Yıl 2018. 5 Ağustos’u 6 Ağustos’a bağlayan gece… Gecenin sessizliğini parçalayan silah sesleri… Son sözlerini silahlarıyla söyleyen TİKKO gerillaları… Mercan dağlarında akşam başlayıp sabaha kadar süren çarpışmada her türlü teknolojik donanıma sahip düzenli orduya karşı inancı, cüreti, bağlılığı kuşanmış bir TİKKO gerilla birliği karşı karşıya geldi. Bu savaş eskimiş, çürümüş düzenin temsilcileriyle sınırsız bir yaşam için yola çıkanların, bu dünyaya, bu kavgaya, bu yaşama kendilerinden bir şeyler katmak için mücadele edenlerin savaşıydı…
Taylan, Yusuf, Mahir, Yetiş, Samet, Haydar yoldaşlar… Ne çok sevdiler bu halkı. Bu halk da onları… Gittikleri köylerde, yaylalarda kısa zamanda halkla bütünleşiyor, yaşanan sorunlara birlikte çözümler üretiyorlardı. Köylülerle yaptıkları toplantılarda herkesin fikrini dikkatle dinliyor, sorunların çözümüne onları da ortak etmeye çalışıyorlardı. En çok da bu yüzden güvenirdi köylüler onlara. En çok da bu yüzden çocukların ve kadınların ilgi odağı olurlardı. Çünkü onların umutlarını, özlemlerini, ifade etmekte zorlandıkları öfkelerini en güzel onlar dile getirirdi… Gelecek düşü kuran çocuk ve gençlerle birlikte planlar yapar, emeği yok sayılan, şiddete uğrayan kadınların, kendi güçlerinin farkına varmalarına yardımcı olurlardı. O gece düşmanla karşılaştıklarında umudu oldukları bu halka da söyleyecek sözleri vardı…
Düşmanın pususunu fark ettiklerinde silahlarını ateşlemekte hiç tereddüt etmediler. Teslim almaya gelenleri fark edip ilk ateşi ederek psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş, diz çökmeyenlerin tarihini yazmaya devam etmiş, yoldaşlarına da son sözlerini söylemişlerdi…
Düşmana da söyleyecek sözleri, sorulacak hesapları vardı. Anıları hala bahar çiçekleri gibi çok taze olan Çiğdem ve Nergiz’in; Sinan ve Rıza’nın, Sefkan, Ünal ve Hakan’ın, 12’lerin hesabı vardı sorulacak. Tıpkı onlar gibi düşmandan hesap sorma zamanıydı. Bu andan itibaren sıkılan her mermi, bu hesabın karşılığıydı aynı zamanda… Düşman bundan önceki çatışmalarda olduğu gibi yine kendi kayıplarını gizledi. Ama onca teknik ve sayısal üstünlüğe rağmen sabaha kadar süren direniş, ölümsüzleşen yoldaşların cenazelerine yapılan işkenceler, gerçeği tüm çıplaklığıyla orta yere seriyordu…
Mercan dağları, dağlardaki her canlı, kendilerinden önce bu dağlarda ölümsüzleşen her devrimci bu direnişe tanıklık etmişti. Yaşama dair son sözler, son görevler, son yeminler arasında süren bu çatışmada direniş sloganlarıyla ölümsüzleşti Taylan (Mustafa Sarıca), Yusuf (İlker Tezer), Mahir (Mehmet Keleş), Samet (Tanju Er), Haydar (Zeynel Çakıl), Yetiş (Tarık Akın) yoldaşlar…
Bir devrimci için hayatına nasıl başladığı değil nasıl tamamladığı belirleyicidir. Altı yoldaş da düşmanın saldırılarının en yoğun olduğu süreçte, tasfiyeciliğin, yılgınlığın, kavga kaçkınlığının karşısında partiyi gözbebekleri gibi koruyarak kendilerini en zorlu sürece hazırlamışlardı. Bunun anlamı bir adım daha öne çıkmak, daha fazla sorumluluk üslenmek, faaliyete daha fazla katılmak demekti. Hiç tereddüt etmediler üzerlerine düşeni yapmakta. Yoldaşların son sözleri, savaşı büyütmeye, boşalan mevzileri doldurmaya da çağrısı olmuştur.
Bu dağların her yerinde bizden bir parça vardır. Bedenlerimiz toprağına, suyuna, havasına karışmıştır. Bu durumu TİKKO gerillalarıyla sohbet ederken bir HPG gerillası en yalın haliyle şöyle tarif ediyor: “Eğer Aliboğazı’nda ayağınız bir taşa çarpar da canınız yanarsa bile o taşa yine de dokunmayın, yerinden oynatmayın, çünkü o taşın üzerinde şehitlerimizin kanı vardır.” Sadece Aliboğazı’nda değil Dersim’in bütün dağlarındaki, bütün ormanlarındaki bu taşlar, sadece şehitlerimizin kanının karıştığı için değil, aynı zamanda Aliboğazı’na Beşler’in cenazelerini almaya gelen ailelerin, “Beşlerin mezar taşlarını, yoldaşlarına mevzi olarak bıraktık” dedikleri gibi onlardan ardıllarına miras kalan mevzi taşları olduğu için de değerlidir.
Şimdi onlardan kalan her mevzi bize bir kez daha görevlerimizi hatırlatmaktadır. Mercan şehitlerinin ortaya koydukları direnişin anlamı bir yandan düşmanın azgınca saldırılarına karşı devredilen mevzileri savunup daha da geliştirmeyi, diğer yandan her türlü tasfiyeciliğe karşı partiyi sahiplenmeyi, kitlelere gitmeyi, savaşı büyütmeyi tarif etmektedir.
Onların ardından yazılan her yazı, kurulan her cümle, verilen her sözün anlamı burada değer bulacaktır. Çünkü onlar kendilerinden önce ölümsüzleşenlerin kendilerine devrettiklerini büyütme cüretiyle yaşadılar, öyle savaştılar ve zamanı geldiğinde de bedenlerini tereddütsüzce siper ettiler.