Okullar kapandığında, yıllık izinler alındığında, parası olanlar tatilin yolunu tutarken, büyükşehirlerden kaçanlar -hiç olmadı- köy yolunu tutarken; ülkenin bir başka kesimi için mevsimlik işlere bağlı olarak mevsimlik göç çoktan başlamış oluyor. Turizm, inşaat, maden gibi alanlarda mevsimlik işçiler çalıştırılsa da mevsimlik (dönemsel) işçi denilince ilk akla gelenler tarım işçileri.
Mevsimlik tarım işçileri çoğunlukla aileleriyle birlikte yer değiştiren işçi grupları. Dünyada yaklaşık olarak 1.1 milyar tarım işçisi ve 450 milyon mevsimlik tarım işçisi olduğu belirtiliyor. Türkiye’de ise 6.5 milyonluk tarım işçilerinin yarısını mevsimlik tarım işçileri oluşturuyor. Her iki mevsimlik işçiden biri doğduğu andan itibaren mevsimlik tarım için seyahat ediyor. Her on kişiden biri nüfusa kayıtlı değil. Yarısı ergen yaşta anne oluyor, kız çocuklarının dörtte biri okul ile hiç tanışmıyor ve “en sahipsiz” işçileri oluşturan bu grup ancak yollarda balık istifi taşınırken geçirdikleri kazalarda öldüklerinde haber bültenlerinde birkaç cümlelik yer bulabiliyor. Gazetelerin 3. sayfalarında birer rakam olarak yer alabiliyor ve sonra yine görmezden gelinmeye devam ediliyorlar.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin Temmuz 2018 İş Cinayetleri Raporu’na göre, Temmuz ayında en az 195 işçi hayatını kaybetti. En az denilmesinin sebebi işçi ölümlerinin bazılarının sessiz sedasız gerçekleşmesi ve kayıtlara hiç girmemesi… İş cinayetlerinin en çok gerçekleştiği iki alan ise inşaat ve tarım.
Türkiye’de mevsimlik tarım işçilerinin yoğunlaştığı alanlar daha çok Çukurova, Ege, Akdeniz, Karadeniz ve İç Anadolu olarak göze çarpıyor. Mart başından Kasım ayı sonuna kadar süren tarım işleri sezonunda yaşanan iş cinayetlerinin büyük kısmı kâr amacıyla uygunsuz taşıma yapılmasından kaynaklanıyor. Tarım işçilerinin insan taşımaya uygun olmayan kamyon ve kamyonetlerle adeta karpuz taşınır gibi taşınması yaşanan kazalarda ölüm oranının çok daha fazla olmasına sebep oluyor.
Son 3 ayda 150 tarım işçisinin hayatını kaybettiği ülkemizde mevsimlik tarım işçilerinin yaşarken boğuştukları sorunlar görmezden gelinirken, öldüklerinde ise birer rakam olmaktan öte gidemiyorlar. Siyasal iktidar bu konuda herhangi bir adım atmazken işverenler ise yoğun işsizlik nedeniyle çalışma zorunluluğu ile karşı karşıya olduğunu iyi bildikleri mevsimlik tarım işçilerinin emeğini sendikasız, örgütsüz olmalarından faydalanarak en ağır koşullarda çalıştırarak sömürüyor.
Çocuk işçiliğinin yoğun olarak kullanıldığı sektörde, çocuklar hem eğitim hakkından faydalanamıyor hem de ucuz işgücü olarak oldukça zor koşullarda çalışmaya tabi tutuluyorlar. Hakeza ezilenin ezileni durumunda yer alan mülteciler de mevsimlik tarım işçisi olarak zaten az olan ücretin daha da altında çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Son yaşanan yol kazalarında ölenler arasında çocukların yanısıra mültecilerin de sayısının artması işverenlerin ucuz emek sömürüsü için yöneldikleri tercihi de ortaya koyuyor.
HİÇ ÇALIŞMAMIŞLAR GİBİ…
Tarımda çalışanların %85’inin kayıtdışı olduğu ülkemizde mevsimlik tarım işçilerinin tamamına yakını bu durumdadır. Mevsimlik tarım işçileri için sosyal güvence, sigortalı çalışma ütopya gibidir. Kamuda çalışan emekçilere verilen sigorta prim ödemesi ya da sendika aidatı gibi bir durum mevsimlik tarım işçilerinde olmadığı gibi, işçinin hastalandığı için çalışamadığı gün ücretinden kesilmekte zaten düşük ücretle çalışan tarım işçileri çok daha az bir kazançla memleketine dönmektedir. Temel motivasyonun kışın geçinilecek paranın kazanılması olduğu mevsimlik tarım işçiliğinde barınma, gıda, ulaşım, sağlık, eğitim sorunları yok sayılmakta ancak bu sorunlar işçilerin canına mal olabilmektedir. Bir ömür mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmış bir kişinin tek gün dahi sigorta girişi olmaması tamamen kayıtdışı çalıştığını, emekliliğin bir hayal olduğunu ve karga tulumba taşındığı kamyonlarda ölüme gönderildiğinde bir istatistik olarak bile kayıtlara geçemeyebileceğini göstermektedir. Yaşarken, çalışırken kayıtdışı olan mevsimlik tarım işçisi öldüğünde de kayıtdışıdır.
Karadeniz’de fındık, Ege’de tütün, Çukurova’da pamuk, Nevşehir’de patates, Manisa’da asma yaprağı, Kayseri’de pancar, İzmir’de kiraz, Malatya’da kayısı… Ellerinden onlarca ürün geçiyor, aldıkları düşük ücretin bir kısmı aracıya (dayıbaşı, elçi denilen işi ayarlayan kişi) gidiyor, insanca olmayan koşullarda barınıyor, insanca olmayan koşullarda çalışıyor, insanca olmayan koşullarda taşınıyor ve kaza geçirip ölürlerse belki bir istatik, yaralanırlarsa sigortalı olmadıkları için hastaneden borç-harç çıkarılıyor ve o yılın parasını hastaneye harcıyorlar. Bazen yüzlerce kişinin barındığı naylondan yapılma çadırlarda tek bir tuvalet önünde sırada bekliyorlar bazen de günlerce yıkanamıyor bu yüzden toplu ulaşım araçlarına alınmak istemiyorlar.
Mevsimlik tarım işçilerinin ülkenin en yoksullarından olduğu aşikar. Sınıfsal olarak bu ezilmişliğe ulusal baskı da eşlik ediyor çoğu zaman. Geçtiğimiz yıllarda Kürt işçilerin Ordu kent merkezine sokulmadığına, Sakarya’da ve pek çok kentte linç girişimlerinin yaşandığına kaç kez şahit olduk. Kentlere girmek ve çıkmak için valiliklerden izin alınması şartı gerektiğinden tutalım da Kürt işçilerin Karadeniz’e sokulmama girişimlerine kadar pek çok faşizan söylem ve uygulamaya tanık olduk. Bu ırkçı zihniyet şimdilerde Suriyeli mültecileri de içine alarak genişliyor.Toprak sahiplerinin işçiler arasındaki bu bölünmüşlükten faydalanarak eşit işe eşit ücret vermemesi ise cabası. Mülteciler ve çocuklar en düşük ücretle çalışan grubu oluştururken, toprak sahipleri işçilerin en gencini, en uzun süre çalışanını, en az ses çıkaranını bularak en az ücretle çalıştırmak istiyor. Bir mevsimlik tarım işçisi kendisiyle yapılan röportajda “Bir dişimize bakmadıkları kaldı. Gelin ona da bakın diyecektim ama işe almazlar diye sustum.” diyor.
Mevsimlik tarım işçileri üretimde bu kadar önemli bir yer kaplarken, ellerindeki güçten habersiz, örgütsüz ve en temel haklardan uzak halde “sahipsiz” bir şekilde yaşam savaşı veriyor. Geniş bir coğrafyaya dağılmış olmaları, her yıl farklı kentlerden farklı kentlere gitmeleri nedeniyle örgütlenmeleri önünde zorlu engeller olsa da toprak sahibinin değil, ekenin, biçenin, üretenin olacağı günü hasretle bekliyor…