Enternasyonal proletaryanın birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, bütün dünyada büyük bir coşkuyla kutlandı. Özellikle ülkemiz topraklarında kitlesel kutlamalara tanık olduk. Son birkaç aydır militan bir şekilde gerçekleşen işçi direnişlerinin ve devletin bazı işçi direnişlerine saldırılarının ertesinde gerçekleşti bu yılki 1 Mayıs kutlamaları. 2016 sonrası estirilen yoğun karşı devrimci rüzgârın yarattığı içe çekilme halinin kısmen kırıldığı, kıvılcımın tutuştuğu günlerde işçi sınıfı ve emekçiler alanlara çıkmış, yoksulluğa, açlığa, sefalet düzenine, baskı ve haksızlıklara karşı haklı isyanını haykırmıştır. Dün, karşı devrimin saldırısına direniş çağrısıyla yanıt olmuştuk, bugün ise tutuşan ateşi harlamak için alanlara, meydanlara çağrı yaptık.
1 Mayıs’ın hemen öncesinde Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi’nin yargılandığı Gezi Davası sonuçlandı ve Kavala’ya “anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs”ten ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilirken diğer isimler 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Davada yargılananların politik duruşu bir yana, açıklanan karar hiç kuşkusuz Gezi Direnişi’ne duyulan husumetin doğal bir sonucudur. Gezi iktidarı elinde tutan karşı devrimci kliği fena halde korkuttu. Hesabı görülmek istenen halen bu korkudur. Elindeki gücü yitirme korkusu egemen sınıflar içindeki kliklerin kimi zaman sertleşen açıklamalarında sıklıkla görülmektedir. İktidarını hiçbir koşulda yitirmek istemeyen karşı devrimci irade yine karşı devrimci diğer irade tarafından tahammülsüzlükle suçlanmaktadır. Gezi Davası kararları kendinden dahi korkanların fütursuz bir saldırısı olarak değerlendirilmelidir.
Bugün yaşanan ve önümüzdeki birkaç yıl içinde düzelme olanağı görülmeyen ekonomik-siyasal kriz aynı korkunun belirmesine ve daha da güçlenmesine vesile olmaktadır.
AKP/MHP bloku kan kaybetmeye devam ederken korku iklimi yaratarak, dümen kaptanlığını devam ettirme telaşına düşmüştür. “Boğaziçi”, “Geçinemiyoruz” eylemleri ve yakın zamanda gelişen işçi direnişlerinin kısmen kırdığı korku iklimi, egemen sınıfları bir kez daha; ama kuşkusuz bölgedeki gelişmelerle, Kürt Ulusal Hareketi’nin sahip olduğu potansiyelle de bağlantılı olarak gelişen sınır ötesi operasyonlarla körüklenen şovenist saldırılara yöneltmiştir. Bu saldırıların ilk adres yine Zap ve Avaşin oldu. 17 Nisan’da bir kez daha “son operasyon”, “bitireceğiz” mesajlarıyla başlayan işgal operasyonu halihazırda gelmekte olan büyük hezimet haberleriyle devam etmektedir. Zap ve Avaşin operasyonu zamana yayılan bir operasyon olsa da daha ilk günlerinde gerillanın büyük direnişi ile darbe üstüne darbe aldığı bir harekata dönüşmüştür. Morgların yetersiz kaldığı, soğuk hava depolarının asker cenazelerini saklama alanlarına dönüştüğü bir saldırı içerisinde her ne kadar kayıplarını gizlemeye çalışsa da MSB’nin gizleyemediği kayıp tablosu dahi TC’nin operasyondaki acizliğinin göstergesidir.
KDP’nin rızası ve tam iş birliği ile gerçekleşen operasyonun bir diğer adresi Şengal oldu. Irak devleti TC saldırısına koşut bir zamanda, bu anlamda açık bir iş birliğine işaret edecek biçimde Şengal’e saldırdı. Irak ordusunun ağır zırhlı araçlar ve çok sayıda askerle girdiği Şengal’de yeni bir katliam provası niteliği taşıyan bu saldırı, şimdilik halkın direnişi ile püskürtülmüş olsa da önümüzdeki günlerde Şengal’i zor günlerin beklediğini söylememiz, bilmemiz gerekir. 1 Mayıs gecesi İHA/SİHA ile gerçekleşen saldırılar bunun işaretidir. Ukrayna özelinde savaş karşıtlığına soyunan riyakârlar ordusunun bu saldırılara sessiz kalması bilgisizlikle açıklanamaz. Bu ideolojik olarak çürümüş liberal, milliyetçi burjuva dünyanın bilinçli tercihidir: haklı savaşlara tahammül edemeyen; ama haksız savaşlar içinde tercihi körükleyenlerin dünya halklarına sunduğu tek şey egemenlerin yazdığı “kadere” teslim olmaktır.
Ekonomik krizin gün geçtikçe derinleştiği, Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 23’ten, yüzde 42’ye çıkarmak zorunda kaldığı bir zamanda AKP/MHP bloku sıcak para arayışına çıkmış ve dün büyük gürültülerle düşman ilan ettiği, sözde aşağıladığı, husumet yarattığı ülkelerle “tükürdüğünü yalayarak” “dostane ilişki” tesis etmeye başlamıştır. Son olarak Erdoğan’ın davet üzerine gittiklerini açıkladığı Suudi Arabistan ziyareti sonrasında, Suudi devlet televizyonunun “biz davet etmedik” açıklaması, kriz içinde debelenen AKP/MHP blokunun düştüğü çaresizliği ortaya sermiştir!
MUAZZAM BİR ÇABA İÇİNDE OLALIM
İçinden geçtiğimiz süreç devrimci durumun gelişme eğilimi gösterdiği bir süreçtir. Krizin pençesinde sıkışan emekçiler, yaşamlarını idame edemez noktaya doğru sürüklenmektedirler. Sadece yoksulluk değil, baskı ve hak ihlallerinin dozu artmaktadır. İsyana doğru gelişecek bir öfke mayalanmaktadır. Dünya ekonomisinin krizleri savuşturmaya dönük hamlelerle idare edildiği bir dönem sona ermiştir. Bu dönemin ürünü olan ve aynı zamanda pandemi gibi “büyük olaylar”ın sağladığı avantajlarla yaratılan rıza ortamı yerini hak arayışlarına bırakmaktadır. Bir süredir ağır basan sessizlik, yerini öfkeli haykırışlara bırakmaktadır. Keskinleşen çelişkiler, derinleşen kriz örgütlenmeye, mücadeleye muazzam olanaklar sunmaktadır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde bu olanakların kendiliğinden veya devrimci iradelerle kullanıldığını görüyoruz ve bunun devam edeceği öngörülebilir. Durum bizde de farklı olmayacaktır.
Bunun için 50 yıl önce komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından çizilen güzergâhı takip etmek büyük önemdedir. Kitlelerin düzenle olan çelişkilerini örgütlemek için İbrahim gibi muazzam bir çaba içerisinde olunmalıdır. Sistemden beslenenler, yapısal krize rağmen özgün; ama başka bir açığı büyüten düzenlemelerle, pansuman tedbirlerle, özellikle borç bulmaya, kitlelerin birikimini bir biçimde kullanmayı sağlayan mali politikalarla kendini kurtarma uğraşı içerisinde olmaktadır. Krizin faturası her zamanki gibi emekçilere kesilmektedir. Bunun yarattığı çelişkiler, öncünün yol göstericiliğinde olmadığı müddetçe kitlelerin kendiliğinden hareketliliğine evrilmekte ve bir süre sonra kendiliğinden sönümlenmektedir.
’72 yılında İstanbul’da Meral Yakar ve Aslan Kılıç’la yürüttüğü tartışmada benzer bir sürece işaret eden İbrahim yoldaş şunları söylemişti: “Yükseliş önümüzdeki dönemde hızlı olacak. Dünya çapındaki ekonomik kriz giderek derinleşiyor. Bu kriz, ülkelerdeki krizi katmerleştirecek ve kitlesel mücadele dalgalar halinde yükselecek. Ben bu dalgaların gerisinde kalacağımız korkusu içindeyim. Kendiliğinden gelişim öncünün gelişiminden bir hayli hızlıdır. Bunu göremiyorsunuz. Göremediğiniz için de mükemmel bir çaba içinde değilsiniz, değiliz.” (Tohum, Umut Yayımcılık, Mart 1993, s. 276)
Çelişkileri doğru okumak, kitlelerle bağ kurmak önemlidir; ama daha önemlisi bu bağı örgütlü bir güç haline getirmektir. Gelişmekte olan kitle hareketliliğini Yeni Demokratik Devrimin öznesi haline getirmek temel görevimizdir. İbrahim yoldaşın ortaya koyduğu 11 ilke; örgütlenirken, örgütlerken, savaşırken, ilerlerken hangi yol ve yöntemleri izleyeceğimizin ana hatlarını ortaya koymaktadır. Bu ilkeler, kitleleri nasıl ve nerelerde örgütleyeceğimizin, hangi mücadele araçlarını esas alacağımızın parametreleridir.
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, kısa yaşamında ortaya böyle büyük bir miras bırakmıştır. Küçük bir grupla büyük bir cüret, ideolojik sağlamlılığıyla düşmana korku olmuştur. Bundandır ki o, bir komünist öndere yakışır bir şekilde düşmanı ininde yenilgiye uğratmış, gelecek devrimci nesillere ilham olmuştur. Onun esas özelliği direnişinin dayandığı ideolojisi, devrime, kitlelere ve partisine olan inancı, komünist cüretidir.
Katledilişinin 49. ve mimarı olduğu Proletarya Partisi’nin 50. kuruluş yılında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın çizgisi yolumuza meşale olmaya devam ediyor.