Memleketimden Çürüme Manzaraları: Her Şey Hızla Çürüyordu, Birinciliği Nereye Vermeli?

Mahkeme başkanının “Yaşasın adalet! diyorum” diyen akademisyene “Çok iddialı şeyler söylemeyin” dediği ülkemizde, 27 yaşında genç bir kadın akademisyen kopya çekerken yakaladığı erkek öğrencisi tarafından üniversitedeki odasında katledildi. Bu cümlenin ne başı ne de sonu sizi şaşırtmıyor biliyoruz çünkü çürümeden hiçbir yer azade değil.

Baştan aşağıya her şeyin hızla çürüdüğü bir toplumda Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi Ceren Damar’ın öğrencisi tarafından öldürülmesi Ahmet Telli’nin yukarıdaki şiiri akla getiriyor.

Ceren hocanın hukukçu olması ve hukuğu öğrettiği öğrencisi tarafından öldürülmesi ve öldürülme nedeninin öğrencisinin yaptığı sahtekârlığı ortaya çıkarmış olması ise hakikaten ülke gerçekliğini trajikliğiyle ortaya koyuyor.

Genç bir bilim insanı daha yürüyeceği yolun başında acımasızca katledildi.Artık yok. Arkasından üniversitenin yayımladığı taziye mesajında bile ondan çok, protokolde bulunanlara teşekküre yer verilmesi son dönemlerde sistem tarafından iyice itibarsızlaştırılan akademinin durumunu ve akademisyenlere verilen değeri gözler önüne seriyor.

Çürüme hangi noktada başlar peki? Toplumsal değerler yok edilirken yerine yenisi konulmadığında mı? Özellikle 1980 sonrası hızla uygulanan neo-liberal politikalar ve özelleştirme ile tüm kurumları kapitalizmin “rant” anlayışı üzerine oturtmuştur. Sağlıktan ulaşıma, sosyal hizmetlerden eğitime tüm bu alanlar ranta göre dizayn edilmiştir. Eğitimin amacı kendini gerçekleştirmek, yeteneklerine dair farkındalık yaratıp toplumsal üretime katılmak değil, ticarethaneye çevrilen okullarda iyi bir müşteri olup diploma denilen belgeyle istenilen konuma ulaşmaktır artık.

Söz konusu olan gencecik bir akademisyen. Zorla hayattan koparıldı. Lakin meseleyi sadece bireysel olarak ele alırsak, hem gerçek suçluyu suç sandalyesine oturtmamayı hem de katile lanetler yağdırmanın kimsenin ellerini temizlemeye yetmediğini idrak edemeyeceğiz.

Olayın ardından verilen tepkilere baktığımızda toplumun, katile lanetler yağdırdığını, bir kısmının olayın büyük oranda tv dizilerinden kaynaklandığını düşündüğünü (Çukur vb. mafyatik diziler) bir kısmının güvenlik zafiyeti olduğunu düşündüğünü görüyoruz.

Oysa katil bu sistemin çıktısıdır. İşlemiş olduğu cinayet tam da bu sistemin ürünüdür. Diplomasız bir cumhurbaşkanının “diploması olduğu yalanıyla” yönettiği ülkede son sınıf öğrencisi olarak diplomasını almak istemiştir her ne şekilde olursa olsun! Hırsızlıktan, yolsuzluktan yargılanan bakanların gevrek gevrek gülerek yüzsüzce oy kullandığı mecliste o fotoğraf gözümüzün önünden gitmezken, siyasi iktidar ve irili ufaklı yandaşlarının hiçbir olaya dair sorumluluk taşıyıp bunun hesabını vermeyip “paşa paşa” yaşamaya devam ederken, kendisinin kopya çektiği için tutanak tutulup sınıftan çıkarılmasına çok fena içerlemiştir! Ülkede her gün onlarca işçi iş cinayetiyle öldürülmüş ama hiçbir patron sorumlu tutulup ceza almamıştır, nehirlerinden denizlerine, toprağından suyuna tüm çevre zehirli atıklarla şirketler tarafından zehirlenmiş ama hiçbirinin kapısına kilit vurulmamıştır. Hiçbir sorumlunun cezasını çekmediği bir toplumda okuduğu hukuk bölümü sadece kâğıt üzerindeki yazılardan ibarettir. Egemenler sistemi kendi çıkarları için istediği gibi kullanırlarken, saygın bir avukat olmak isteyen öğrenci için o diploma artık bir araçtır ve kopya çekerek de olsa elde edilmelidir. Hem bu ülkede KPSS sınavından tutun ÖSS sınavına kadar pek çok sınavda kopya çekildiği kaç kere ispatlanmamış mıdır? İşini ehliyle yapan binlerce nitelikli akademisyenin üniversitelerden uzaklaştırıldığı bir ülkede, tüm akrabalarını işe sokan rektörler, bir günde alınan terfiler varken o niye bileğinin hakkıyla diplomasını alacaktır!?

Bir hukuk fakültesi öğrencisinin, birkaç yıla savcı, hakim olabilecek birinin hukuk hocasını katletmesi birilerinde şaşkınlık yaratıyor mu gerçekten? Hapishanede tecavüze uğrayan çocukları açıklayan antropolog hapsedildiğinde ama ülkede çete lideri kanaat önderi gibi çıkıp “Oluk oluk kan akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız!” dediğinde soruşturma bile açılmadığında şaşırmış mıydı ki bu toplum? Bu sözleri “Bu suça ortak olmayacağız” metnini imzalayan akademisyenler için söylemişti üstelik çete lideri bozuntusu.

İstanbul’da yüzlerce çocuğun çalıştığı hastanede doğum yaptığını ve bunlardan pek çoğunun kayıtlara geçmediğini açıklayan hemşirenin görev yeri değiştirildiğinde şaşkınlık yaşamış mıdır toplumumuz? “Cizre’de bodrumdaki insanlar sağ ele geçirilebilirdi” açıklamasını yapan polisleri okuduğunda ne hissetmiştir mesela hukuk camiası? Bu toplumda yazılı hukuk kurallarının uygulamada bir anlamı olmadığını mı? Poşi takan öğrenciye 12 yıl ceza verip Sivas Katliamı sanıklarına zaman aşımı uygulandığında o 500 sayfalık hukuk kitaplarını ezberlemektense kopya çekmenin daha yararlı olduğunu mu düşünmüştür öğretmenini öldüren kişi?

Ceren hocayı katleden öğrencisinin 2 yıl önce de kopyadan yakalanmış olmasına rağmen aynı davranışı devam edip tekrarlaması neden kaynaklanıyor sizce? Çünkü bu durum toplumsal olarak meşruluk kazanmıştır. Kimsenin emeğiyle bir yere gelemeyeceği düşüncesinin kabullenildiği, liyakate göre görevlendirmenin büyük oranda ortadan kalktığı bir toplumda rüşvetin, iltimasın, yolsuzluğun ve yandaşlığın hükmü geçmektedir artık.

Ceren hocanın katledilmesi sonrası kadın akademisyenlerin sosyal medyada yazdığı yazılar hem bu durumun aynı zamanda bir kadın cinayeti olduğunu gözler önüne sermiş hem de akademideki cinsiyetçiliği gözler önüne sermiştir. Araştırma görevlileri üniversitede pek çok görevi yüklenmekte, kadrolu çalışma hakkından mahrum şekilde çalıştırılmakta ve öğrenciyle karşı karşıya bırakılmaktadır. Pıtrak gibi özel üniversitelerin çoğaldığı ülkemizde üniversiteler işletme, öğrenciler müşteri, diplomalar da satılık hale gelmiştir.

Babası özel harekat polisi olan öğrencinin kendini suçüstü yakalayıp tutanak tutarak sınıftan çıkaran kadın akademisyeni öldürmesi ifadesinde de “kendime yediremedim” demesi kuşkusuz sadece sistemin yarattığı çürümeden değil aynı zamanda cinsiyetçilikten de kaynaklanmaktadır. Hocasının hem kendi yaşına yakın hem de kadın olması onu bir otorite olarak algılamamasını, sınıftan atılması ise ‘erkekliği’nin hakarete uğramasını sağlamıştır! Öğrencilerin kadın asistanlara davrandıkları gibi erkek asistanlara davranmadıkları, kadınların yaşamın her alanında maruz kaldığı cinsiyetçiliğin bir yansımasıdır.

Bir hukuk öğrencisi olarak hocasını katletmesi sonrası ne kadar ceza alabileceğini biliyordur muhtemel katili olan hukuk öğrencisi. Kadın cinayetlerinde uygulanan ‘ağır tahrik indirimi’nden faydalanmak için takım elbiseyle gelir o da duruşmalara, mobbing uyguladı der, ‘şahsıma ağır hakaretler etti’ der de der.

Ceren hoca yok artık. Onun arkasından bu toplumun ‘çok üzgün’ olduğunu da söylemek zor, çünkü bir bebekten katil yaratan karanlığı -sistemi- destekledikçe insan hayatı her geçen gün daha da değersizleşmeye devam edecek…

“Özgecan ilk değil, son olsun” diye onbinlerce kişi gırtlağımızı yırtarcasına bağırmıştık. Yüzlerce kadın daha katledildi sonrasında.

Çürüme varsa eğer hiçbirimiz bundan azade değiliz. Hepimizin sorumluluğu var tüm bu olup bitenlerde.

“Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,

Ya dünyamıza inecek ölüm.”