistemi kurtaramayacaktır. Şimdi, isyan rüzgarlarının ülkeden ülkeye estiği yeni bir dalga yükselmektedir. Ne emperyalist-kapitalist sistemin efendileri ne de faşist diktatörlüğün uşaklıkta kusursuz temsilcileri yükselen bu dalgayı kesebilecektir. Bu koşullar göstermektedir ki sorumluluğumuz Demokratik Halk Devriminin temel görevlerini, sınıf mücadelesinin keskinleşmiş çelişkilerini kavrayarak işçi ve emekçi yığınları harekete geçirecek önderliği geliştirmektir. Komünistler bu göreve talip olduğu kadar önderlik rolünü yerine getirme iddiası ve gayreti içindedir!