[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Özellikle Ege bölgesinde yapılmak istenen Jeotermal Enerji Santrali (JES)’ lere karşı köylüler tepki göstererek bu kararlara karşı çıkıyor. Yenilenebilir enerji kaynağı olarak gösterilen bu santraller aslında doğayı birçok yönden zehirliyor ve yaşam alanlarına zarar veriyor. JES’lerden yayılan Hidrojen Sülfür (H2S) ve diğer zehirli gazların etkisi bu santrallerin bölgede yoğunlaşmasıyla daha da artıyor. Hidrojen Sülfür aynı zamanda birçok hastalığın da nedeni olarak gösteriliyor. Türkiye genelinde kansere yakalanma oranı %18 iken Aydın’da son yıllarda bu oranın yüzde 40’ların üzerine çıkması santrallerin ne derecede etki gösterdiğini özetliyor. Cıva, arsenik, amonyak ve borik asit gibi zehirler, yine JES kaynaklı olarak havaya karışıyor. JES şirketlerinin ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporlarında, zehirli kimyasalların çevreye yayılmasını önlemek için jeotermal suyun alındığı yere geri basılacağı garantisi veriliyor. Ancak bu da sadece söylentiden ibarettir. Çoğu şirket sondaj kuyularından çıkan suları doğaya bırakmaktadır. Zeytincilik Kanunu’na göre gaz çıkartan tesislerin zeytinliklerden en az 3 km uzakta olması gerekirken Aydın, Denizli ve Manisa bölgelerinde “kanun” işlememektedir. JES’lere karşı açılan davalarda iptal kararı çıkmasına rağmen çalışmalar devam etmiştir. Aydın’ın temel geçim kaynağı olan incir, üzüm, zeytin, pamuk gibi pek çok ürün JES’lerden yayılan gazlardan olumsuz etkilenmiştir. Köylülerin ellerinden arazileri alınarak üretimden uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Köylüler arazilerini şirketlere satmaya zorlanmakta ya da “acele kamulaştırma” kararlarıyla mülksüzleştirilmektedir.
Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı Mezeköy’de köylülerin yapılmak istenen JES’e karşı direnişi devam ediyor. 2021 yılında, Mezeköy mahallesine 3 kilometre mesafede JES kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu yıl 19 Nisan’da ise Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile santral kurulacak arazide kamulaştırma yapıldı. 120 haneli ve yaklaşık 300 kişinin yaşadığı Mezeköy’de “kamulaştırılan” 200 dönümlük arazi içerisinde zeytinlikler, incir ağaçları var.
Ardından da “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu gerekli değildir” kararı çıktı. Bu karara tepki gösteren köylüler şirkete dava açtı. Ancak şirketin iş makineleri dava sonuçlanmadan bölgeye sokulmak istendi. Temmuzun sonunda yüzlerce köylü Mezeköy civarında yolu keserek Efendi Tarım adlı şirketin iş makinelerinin alana girmesine izin vermedi. JES’e karşı direneceklerini vurgulayan bir köylü JES şirketine verilen “ÇED gerekli değildir” ve acele kamulaştırma kararına karşı dava açtıklarını belirterek “Biz bu mahkemeler sonuçlanmadan buraya kazma vuramazsınız dedikçe şirket nasıl olsa acele kamulaştırma kararımız var, ardımızda devlet var diyerek bölgemize girmeye çalışıyorlar. Şu an 100-200 köylü olduk. Civar köylerden de insanlar toplanmaya başladılar. JES’lerin zararlarını çok iyi biliyoruz. Bölgemizde bir sürü JES santrali ve kuyusu var. Bunlar tarımı, suyu, havayı kirletiyor. O yüzden biz bu JES’leri istemiyoruz. Şirketin makinelerini de bölgemize sokmayacağız.” dedi.
Köylüler nöbet tutarak iş makinelerinin arazilerine girmesine engel olmaya çalıştı. 22 Ağustos’ta iş makinelerinin arazilerine gireceğini duyan köylüler arazilerine çıkan yolu trafiğe kapattılar. Bunun üzerine jandarma TOMA’lar eşliğinde araziye girdi ve biber gazı sıkarak köylülere saldırdı. Saldırıda 5 kişi gözaltına alındı.
Saldırılara rağmen köylüler yaşam alanlarını savunmaya devam ettiler. Ertesi gün gece saatlerinde jandarma barikat kurarak köylülerle karşı karşıya geldi. Saldırı sırasında çok sayıda kişi darp edildi ve toplamda 18 kişi gözaltına alındı. Köylüler “Allahu Ekber” sloganı ve teşrik tekbiriyle jandarmayı durduracaklarını umut ettiler ancak atılan bu sloganlar jandarma saldırısını engellemedi. Saldırıdan önce jandarmanın halkın koruyucusu olduğundan bahseden köylüler aslında arazilerini gasp eden devlet ve şirketin koruyuculuğunu yapan jandarmanın saldırısıyla yüzleşmek zorunda kaldı. Bölgede yaşayan köylülerin siyasi görüşü ne olursa olsun özel mülkiyetlerinde olan arazilerinin devlet eliyle sömürüye açılması çelişkilerinin derinleşmesine neden oldu. Bu çelişkilerle topraklarını hiçbir şirkete vermek istemeyen köylüler saldırıya karşı direndi. Köylü bir kadının “Öldürün beni burada” diyerek barikat önüne yürümesi devletle karşı karşıya gelme halini de açığa çıkartmıştır. Devletin niteliği henüz kavranmasa da jandarmanın özel şirketin emriyle köylülerin arazisine girdiği köylülerce dile getirilmiştir. Köylülerin asıl tepkisi jandarmanın mahkeme emrini beklemeden bölgeye girmesi olmuştur. Bu noktada da jandarmayı o bölgeye sürenin devlet olduğu, mahkeme emirlerinin rant ve sömürü alanlarında işlevsiz olduğu ve birçok bölgede mahkeme emrine rağmen rantın sürdüğü bilinçte eksik kalmıştır. Jandarmaya yüklenen “halkın koruyucusu” misyonu saldırıların ardından kısmen de olsa değişmiştir. Saldırının ardından tepki gösteren köylüler “Çocuğumun rızkından kesip vergi veriyorum, siz doyuyorsunuz bunlarla.”, “Bizim topraklarımız gasp edilirken göz yumdunuz, gasp ettiniz, bunu siz yaptınız.” demiştir.
Köylülerin gözaltına alınmasının ardından alandaki direniş çadırı kaldırıldı ve gece 03.00 sularında bölgeye iş makineleri girdi. Böylece JES çalışmaları başlamış oldu. Köylülerin topraklarından vazgeçmeyeceği mesajı net verilince çözüm bu sefer kaymakamlığın çıkardığı köye giriş-çıkış yasağında bulundu. 29 Ağustos’a kadar Mezeköy’e köylülerin dışında girilmesi “genel ahlakın korunması” gerekçesiyle yasaklandı. Mezeköy’de ikamet edenlerle birinci derece yakınları dışında başka kişilerin köye girişini önlemek için jandarma bariyerleri ile yollar kapatıldı. Yasak kararında “Sosyal medya platformları ve basın yayın organları üzerinden kamulaştırmaya tepki gösterildiği şeklinde alınan bilgiler doğrultusunda toplumda farklı grupların bir araya gelerek çıkması muhtemel olaylar ile kamu huzur ve güvenliğinin, kişi dokunulmazlığının, emniyetin genel sağlığın ve genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının zafiyete uğrayabileceği değerlendirilmektedir.” cümleleri geçerken aslında bahsedilen Mezeköylülere yapılan saldırının basında geniş yer kapladığı ve buraya köylüleri desteklemeye gelecek grupların devlet ve şirketin çalışmalarını yavaşlatabileceğinden duyulan endişedir. Buna en kolay çözüm de köye giriş-çıkışı yasaklamakta bulunmuştur.
Saldırının ve yasağın ardından tamamı zeytin, incir ve çeşitli meyve bahçelerinin içinde olduğu alanlarda JES kuyusu açmak için çalışmalara başlayan şirketin ilk yaptığı işlerden birisi ise 18 bin incir fidanının bulunduğu tarlanın üzerinde iş makinelerini sokmak oldu. Köylüler duruma yeniden tepki gösterdiler ve iş makinesinin inadına incir fidanlığını ezdiğini söylediler. Köylüler, şirket yetkililerinin kendilerine “Artık sizin tarlalarınız bizim. Ayak ayak üstüne atarak orada biz oturacağız.” gibi sözlerle taciz ettiğini aktardılar.
Jandarmanın saldırısı ve kaymakamlık yasağıyla iş makinelerinin köye girişi kolaylaşmış ve köylüde yılgınlık ve umutsuzluk oluşmuştur. Bir anlamıyla direniş yılgınlıkla beraber zayıflamıştır. Doğa talana açılmış ve köylünün geçim kaynağı olan ürünler talan edilmiştir. Sonraki süreçte talanın ve sömürünün yeni durağının neresi olacağı bilinmemektedir ancak devlet eliyle yapılan doğa talanı durmayacaktır.