Kürt ulusunun Rojava’da elde ettiği kazanımlar TC’yi içinden çıkılmaz bir paradoksa sürüklemiştir. Bu nedenle TC Sur, Cizre ve Nusaybin’de patlak veren özyönetim direnişlerinde binlerce Kürt’ü “terörist” ilan edip katletmekten çekinmemiştir. T. Kürdistanı günümüzde tıpkı Filistin’de olduğu gibi bir açık hava hapishanesine dönüşmüş durumdadır. TC, uşağı olduğu emperyalistler için T. Kürdistanı’nda ilhakçı, Suriye ve Irak Kürdistan’ında işgalci politikalar izlerken güçlerini ve bölgedeki konumunu konsolide etmeyi ihmal etmemiştir. Yalnızca son bir yıl içerisindeki “savunma ve güvenlik” olarak belirlenen savaş bütçesindeki dolar bazlı artışa göz atmak yeterlidir: “Bahsi geçen savunma ve güvenlik bütçesi, bugünün kuru ile yaklaşık 40,5 milyar ABD dolarına tekabül ediyor. Türkiye, 2023 yılında savunma ve güvenliğe yaklaşık 16 milyar dolar ayırmıştı. Şu an için savunma bütçesindeki dolar bazında artış, yaklaşık yüzde 250 bandında.”
Filistin’deki ve Kürdistan’daki güncel politik durumda savaş gerçekliği rasyonel olmaktan uzaktır. Çünkü her iki bölgenin de sosyal, ekonomik, siyasi ve coğrafi gerçekliği aynı değildir. Örneğin Suriye Kürdistanı’nda ve Irak Kürdistanı’nda faşist TC ve KDP güçlerine karşı zorlu bir savaş verilirken T. Kürdistanı’nda özyönetim direnişlerinin yenilgiyle sonuçlanmasından bu yana, tasfiye rüzgarlarının da daha güçlü esmesi sebebiyle ağır aksak bir savaşım hâkimdir. Oysa Filistin’in hemen her yerinde Siyonistlere karşı meşakkatli şehir savaşları verilmektedir. Dolayısıyla Kürdistan’daki ve Filistin’deki farklı ve değişen çelişkiler-koşullar hakkında varsayımlar üzerinden yüzeysel mukayeselere girmekten titizlikle kaçınılması ve gelişmelerin objektif bir çıktısına ulaşılması gerekir.
Yukarıda Filistin ve Kürdistan coğrafyası hakkında değindiğimiz olgular, Filistinlilerin ve Kürtlerin ilhakçı, işgalci ulus-devlet aygıtlarına ve sömürgeci emperyalist güçlere karşı direnişlerindeki tarihsel haklılıklarını ve andaki meşruluklarını anlamamız için yeterlidir. Filistin’de Nakba; Kürdistan’da Dersim, Halepçe, Rojava, Humeyni’nin idam fetvaları vd. demektir. Ezen ulusların egemenlerini, ezilen uluslar üzerindeki kanlı diktatörlüklerinde ortaklaştıran olgunun adıdır Nakba. Ezilen ulusları ortaklaştıran ise ezen uluslara karşı verdikleri haklı savaşlarıdır. Denebilir ki Nakba Kürdistan’da da sürüyor ve direniş de!
Aksa Tufanı Çıkışı ve Kürt Ulusal Hareketinin Filistin Tutumu
Filistin Ortak Operasyonlar Odası’nı Ramallah, Gazze, Nablus gibi stratejik bölgelerde örgütlenen ve kitle desteğine sahip pek çok İslami ve sol-sosyalist örgütlerin bir ulusal birleşik cephesi olarak kabul etmeliyiz. 7 Ekim 2023’te Ortak Operasyon Odası’na bağlı El-Kassam Tugayları’nın İsrail’e yönelik Aksa Tufanı operasyonuyla başlattığı saldırılar savaşı yeni bir safhaya taşımış oldu. Aksa Tufanı operasyonu Hamas’ın öncülüğünde düzenlenmiş olsa da tüm örgütler birleşik mücadele ruhuna uygun şekilde hareket ederek savaşı büyütmekte gecikmediler ve operasyonu Filistin ulusal direnişine mal ettiler. Burjuva-feodal medya savaşın yeni safhasını Hamas ile İsrail arasında cereyan etmekteymiş gibi servis etti. KUH’un (Kürt Ulusal Hareketi) sözcüleri de gelişmeleri “Hamas-İsrail savaşı” olarak değerlendirdi ve Hamas ile İsrail arasındaki çatışmanın sona erdirilmesine dair barışçıl çağrılarda bulundular. Bu minvalde varsayımlardan ve temelsiz değerlendirmelerden öteye geçemeyen, Hamas’ı İsrail’e saldırtanın ve Hamas yöneticisinin Tayyip Erdoğan olduğu(!), Filistinlilerin ve İsrailli Yahudilerin çözümü Öcalan’ın yeni paradigmasında aramaları gerektiği gibi görüşler de KUH nezdinde sıkça kullanılmaya başlandı. Açıktır ki şimdi daha şiddetli bir şekilde cereyan eden Filistinlilerin Siyonist İsrail’e karşı haklı savaşını salt Hamas ile Siyonist İsrail arasında süren bir savaşmış gibi ele almak meseleye dar pencereden bakmaktır. 8 aydır Nakba tarihinin en şiddetli muharebelerinden birisine tanıklık etmekteyiz ve geçen bu süre zarfında daha şimdiden on binlerce Filistinli, Siyonistlerin saldırılarında yaşamını yitirmiştir.
El-Kassam Tugayları komutanlarından Muhammed ed-Dayf’ın 7 Ekim’de saldırının ayrıntılarına ve nedenlerine dair verdiği bilgiler aydınlatıcı niteliktedir. Filistin halkının bir devlet kurma projesine geri döndüğünü belirten Dayf, İsrail’in ihlallerine karşı bir çizgi çekme kararı aldıklarını ve İsrail’e karşı Aksa Tufanı operasyonunu başlattıklarını ifade etmişti. Operasyonun 5 bin füzeli ilk saldırı aşamasıyla birlikte, İsrail ile güvenlik koordinasyonunun sona erdiğini, Aksa Tufanı’nın İsrail’in düşündüğü ve beklediğinden çok daha büyük olacağını belirterek İslam ve Arap dünyasını İsrail’in işgalini silmek için birleşme, “elinde tüfeği olan herkese bunu çıkarma” çağrısı yapmıştı. Hemen sonrasında yukarıda da belirttiğimiz gibi Ortak Operasyon Odası’na bağlı Filistinli örgütler savaşı tereddütsüz büyütme iradesini göstererek Siyonistlerle şiddetli çatışmalara girmişlerdi. Tüm dünyanın gözü önünde açığa çıkan gerçeklere; yani Filistinli örgütlerin bir ulusal direniş hattında birleşmesine, Filistin halkının bu örgütlerin öncülüğünde mücadelesini sürdürmesine ve yapılan onca açıklamaya rağmen Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi -ya da direnme savaşı- KUH tarafından Hamas-İsrail arasındaki bir “çıkar” dalaşı olarak kabul edilmeye devam etmiştir. Ancak savaş salt Hamas ile Siyonist İsrail arasında değil, farklı ideolojik-politik amaçlara sahip, bir araya gelen Filistinli örgütlerin öncülüğünde Filistinlilerle Siyonist İsrail arasında sürmektedir.
KUH, Hamas’ın yöntemlerini doğru bulmadığını açıklamıştır. Bu açıklama, Re’im’de gerçekleştirilen bir müzik festivalinde Zaka kaynaklarına göre 260 sivilin Hamas militanları tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan saldırıyı gerekçe göstermektedir. İsrail kaynakları festivale yönelik saldırıyı Hamas’ın düzenlediğini iddia ederken ve KUH bu kaynakları esas alarak değerlendirmelerde bulunurken Hamas yetkililerinden saldırıya dair yapılan açıklamada şu ifadelere yer verilmiştir: “Kassam mensuplarının 7 Ekim’de sivilleri hedef aldığı iddiası tamamen iftira ve yalandır. Bunları iddia edenler İsrail kaynaklarıdır. Bunu teyit eden hiçbir bağımsız kaynak yoktur. O gün çekilen videolar ve İsraillilerin daha sonra yayınlanan ifadeleri gösteriyor ki Kassam savaşçıları sivilleri hedef almadı, sivillerin çoğu İsrail ordusunun ve polisinin şaşkınlığı sonucu İsrail polisi ve askeri tarafından öldürüldü.” Devamında ise İsrail’in işlediği savaş suçlarından kaynaklı Lahey’de UAD’da (Uluslarası Adalet Divanı) yargılanmasını engelleyen ABD ve AB’ye “özellikle ABD, Almanya, Kanada ve İngiltere’ye eğer gerçekten adalete inanıyorlarsa, Filistin’de işlenen tüm suçların soruşturulması için yargı sürecine destek vermeleri” çağrısında bulunulmuştu.
KUH sözcülerinin bir başka argümanı ise Hamas’ın bir İslam örgütü olmasıdır. Bu argüman baz alınarak ortaya atılan iddiaya göre RTE, nasıl ki Rojava’da IŞİD terörizmini hortlattıysa Filistin’de de İsrail’li sivillere saldıran Hamas’ı aynı şekilde hortlatmıştır(!) Çünkü Hamas da IŞİD gibi İslamcı-cihatçı, kafatasçı bir örgüttür(!) IŞİD, Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarına dahası ulusal bağımsızlık talebine yönelen TC’nin ve emperyalist efendilerinin beslemesi bir terör örgütü olarak Kürdistan’da faal hale getirilmiştir. İslami niteliği gerekçe olarak gösterilen Hamas ise ulusal bağımsızlıkçı bir hareket olarak işgalci İsrail devletine karşı savaşmaktadır.
Filistin halkının ezici bir çoğunluğu İslam dinine mutabık bir kültüre ve yaşam tarzına sahiptir. Dolayısıyla Filistin mücadelesinde Hamas’ın konumu hakkında bilimsel bir tahlil yapmak, örgütün ait olduğu toplumun sosyokültürel ve sosyoekonomik gerçekliğini hesaba katmak, örgütü ve toplumu kendi özgün koşulları ve dinamikleri içerisinde incelemek elzemdir. Bu bağlamda Siyonistlerin “Hamas IŞİD’dir” vd. argümanlarını benimseyerek Hamas ile IŞİD’i eşitlemenin bilimsel bir yaklaşım tarzını yansıtmadığı aşikârdır. Hamas işgal karşıtı bir hatta ulusal bağımsızlık talebine yönelirken IŞİD Kürt Ulusal Hareketine yönelmekte esasta emperyalistlerin çıkarlarını korumaktadır. Rojava’da TC’nin Kürtlerin kazanımlarına karşı IŞİD, ÖSO gibi çeteleri askeri, siyasi ve ekonomik olarak desteklediği bilinmektedir. Bu çetelerin amacı Rojava’daki Kürtlerin can bedeli verdikleri mücadelede elde ettikleri kazanımlarla daha büyük bir çatı altında örgütlenmelerinin önüne geçmekti. Çünkü Rojava halkının olumlu eylemi, faşist diktatörlüğün siyasi arenada, iç-dış politikada ve pazarda hareket alanının sınırlanması anlamına geliyordu. Böylece Rojava’daki mücadelenin çetelerin de devreye alınmasıyla tasfiye edilmesi planları pratik süreç içerisinde açığa çıkmış oluyordu.
2018’de TC’nin ÖSO ile Efrin’e yönelik başlattığı geniş çaplı harekât ve sonraki 4 yıl içerisinde Efrin’in demografik yapısındaki değişimler son derece çarpıcıdır. Rojava Özerk Yönetimi’nin 2022 yılında açıkladığı raporda şu ifadelere yer veriliyordu: “Resmi verilere göre 300 binden fazla Efrinli yurttaş göç etti. Şu anda Efrin’deki Kürt nüfusu yüzde 25 oranında azaldı. 400 binden fazla Arap Efrin’e yerleştirildi. Kamu alanlarının isimleri Arapça ve Türkçe olarak değiştirildi. Türk bayrağı çekildi.” Adım adım Kürtlerin sosyal ve ekonomik gelişme dinamikleri Efrin’de tasfiye edilmiştir. Diğer taraftan IŞİD de TC ile organik ilişkiler içerisinde bulunup emperyalistlerin çıkarlarını kollayan adımlar atmakta/ politikalar yürütmektedir.
Hamas ise İslami bir niteliğe sahiptir ancak bu Hamas’ı tanımlamak için yeterli değildir; aynı zamanda anti Siyonisttir. İşgalci İsrail devletine karşı sürdürdüğü ulusal mücadele aynı zamanda emperyalist güçlerin çıkarlarına yönelmektedir. Bu bağlamda yürüttüğü mücadele objektif olarak anti emperyalist bir niteliğe bürünmektedir. Kuşkusuz tutarlı bir anti emperyalist çizgi sadece komünistlerden beklenebilir. Kısacası Hamas da ulusal bir hareketlere içkin olan tüm tutarsızlıklara sahiptir. Hamas’ın IŞİD’ten ciddi ideolojik farklılıkları söz konusudur. Hamas kurulduğu sırada İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki işgalci varlığına son verip “Filistin İslam Devleti”ni kurmayı amaçladığını açıkça ilan etmiştir. Öyle ki günümüzde de ABD’nin sıkça vurguladığı “iki devletli çözüm” modeline FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) rıza gösterirken Hamas bu “çözüm”e karşı çıkmış ve Siyonistlerle savaşa devam edilmesi gerektiğini savunmuştur. Dolayısıyla Hamas’ın Siyonizm karşıtlığını anti semitizm değil, ezilen ulus çelişkisi teşkil etmektedir. Onun ulusal baskıya yönelen eylemi objektif olarak devrimci bir muhtevaya sahiptir. Emperyalistlerin ve Siyonist İsrail’in “Hamas=IŞİD” şeklinde kurduğu denklem, Siyonistlerin katliamlarını meşrulaştırmak, işledikleri savaş suçlarını hasır altı etmek bağlamında anlaşılırdır. Ancak KUH’un aynı denklemin jurnal bir savunusunu yapması, Orta Doğu’da ulusal kurtuluş savaşlarının yükselişe geçtiği böylesi bir dönemi anlamak bakımından büyük talihsizliktir.
Yine Kürt Ulusal Hareketi’nin bileşenlerinden olan Kürt orijinli “Marksist-Leninist” çevrelerin Filistin’in Siyonizm’e karşı direnme savaşına dair aldığı tutum da farklı değildir. 7 Ekim’den bu yana benzer argümanlar etrafında hemfikir olmuşlardır. Bu arkadaşlar, savaşın Kuşak Yol, IMEC ve Ovaköy-Basra demiryolu-karayolu projelerinin bölgede güç dengeleri açısından iyi okunması gerektiğini ve savaşın bu gelişmelerden bağımsız olmadığını belirtmişlerdir. Şüphesiz, bölgede var olan ulusal sorunun temeli pazar sorununa dayanmaktadır, bu okuma doğrudur. Ancak savaşın Hamas ile İsrail arasında geliştiğine (Ortak Operasyon Odası ve içerisinde yer alan diğer Filistinli gruplarla Hamas’ın ortak iradesi yok sayılmıştır), bunun yalnızca Filistin ile İsrail halklarına zarar verdiğine, Filistin’in Hamas zihniyetinden kurtulması gerektiğine ve “iki devletli çözüm”e dair ılımlı yaklaşımlarla ileri sürdükleri görüşlerden ulusal soruna Marksist-Leninist pencereden bakılmadığı anlaşılmaktadır. Yine bu arkadaşlar Hamas’ın Filistin halkını temsil etmediğine dair kesin çıkarımlarda bulunmuşlardır. Hangi saiklere ya da somut gelişmelere dayanarak böyle bir iddiada bulunduklarını bilmiyoruz fakat Hamas’ın bugün Filistin halkının çoğunluğunu temsil ettiği bir gerçektir. Şeyh Sait isyanına dair tartışmalar hatırlanabilir. İslami bir niteliğe sahip olduğu diğer bir ifade ile feodal karakteri bilinir. Onun gerici/feodal karakteri mahkûm edilirken Kürt ulusunun uğradığı milli baskı politikalarını sona erdirmeye yönelmesi yani ulusal bağımsızlıkçı karakteri ayaklanmaya objektif olarak devrimci bir muhteva kazandırdığı da komünistlerin dikkat çektiği bir özelliğidir. Bu yönüyle Şeyh Sait isyanı demokratik bir muhteva taşıyordu. “Gerek sömürgelerdeki ve gerekse uyruk milletlerdeki bu milli hareketler, eski dönemin çağımıza devrettiği, yaygın olmayan ve çağımızı karakterize etmeyen ama yine de Marksist-Leninistlerin ele almak zorunda oldukları birer vakıadırlar. … Kesin bir şey varsa, o da, bu milli hareketlerin ilerici ve demokratik bir muhteva taşıdığıdır.” (İ. Kaypakkaya)
Sonuç olarak, dostlarımız, somut koşulları doğru okumalı, doğru tahlil etmelidir. En temelde de çıkarılacak sonuçlar, Kürt ulusu ile Filistin ulusunun faşizme, Siyonizme, emperyalizme karşı haklı savaşlarını büyütmesine hizmet etmelidir. Artık emperyalistler ve onların yerli iş birlikçileriyle ezilen uluslar arasındaki çelişkiler geri dönülmez bir aşamaya ulaşmıştır. Bu geri dönülmez aşamada ulusal soruna “kılıç ile boyun arasında” öneriler sunmak yerine ezilen ulusların enternasyonal dayanışmasını örgütlemek her zamankinden daha acil bir görevdir.
BİTTİ