Kapitalist-emperyalist sistem toplumda erkek egemen/ataerkil kültür üzerinden pekişir. Bu kültür, özel mülkiyetin ortaya çıkmasının ardından, sermaye sahibi erkeklerin, kendi erkek çocuklarına miras bırakabilmeleri için var olmuş ve tamamen babanın egemen olduğu tek eşli ailenin varlığından beri şekillenip gelişmiştir. Kadın, aile içerisinde proletarya konumuna düşerken erkek ise burjuvazi konumuna gelmiştir. Bütün toplumsal cinsiyet normları da bu olgu üzerine şekillenmiştir.
Bu toplumsal cinsiyet normlarının dışında kalan LGBTİ+lar bütün sisteme karşı bir var oluş mücadelesi vermektedir. Ancak ülkemizde bu mücadele birçok çeşitli nedenlerden dolayı devrimci ve komünist mücadele ile bütünleşememiştir. LGBTİ+ların mücadelesi de haliyle bir var oluş mücadelesinin ötesine geçememiştir. Daha doğrusu diğer toplumsal çelişkiler üzerinde yoğunlaşma şansını pek bulamamıştır. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi devrimci hareketin her türlü demokratik hak arayış mücadelesine önderlik etme niteliğinin zayıf olmasıdır. Demokratik hak mücadelesi verenler eğer devrimci harekete kendilerini hiçbir biçimde yakın görmüyorsa bu durum ilk olarak devrimci hareketin sorumluluğundadır. Özellikle cinsiyet kimlikleri arasındaki eşitsizlik özel mülkiyetin varlığından beri sürdüğünden kaynaklı olarak çok derinleşmiş, kapitalist sistemin üstyapısının en önemli öğesi olmuştur. Bir devrimci-komünist hareket de sistemin ve haliyle toplumun gerçekliğinden soyut olamaz. Halkın geri yanlarının da devrimci-komünist hareket içinde var olması kaçınılmazdır. Bizim için esas mesele buradan sonra başlamaktadır. Esas mesele devrimci-komünist hareketin hem halkın geri yanlarıyla hem de hareketin içindeki geri yanlar ile uzlaşmayıp mücadele etmesidir. İdeolojik önderlik bunu gerektirir.
Özel olarak bahsedecek olursak devrimci hareketin içerisinde LGBTİ+ olmanın en büyük sorunu güvenli hissedememe ve varlığımızın dahi sorgulanma korkusudur. Bu durum bizim için hareket içerişindeki her türlü fobi ve cinsiyetçilikle mücadele etmemizi çok zorlaştırmaktadır. Biz her türlü konuda yargılanacağımızı ve bu yargılamanın da cinsiyet kimliklerimizden ve cinsel yönelimlerimizden asla azade olmayacağını düşünerek hareket etmek zorunda kalıyoruz. Can güvenliğimizin asla olmadığı, her an her yerde her türden şiddete maruz kalabileceğimiz bir yaşam sürüyoruz. Her gün komprador burjuva klikleri bizi hedef gösteriyor. Birçoğumuzun, özellikle trans kadınların iş bulabilmesi dahi imkânsız bir hale geldi. Yani hâkim sınıflar “işçi olma hakkımız” dahi elimizden almış durumdadır. Feodal yargılar bu anlamıyla koparılıp atılması gereken; LGBTİ+ların toplumsal üretime, devrimci savaşa katılımının önündeki en büyük engeldir. Tüm devrimcilerin ve komünistlerin bu temel bilgileri gözeterek hareket etmesi gerekmektedir. Böyle yaklaşılmadığı sürece bizim gördüğümüz tek şey, “avantajlı” konumdaki bir kişinin bize karşı tamamen üstenci yaklaşımıdır. Bizden öğrenmek istemeyenlerin bize öğretebileceği herhangi bir şey olmasını beklemek büyük bir iyimserlik olur. Özellikle erkek egemen anlayışa sahip yoldaşların bu konuda fazlasıyla gelişmesi gerekmektedir. Öğretmen olabilmek için öğrenci olunması gerekmektedir.
Bizim en başat sorunumuz, yaşamın neredeyse her alanında en ufak bir şekilde dahi can güvenliğimizin olmamasıdır. Ayrıca ailelerimiz tarafından reddedilme korkusundan çalıştığımız işten atılmaya kadar birçok sorundan kaynaklı bir çoğumuzun kimliğini gizli tutmasına ya da Avrupa hayalleri kurmasına yol açmaktadır. Bu iki durumun da anlaşılabilir yanları var ancak bu iki durumun da bazı getirileri olmaktadır. Özellikle kimliğini gizli tutarak yaşamak, kişiyi kendi benliğinden dahi nefret etmeye kadar götürebilir. Çünkü kişi “normal” olmadığı için kendisini gizli tutmaya mecbur hissetmekte ve bu durum tüm benliğini sorgulamasına yol açabilmektedir. Avrupa ise LGBTİ+lar arasında zaman zaman bir kurtuluş olarak görülür. Avrupa’yı bir kurtuluş olarak görmemek gerekir ancak LGBTİ+ların hem yaşam hakkı hem de cinsiyetini “özgürce” yaşamak amacıyla bunu tercih ettiğini biliyoruz. Bunu anlaşılabilirdir fakat bazı kurtuluş tahayyülleri her zaman gerçekle uyumlu değildir. Evet, Türkiye’deki feodal yargılar önümüzde her zaman bir engel. Evet, derinleşen yoksulluk bizim yoksulluğumuzla daha korkunç bir hal aldı. Burada dikkat çekeceğimiz noktalardan biri de Avrupa’nın ne olup ne olmadığıdır: Avrupa kapitalist-emperyalist sistemin dışında değildir, kapitalist-emperyalist sistemin bizzat “yuvasıdır”, bu bağlamda Avrupa herhangi bir anlamda özgürleştirici olamayacaktır. Göçün bazen gerçekten de daha güvenli bir yaşama kapı açabileceği gerçeğini unutmamakla birlikte erkek egemen/ataerkil sistem Avrupa’da yokmuş gibi davranamayız. Bu bir aldatmacadır. Kapitalist-emperyalist sistemin varlığını sürdürdüğü her yer erkek egemen/ataerkil anlayışı da kendisinde barındırır. Bu da en basit şekilde sistemden kurtuluşun sisteme yedeklenerek olamayacağını anlatır.
Bizim için önceden de belirttiğimiz gibi cinsiyet eşitsizliği en önemli meselelerden bir tanesidir ve bu mesele ileri, belirsiz bir tarihe ertelenemez. Biz LGBTİ+lar için cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele, Türkiye’de burjuva-feodal sisteme karşı mücadeleden ayrı düşünülemez. Bu sorun özel mülkiyetin ortaya çıkmasından sonra sistemleşmiş, sınıflı toplumların mülkiyet ilişkileriyle iyice gelişmiştir. Bu eşitsizlik sorunu, dünyanın her yerinde farklı olgular ile farklı gelişim süreçlerinde derinleşmiş olsa da temel olarak aynı öze sahiptir. Bu bir mülkiyet ve mülkiyetin yarattığı sınıflı toplum sorunudur. Esas olarak ezilen cinsler üzerindeki tahakkümü yok etmek gerekmektedir, bu sorunun mutlak çözümü budur. Bunun da ancak sınıfsız toplumla mümkün olabileceğini bilmek gerekmektedir.
Bu yüzden her bir LGBTİ+nın -eğer cinsiyet eşitsizliği yok etmek istiyorsa- Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin, yani Maoizm’in izinden gitmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bununla beraber LGBTİ+ların cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelenin her alanında yer alması özel önemdedir. LGBTİ+lar kendi kurtuluşlarını ancak çeşitli mücadele alanları içinde olarak, sisteme her yerden saldırarak sağlayabilir. Bu nedenle hak talepleri için bir dernek çatısı altında buluşmak, bir üniversite kulübünde olmak, uluslararası oluşumlarda yer almak da önemlidir.
Yani bu bir komünist hareket olmayabilir ama tabii ki mücadelede en ileri konumlanış komünist hareket içindedir. Hindistan Komünist Partisi (Maoist), Filipinler Komünist Partisi önderliğinde yürütülen mücadeleler, Halk Savaşları bunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu durumu tek başına, basit bir şekilde, Filipinler’deki LGBTİ+ların komünist mücadeleye “katılma başarısı” olarak görmek hatalı olur. Filipinler Komünist Partisi’nin bu meselede doğru bir çizgiye sahip olup LGBTİ+lar için güvenli bir alan yaratması katılımı ortaya çıkarmıştır. Filipinler’deki LGBTİ+lar dünyadaki devrimci mücadelede en ileri düzeyde konumlanmıştır.
Son olarak Filipinler’de, ülkemizde, Kürdistan’ın tüm parçalarında ve tüm dünyada sisteme karşı mücadele eden, sistemin putlarını yıkmaya çalışan ve her yıl olduğu gibi bu Onur Ayı’nda da alanları dolduracak olan LGBTİ+lara selam olsun.